Kadın Sorunu: Çıkış Yolu Nerede? – Güneş Gümüş

Öncelikle feminizmle tartışmaya neden ihtiyaç duyulduğu konusuna açıklık getirerek başlayalım. Feminizm, kadının özgürlük mücadelesinin bir parçası ise onu desteklemek (eleştirerek de olsa) gerekmez mi? Bu sorunun cevabı feminizmi nasıl ele aldığınızla ilişkili. Toplumsal algıda kadının özgürlük mücadelesi feminizmle özdeşleşmiş olsa da (bu biraz da aşağılamak, marjinalleştirmek için yapılıyor) feminizm kadınların özgürlüğü mücadelesinin hangi temellerde, kime karşı, nasıl yürütülmesi gerektiğine dair bir ideoloji; bu mücadelenin tek olası biçimi değil. Bu konudaki fikirleriyle de feminizm, Marksizmle rekabet halinde. Dolayısıyla, devrimci Marksistler açısından kadın mücadelesinin etkin bir öznesi olan feminizmle tartışmak, kadınları saflarına katmak ve kadın hareketine yön vermek konusunda rekabet etmekten daha doğal bir şey olamaz; hep de böyle oldu. Ancak son çeyrek yüzyılda postmodernizmin derin ideolojik etkisi altına giren sol, kadınların özgürlük mücadelesi konusunda tüm yetkiyi neredeyse tamamen feminizme bırakmış durumda. Türkiye radikal solunun tamamına yakını kadın sorununda görünüşte kendini “sosyalist feminist” ilan etmiş durumda. Bu durum da feminizmin kadın hareketi içindeki hegemonyasını güçlendiriyor ve devrimci Marksistler açısından bu tartışmayı daha önemli kılıyor.

Feminizm, kadının kurtuluşunu sağlamak bir yana kadınları sadece kendi ezilme gündemine hapsediyor. Feminizm, feministler ve çevrelerinden oluşan küçük ayrıcalıklı gruplar açısından kadının ezilmişliğinin hafiflediği korunaklı bir alan sağlasa da (ki o da şüpheli, sonuçta toplumsal yaşamdan tamamen soyutlanmak ne ölçüde mümkün) milyarlarca kadının kurtuluşu adına çıkmaz bir sokağı işaret ediyor.

Marksizm İndirgemeci Mi?

Feministlerin Marksizme yönelik eleştirilerinin başında indirgemecilik suçlaması geliyor. Marksizm, her sorunu sınıf meselesine bağladığı ve kadınların ezilmişliğine gereken önemi vermediği iddiasıyla bu şekilde eleştiriliyor. Gerçekten durum bu mu peki?

Marksizm ve ezilenler arasındaki ilişkiyi değerlendirmeye başlamadan önce belirtmek gerekiyor ki ezilmenin doğrudan mağduru olan ve ona karşı mücadele eden unsurlar -hangi ezilme ilişkisinin tarafı olursa olsun- dünya algılarının merkezine bu ezilme durumunu koymaktalar. Kürt ulusal hareketi açısından Kürt sorunu; feministler açısından kadın sorunu en temel mesele; bu liste böyle uzayıp gider. Ezilmeyi en sancılı şekilde yaşayanların bu yakıcı gündemi merkeze almalarında şaşırtıcı bir yan yok. Ancak herkesin kendi sorununa odaklanması temelinde bu sorunlar çözülebilir mi? Hele ki ezilme ilişkisinin üst üste bindiği, her ezilen grubun da kendi içinde başka ezilmeler nedeniyle bölündüğü koşullarda… Giderek daralan bir mücadele demek olur bu. Ki dünya çapında kadın hareketi bu durumdan çok muzdarip.

İşte Marksizmin ezilenler açısından önemi bu noktada devreye giriyor. Marksizm, ezilme ve sömürü arasındaki bağlantıyı kuruyor. Bütün ezilme durumlarının tek kaynağının sınıflı toplumlar olduğunu savunan Marksizm, ancak sınıflı toplumların ortadan kalkmasıyla ezilmenin son bulabileceğini ortaya koyuyor. Marksizm, toplumun küçük bir azınlığını oluşturan sömürücülerin iktidarlarını sürdürebilmesi için ezilme ilişkisinden yararlandığını; kendisine karşı birleşme potansiyeli taşıyan sömürülenlerin birleşmelerini bu şekilde engellediklerini ifade ediyor. Böylece de ezilme ilişki- sinin nasıl sömürü sistemlerinin sürmesiyle doğrudan bağlantılı olduğunu gösteriyor ve ezilme ilişkisinin nihai anlamda son bulmasının yolunu ortaya koyuyor.

