Kaşıkçı'nın Akıbeti ve Timsah Gözyaşları – Emre Güntekin
2 Ekim’de Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosluğu’na giriş yapan ve kendisinden bir daha haber alınamayan Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı olayının arkasındaki sis perdesi aralanmış değil. Başkonsolosluk kapıları bu süreçte Reuters haber ajansına ve Türk yetkililere açılmış olsa da Suudi cephesi Kaşıkçı’nın konsolosluktan sağ çıktığına dair hala bir kanıt ortaya koymadı. Basında aynı gün Türkiye’ye giriş-çıkış yapan 15 Suudi Arabistanlı’dan oluşan timin Kaşıkçı operasyonunu gerçekleştirdiği ve olası bir ile cinayet ile ilgili kanıtların Suudi Arabistan adli tıpının başında yer alan S.Muhammed Al Tubaigy tarafından ortadan kaldırıldığına dair iddialar yer alıyor.
Kaçıkçı’nın kaybedilişinin polisiye boyutunu bir kenara bırakırsak, ortada Erdoğan’ın kucağına bırakılmış bir saatli bomba duruyor. AKP iktidarı Suudi rejimine bugüne kadar en ufak bir konuda toz kondurmadı. Suudi rejiminin ne Mısır’da Müslüman Kardeşler’i deviren darbeci Sisi’ye destek vermesi, ne Filistin halkına onlarca yıldır kan kusturan İsrail’in Ortadoğu’daki en önemli partneri olması ne de Yemen’de giriştiği kanlı katliamlar AKP’nin ve Erdoğan’ın gündemine girmedi. İran’a karşı Sünni kuşatmayı birlikte IŞİD, El Kaide gibi radikal İslamcı çeteleri finanse ederek oluşturmaya çabaladılar. Üç yıl kadar önce Kral Abdullah öldüğünde üç gün yas ilan edecek kadar yakınlık duyuluyordu. Ne var ki son birkaç yıldır, özellikle Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın Suudi rejiminin kontrolünü ele almasıyla ilişkilerde gerilimler yaşanmaya başlandı. AKP’nin Ortadoğu’da İran’la yakınlaşması, Körfez ülkeleri tarafından tecrit edilen Katar’a destek verilmesi gerilimin başlıca kaynakları. İki ülke arasındaki gerilim Kaşıkçı’nın kaybedilmesi olayında seçilen mekânın anlamlandırılması konusunda yardımcı olacaktır. Özellikle derin bir ekonomik krizin belirginleştiği bir ortamda, AKP iktidarının Suudi Arabistan’a karşı uygulayabileceği yaptırımların boyutlarını ikili ilişkilere minimum hasar verecek şekilde tutacağı öngörülebilir.
Erdoğan’ın CHP’nin Suudi diplomatların sınır dışı edilmesi önerisine verdiği yanıtta bunun işaretleri gizli: “Gereken neyse zaten yapılıyor. Türkiye’yi ana muhalefet idare etmiyor, onlar önce kendi işlerine baksınlar. Bizdeki ana muhalefetin bu ülkeyi belli yerlere şikâyet etmekten başka özelliği yok. Onlar, ekonomide Türkiye’yi nasıl daha zor duruma sokacaklarının derdindeler. Ekonominin e’sinden anlamayanlar ekonomiyle ilgili konuşuyorlar. Türkiye’yi 16 yılda nereden nereye getirdiğimizi görmüyorlar. Bunlar bakar kör. Türkiye 36 milyar dolar ihracattan bugün 165 milyar dolar ihracata ulaşmış, adam bunu görmüyor. Bunlar diplomasiden de anlamıyorlar. Netice itibarıyla İstanbul’daki olay, tüm boyutlarıyla soruşturuluyor. Devletimizin ilgili birimleri, birbiriyle istişare halinde, yapılması gereken her şeyi yapacaktır.”.
Kaşıkçı meselesi özellikle iktidar değişiminin ardından Suudi rejiminde yaşanan türbülans ele alınırsa daha iyi anlaşılacaktır. Kaçıkçı uzun yıllar Suudi rejimi hesabına çalıştı ve rejimin kirli konularında sessiz kaldı. Fakat yakın geçmişte Muhammed bin Salman’ın Müslüman Kardeşler politikasını ve Yemen’de yürüttüğü kirli savaşı eleştiriyordu. Yakın dostu Azzam Tamimi Kaşıkçı’yı şöyle anlatıyor: “Cemal, Suudi Arabistan’daki kurulu siyasi düzenin bir parçasıydı. Suudi Arabistan adına görevler de alıyordu. Bir defa Beyrut’ta bir toplantımız vardı. Eski üst düzey Batılı diplomatlar ve siyasetçiler Hamas liderleriyle görüşecekti. Suudi Arabistan tarafından bu görüşmeye katılması için Beyrut’a Kaşıkçı gönderilmişti… Suudi elitlerin arasındaydı. Batı’da eğitim görmüş, siyasi aydınlar. Suudi Arabistan’da gerçek bir reform görmek isteyen ama bunun rejim değişikliği olmadan gerçekleşmesini isteyen bir elit grup. Prens Selman da bu elit grubu kendisine tehdit olarak görüyor, teker teker hepsinin peşinden gidiyor.”.
