Kan, Gözyaşı ve Tehcir: Kafkasya’nın Kaderi mi? – Tarık Hasan
“Kan ve gözyaşı bu coğrafyanın kaderi mi?” diye soruyor insan. Daha kaç ana bahçesinde ektiği fidanlara son kez bakarak terk edecek evini, daha kaç baba “gururundan” savaşta kaybettiği çocuğu için gizli gözyaşları dökecek, daha kaç çocuk travmayla büyüyecek? Bakü sokaklarında sigara içerek dolaşan 90’larda göç etmiş Karabağ Azerisiyle Yerevan’a yolculuğunda son kez büyüdüğü topraklara göz atıp sigara yakan Artsakh Ermenisi neden birbirinden nefret ediyor? Aliyev-Paşayev oligarşisi ve bu “güvenli konum”a yaslanan yüksek rütbeli memurlar ile Rusya’yla ticaret ilişkiler neticesinde zenginleşen Ermeni oligarklar ve Batı’dan medet uman Paşinyan yönetimi için binlerce insanın ölümü sadece üzerine imza atılan kağıt parçası değerinde mi?
Azerbaycan Ordusu’nun 19 Eylül’de başlattığı ve “lokal karakterli anti-terör operasyonu” olarak tanımladığı savaş 20 Eylül’de Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ/Artsakh yönetimini bölgede konumlanan tüm Ermeni askeri birliklerinin dağıtılması ve silahsızlanmaya zorlamasıyla son buldu. Paşinyan yönetimindeki Ermenistan’ın ABD ile ortak tatbikat yapması sonucu Rusya’dan da tavır gecikmedi. Azerbaycan’ın büyük kayıplara yol açacak askeri savaşına karışmama kararı aldı. 25 Eylül’de yaptığı açıklamada, Rusya Dışişleri Bakanlığı şöyle yazıyor: “Biz, Ermenistan yönetiminin, Ermenistan’ın Rusya ile yüzyıllardır süren çok yönlü bağlarını kasıtlı olarak koparmaya çalışarak, ülkeyi Batı’nın jeopolitik oyunlarının rehinesi haline getirerek büyük bir hata yaptığına inanıyoruz.”
“Rusya Barış Gücü Kuvvetleri”nin bölgedeki varlığına ilişkin yeri geldiğinde sahte gündemler yaratıp şovenist duyguları yeniden üretmek isteyen Aliyev rejimine bağlı medya kurumları, ABD’nin bölgede tatbikat yapmasını “Soros Planı: Anti-Rusyacılık” olarak nitelendirmesi egemenlerin iki yüzlü karakterini ortaya koyuyor. Batı’ya açık kapı bırakan Paşinyan yönetiminin Rusya’yla arasındaki bağların çözümlenmeye başladığı süreçte Aliyev meseleyi “oldu bitti”ye getirmek istedi. 24 saat süren savaş sonucu Aliyev’in resmi televizyon kanallarında “zafer” naraları duyulmaya başladı. Dağlık Karabağ/Artsakh Ermenilerinin kendi kaderlerini tayin hakkını tanımayarak oradaki yönetimi “sözde yönetim” adlandıran Aliyev, “sözde cumhuriyet”i kapitülasyona mecbur ettiklerinin gururundan bahsediyordu. Bir hafta boyunca vefat eden askerlerin sayısını açıklamayan Azerbaycan yönetimi, 8 gün sonra 180’i Savunma Bakanlığı’na ve 12’si de İçişleri Bakanlığı’na bağlı personel olmak üzere toplamda 192 Azerbaycan askeri hayatını kaybettiğini, 511 askerin yaralandığını açıkladı. Artsakh (Karabağ) İnsan Hakları Savunuculuğu Ofisi, Azerbaycan’ın saldırısı sonucunda en az 200 kişinin öldüğünü, 400’den fazla kişinin de yaralandığını belirtti.
Halka ait tüm serveti ya rüşvet gibi yasadışı ya da egemenlerin mahkemesi gibi yasal yollarla sömüren Aliyev-Paşayev oligarşisi insan kıyımı olan emperyalist savaşa karşı çıkan her sesi amansızca bastırmaya çalışıyor. 2020 savaşında “nostaljik intikam” ve “zafer” duygularıyla sarhoş olan kitle desteğine sahip olduğu için savaş-karşıtlarına devlet sopasını göstermeye gerek duymamıştı. 2022 Eylül savaşlarında bir kişi, savaş-karşıtı sosyal medya postu yüzünden tutuklanmıştı. Gittikçe artan eşitsizlik ve her yerde hissedilen yoksulluk savaşın emekçi halk nezdinde cazibesinin kaybolmasına neden oluyor. Bu kez, en az 7 kişi savaş karşıtı paylaşımlarından dolayı tutuklandı ve işkencelere maruz kaldı.