Kaşıkçı’nın rejimle olan ilişkisi kraliyet ailesindeki değişimlerden fazlasıyla etkilendi. Prens Muhamed bin Salman’ın Kasım 2017’de hanedan içerisindeki rakiplerine karşı başlattığı yolsuzluk operasyonunda gözaltına alınanlar arasında Kaşıkçı’nın yakın olduğu ve bir dönem Bahreyn merkezli Al Arab News isimli kanalını yönettiği Prens el Velid bin Talal’da bulunuyordu. 2015’te kurulan kanal faaliyete geçtikten çok kısa bir süre sonra muhalif Şii siyasetçilere yer vermesi nedeniyle kapatılmıştı ve Kaşıkçı bu tarihten sonra Suudi medyasında adeta aforoz edilmişti. Kaşıkçı Eylül 2017’de ABD’ye giderken, Riyad’da bulunan Ritz-Charlton’da lüks bir gözaltı yaşama deneyiminden kılpayı kurtulmayı başarmıştı. Amerika’ya iltica ederek burada vatandaşlık almış ve Washington Post’ta köşe yazıları yazmaya başlamıştı.
Ancak yaşanan olay rejim muhaliflerinin artık sadece ülke sınırları içerisinde değil, nerede veya kimin koruması altında olursa olsun güvenliklerinin tehlikede olduğunu gösteriyor. Kaşıkçı ilk örnek de değil. 2015’te kraliyet ailesini eleştiren Prens Turki bin Bahdar el Suud Fransa’ya iltica başvurusunda bulunduktan sonra ortadan kaybolmuştu. Suud rejiminin zorbalığına dair en çarpıcı örnekse geçen yıl yaşanmıştı: Lübnan Başbakanı Saad Hariri Riyad’a çağırılmış ve bir gün sonrasında istifasını açıklamıştı. Hariri 17 gün boyunca Riyad’da gözaltında tutulmuştu.
Suud rejiminin pervasızlığının arkasında Batı’dan aldığı destek önemli rol oynuyor. Suud hanedanlığı var olduğu günden bugüne Ortadoğu’da ABD’nin adeta ileri karakolu rolünü oynuyor. Daha da önemlisi petro-dolar sistemi… 1973 yılında önce Suudi Arabistan ile yapılan ve sonrasında OPEC ülkelerinin de katıldığı anlaşma ile petrol ihracatını gerçekleştirmek için dolar tek geçerli para birimi ilan edildi. Bu anlaşma doların uluslararası rezerv para birimi olarak geçerli olmasının en önemli dayanaklarından birisi. Suudi Arabistan ayrıca ABD’nin yürüttüğü savaşlarında dolaylı olarak en önemli finansörlerinden. Trump göreve gelir gelmez Suud rejimiyle 110 milyar doları silah ve mühimmat ticaretini kapsamak üzere 350 milyar dolarlık ticaret anlaşması imzalamıştı. Trump yönetimi ABD’nin geçmiş dönemlerde yürüttüğü savaşlarda müttefiklerinin ellerini ceplerine yeterince atmadığından yakınıyordu. Bu konuda Riyad kesenin ağzını açmaktan imtina etmiyor. Yine yakın zamanda Yemen Savaşı’nı birlikte yürüten Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri Almanya’dan rezonans radar sistemleri, füze başlıkları ve güdümlü füzeleri içeren bir dizi silah alımı gerçekleştirmişti. Yani burjuva demokratik rejimler bile para söz konusu olduğunda, gerekirse burunlarını tutarak Riyad’ın kirli rejimiyle iş tutmaktan kaçınmıyorlar.
Yine de ikili ilişkiler dikensiz gül bahçesi değil. Suudi rejimi gerektiğinde efendisine karşı pragmatik politikalar izlemekten çekinmiyor. İran’a yönelik yaptırımlar sonrası petrol arzının 2 milyar varil azalması öngörülüyor ve Trump yönetimi Suudi rejiminden bu açığı kapatarak petrol fiyatlarının belli bir düzeyde tutulmasını istiyor. Ancak 23 Eylül’de OPEC’ten petrol üretiminin 3,8 milyar tonla sınırlandırılması kararı çıktı ve herhangi bir artışa gidilmedi. Trump’ın buna verdiği “Suudi Arabistan’ı koruyoruz. Onlar zengin diyebilirsiniz. Ve Kral’ı, Kral Selman’ı seviyorum. Ama ona dedim ki ‘Seni koruyoruz —biz olmasak orada (iktidarda) 2 hafta bile duramazsın- Ordun için ödeme yapmalısın.” yanıtı iki ülke arasındaki ilişkinin niteliğini ortaya koyuyor.
Kaşıkçı meselesine dönecek olursak… Ne ABD ne de herhangi bir Batılı müttefiki utangaç eleştiriler dışında bu konuda Suud rejimini sıkıştırmaya çalışmadı. Açıklamalar Riyad’a Kaşıkçı’nın akıbetinin ortaya çıkarılması konusunda yardımcı olma teklifiyle sınırlı tutuluyor (sanki Kaşıkçı’nın kayboluşunun sorumlusu değilmiş gibi!). Nedenlerini yukarıda sıraladık. Diğer taraftan işkence, adam kaybetme, muhalefeti susturma vs. burjuva devletlerin doğasının birer parçaları. Kimi Washington gibi üstü kapalı kimi Riyad gibi pervasızca bunları gerçekleştirmekten kaçınmıyor.