Azerbaycan İçişleri Bakanlığı’nın yayınladığı listede 24 saatlik askeri savaş sırasında hayatını kaybedenlerden en az 50’si 2004-2005 doğumlu. Üniversite okuduğu halde zorunlu askerliğe gönderilen 18 yaşlı Röyal’ın babasının isyanı egemen sınıfın çıkarları uğruna gencecik canlara nasıl kıydığını açıklıyor: “Şehit olduktan sonra oğlumu neden cepheye götürdünüz diye sordum. Kendisi dilekçe yazıp cepheye gönderilmesini istedi diye dediler. Yalan söylüyorsun dedim. ‘Vatan sağ olsun, bereketli olsun, öyle bir evlat yetiştirmişsin, sabırlı ol’ demeye başladı. Dedim ki, benim oğlum değil de senin oğlun ölseydi, sabırlı olur muydun? Yıllarca ne acılarla onu büyüttüm, şimdi stres altındayız. Bu bana nasıl oldu? Kimsesizim diye böyle mi yapılmalıydı bana?”
Artsakh Ermenileriyse Azerbaycan’ın 9 aylık ablukasından sonra en zor günlerini yaşıyorlar. Yıllardır yaşadıkları, çocuklarını büyüttükleri, hatıralarıyla dolu topraklardan göç etmek zorunda kalıyorlar. Kanlı Şubatlar’dan, kanlı Eylül’lere kan ve ardında bıraktığı tehcirler devam ediyor.
25 Eylül, sabah saatleri. Azerbaycan Ordusu bölgede denetimi elinde tutuyor. Azerbaycan yönetimi, Artsakhlı Ermenilere “özgür seçim” tercihi sunduklarını iddia ediyorlar: Ya yaşadıkları topraklarda kalıp Azerbaycan Cumhuriyeti vatandaşı olmayı kabul edecekler ya da yaşadığı toprakları terk edip Ermenistan’a gidecekler. Bu “özgür seçim” kapitalizmin işçilere sunduklarını iddia ettikleri “özgür seçim”e çok benziyor: “Ya yoğun sömürü altında çalışıp geçimini idare etmek için maaş alacaksın, ya da çalışmayarak açlıktan öleceksin. Herhangi birini seçmekte özgürsün, hiçbir zorlama yapmıyoruz.”
Beklenildiği gibi, Artsakh Ermenilerinin ezici çoğunluğu Ermenistan’a gitmeği “seçmişler”. Kapitalizmin işçilere sunduğu özgürlük ne kadar gerçekse, Azerbaycan yönetiminin Ermenilere sunduğu özgürlük de o kadar gerçekçidir. 29 Eylül Perşembe sabah saatleri itibarıyla Dağlık Karabağ’dan 88.780 kişinin Ermenistan’a giriş yaptığı belirtiliyor.
Artsakh Cumhuriyeti’nin eski başkenti Stepanakert’ten Ermenistan sınırına her saat yüzlerce araç giriş yapıyor. Çiftlik hayvanları, ağır makineler, masa ve sandalyeler gibi yanlarında getirebilecekleri eşyaları arabalara yükleyen Ermeniler ağıt söyleyerek evlerini terk ediyor.
Tanıdığı hiç kimsenin Azerbaycan yönetimi altında yaşamak istemediğini belirten Ermenistan Milletvekili Asatryan tehcir sürecini böyle tasvir ediyordu: “Bütün gece boyunca (Karabağ’ın fiili başkenti) Stepanakert alevler içinde kalmış gibiydi. Gittiğiniz her yerde yangın vardı… Şehir tamamen uyanıktı. İnsanlar Artsakh’ı (Karabağlı Ermenilerin bölge için kullandığı Ermenice isim) terk etmeden önce tüm hayatlarını yakıyorlardı, büyük olasılıkla sonsuza dek”.
Azerbaycan yönetimi Ermenilere ırk, din ve etnik milliyet bağlamında ayrımcılık yapmayacaklarını, onların tüm kültürel haklarının tanınacağından bahsediyor. “Barış dolu yeni çağ”a adım attıklarını öne süren Azerbaycan, her zaman “eski çağ”a ait şovenizm ve militarizmi kışkırtmaktan da geri durmuyor. Toplumsal hor görülme sürekli egemen sınıfın ideolojik aygıtları tarafından yeniden üretilecek Azerilerin yaşadığı yoksulluk çemberine Ermeniler de eklenmiş olacak. ABD’deki siyahiler, İran’daki Azeriler, İspanya’daki Katalanlar, Türkiye’deki Kürtler gibi eşitsizliği 2 defa daha derin şekilde yaşayacaklar. Azerbaycan yönetiminin Artsakh Ermenilerine bahsetmediği “Re-entegrasyon programı” işte budur.
Hocalı Soykırımı’na neden olan egemenler bugün rahat koltuklarında oturup emekçi halktan sömürdükleri kaynaklarla zengin olurken, yine emekçi halklar gözyaşlarına boğuluyor. Nahçıvan ziyareti dönüşü uçakta gazetecilere açıklamalarda bulunan Erdoğan, “Ermenistan Hocalı katliamının bedelini ödüyor” dedi. Peki bir daha soruyoruz, savaşın bedelini neden sadece yoksul halklar ödüyor?
Sürecin sonunda on binlerce Artsakh Ermenisi Ermenistan’a göç etmiş olacak. Bu zaten ekonomide daralma yaşayan Ermenistan’ın yeni toplumsal ve iktisadi krizlere gebe olacağına işaret veriyor. İşsizler, iş buldukça çalışanlar, kaçak işçiler, yani durağan artı nüfus krize yol açacaktır. Tüm bunların toplumsal hoşnutsuzluğa yol açacağı kesin. Birçok düzen muhalefeti bu hoşnutsuzluğu salt Paşinyan karşıtlığına indirgiyor. Rusya’yla ilişkileri bozduğu, Batıyla çok yakın ilişkiler kurmakla suçlanan Paşinyan, Karabağ yenilgisinin tek nedeni olarak gösteriliyor. Paşinyan’ı istifaya çağıran eylemler düzenleniyor. Artsakh göçmenlerinin sayısı arttıkça bu protestolar daha da yoğunlaşabilir. Ermenistan’da durum yenilgi ve kriz sonrası “Weimar Almanyası”na benziyor.
Erdoğan’ın Nahçıvan ziyareti askeri operasyonların bu coğrafyadan gitmesinin erken bir zamanda olmayacağına dair de işaretler veriyor. Nahçıvan, Aliyev ve Erdoğan’ın toplantısı için sembolik olarak önemli bir bölge ve Azerbaycan’ın bir sonraki stratejik hedefi hakkında bazı ipuçları veriyor. Türkiye ve Azerbaycan her zaman bu izole edilmiş bölgeyi, Ermenistan üzerinden, İran boyunca Zangezur Koridoru üzerinden ülkenin geri kalanına bağlamak istemiştir. Bu konuda İran’ın sevecen davrandığı da söylenemez. Erdoğan, “Türkiye ve Azerbaycan için çok önemli bu koridorun hayata geçmesi stratejik bir konudur ve muhakkak tamamlanmalıdır. Bu koridor açıldığında Bakü’den çıkan bir araç ya da tren doğrudan Kars’a gelebilecek” diye açıklamalarda bulundu. Erdoğan’ın Karabağ üzerinden güçlendirdiği alt-emperyalist konumu gözünü doyurmuyor, Zangezur Koridoru üzerinden genişlenecek lojistik-nakliyat karlarına da hevesini sürdürüyor. Bölgenin diğer alt-emperyalist gücü olan İran’la olan ilişkiler ise emperyalizmin “son savaş” yalanını açıkça sergiliyor. Her savaşta “savaşın bitmesi için son savaş” diye militarizmi meşrulaştıranlar bu olguyu dikkatten kaçırıyor: Emperyalizm kanla besleniyor.
Azeri devrimci Marksistlerinin görevi Ermeni tehcirine karşı çıkmak, savaşın egemenlerin çıkarına, emekçi halkın ise daha da yoksullaşmasına neden olduğunu anlatmaktır. Ermeni devrimcileriyse iktidara karşı yükselmekte olan hoşnutsuzluğu iyi değerlendirmeli, ona dahil olmalı, fakat kendi bağımsız taleplerini ve programlarını sergileyerek kitleyi kendisine kazanmalıdır. Halklar arasında oluşacak olan gerçek barış iki ülkenin de egemenlerinin yok edilmesi, sınıf eşitsizliklerinin aradan kaldırılmasıyla yaşanır.
Gerçek barış için YAŞASIN SOSYALİST KAFKASYA FEDERASYONU!