Marksizm, ezilenlerin mücadelesine ne kör ne sağır; aksine sömürülenlerin başarıya ulaşması için ezilenleri de kapsaması, onların mücadelelerinin emekçilerce sahiplenilmesi gerektiği Marksizmin temel şiarlarından biri. Lenin, çok anlamlı şekilde, bir işçinin sosyal-demokrat (o dönemin devrimcisi anlamında) bilince sahip olmasını sadece kendi sömürüsünün farkındalığına değil, tüm ezilme ilişkilerine karşı durmaya bağlamakta: “Eğer işçiler, hangi sınıfları etkiliyor olursa olsun, zorbalık, baskı, zor ve suistimalin her türlüsüne karşı tepki göstermede eğitilmemişlerse ve işçiler bunlara karşı, herhangi bir açıdan değil de, sosyal-demokrat açıdan tepki göstermede eğitilmemişlerse, işçi sınıfı bilinci, gerçek bir siyasal bilinç olamaz.” (Ne Yapmalı, s.80) Bu perspektifle de devrimcilerin görevlerinin başında işçi sınıfını bütün ezilmelere karşı mücadele konusunda eğitmek ve ezilenlerle-sömürülenlerin mücadelesini ortaklaştırarak egemen sınıfa karşı kavgayı merkezileştirmek geliyor: “…en geri işçi bile, öğrencilerin ve dinsel mezheplerin de, köylülerin ve yazarların da, kendisini yaşamının her adımında baskı altında tutan ve ezen aynı karanlık güçler tarafından hareketlere ve keyfi davranışlara uğradıklarını anlayacaklar ya da içinde duyacaktır; ve bunu duyunca, kendisi de tepki göstermek isteyecek, bu yola dayanılmaz bir istek duyacak ve gereğini yapmayı bilecektir.” (Ne Yapmalı, s.81)

Kısacası Marksizm, ezilmeyi görmezden gelmez, ancak mücadelesinin merkezine de tek tek ezilme durumlarını koymaz. Çünkü bütün ezilmelerinin kaynağında sömürü sistemi olduğunu; ancak onun alaşağı edilmesiyle ezilme ve sömürünün birlikte yok olabileceğini bilir. Bu temelde Marksistler her daim ezilenlerin en yakın müttefiki olmuş; ezilenlerin taleplerine- mücadelesine sahip çıkmıştır. Bu nedenle de devrimci safların neferleri her daim en çok ezilenlerin içinden çıkmıştır.

Sorunu Doğru Koymadan Doğru Çözüm Bulunamaz

Feminizmin temel sorunu, kadının ezilmesinin kaynağını doğru tespit edememesinde yatıyor. Kadının ezilmesinin temeline feminizmin yaptığı gibi ataerkil sistemi koyarsanız kadını bu ezilme karşısındaki mücadelesinde başarısızlığa mahkum ederseniz. Öncelikle ataerkil sistemin maddi bir temeli ortaya konulamıyor ki bu temel yok edilince kadının ezilmişliği son bulsun. Ataerkil sistem, biyolojik ve psikolojik kaynaklarla açıklanan erkek doğasının(!) bir sonucu gibi adeta. Erkek doğasını bütün erkekler bağlamında değiştirmenin yolu olmadığına göre çözümsüzsünüz demektir. Hele ki kadınların özgürlük- eşitlik mücadelesinden erkekleri de dışladığınız düşünülürse erkeklerin – küçük bir bölümünün bile- dönüşme şansı pek kalmıyor. Bu durumda ya sadece kadınların yaşadığı bir toplum kuracaksınız ya da kadının ezilmesine karşı bir protesto olmanın ötesine gidemeyeceksiniz. Ki olan da bu.

Marksizm ise kadın sorununun varlık nedenini tespit edebildiği için bir çıkış sunabiliyor. Marksizm, kadının kurtuluş mücadelesinin kapitalizm altında nihai bir başarıya ulaşmasının mümkün olmadığını; çünkü kapitalist sömürü sistemiyle kadının ezilmesi arasında doğrudan ilişki olduğunu ortaya koymaktadır. Engels, çok erken bir tarihte, kadının ezilmesini özel mülkiyet ve bu bağlamda sınıflı toplumların ortaya çıkışıyla bağlantılandırmıştır. Dolayısıyla da kadının kurtuluşu, sınıflı toplumların ortadan kalkmasını gerektirir.

Günümüzün sömürü sistemi olan kapitalist sistemde ise kadının ezilmesinin temelinde ailenin işgücünün yeniden üretim merkezi olması bulunur. Kadın hem yeni işçi kuşakları yetiştirmeyi hem de var olan işçileri her gün üretime yeniden hazırlamayı kapitalistler adına bedavaya getiriyor. Kar merkezli bir sistem açısından bulunmaz bir nimet. Aile kapitalist sistem açısından kritik bir işlev yerine getirdiğinden onun varlık temeli ve kadının aile içindeki konumunu ideolojik araçlarla pekiştirilip destekleniyor. Kadına yönelik cinsiyetçi fikirler bu temellerde toplumda egemenlik kazanıyor.

İşgücünün yeniden üretiminin toplumsallaşması, kadınların kurtuluşunun maddi temelleridir. Yani, çocukların bakımı ve büyütülmesi, kadının bütün yaratıcı potansiyelini tüketen temizlik, yemek vb ev işleri, toplumsallaştırılmadan kadınlar özgürleşemez. Bu toplumsallaşma da kapitalizm altında gerçekleştirilebilir değildir. Kapitalizm bunun maddi imkanlarına elbet sahiptir, ancak sistemin temel mantığı, işleyişi buna engeldir. Dolayısıyla ev işleri ve çocuk bakımının toplumsallaşması için kar merkezli bu sistemin ortadan kalkması gerekmektedir. Elbette yüzyıllardır süren kadının ezilmişliği sosyalist devrimle birlikte bir anda son bulacak değildir, bu konuda mücadele işçi iktidarında da devam edecektir. Ancak özel mülkiyet rejiminin son bulmasıyla kadının ezilmesinin maddi temelleri yok edilecek ve buna paralel olarak maddi yaşamdan üretilen cinsiyetçi fikirler de ölümcül darbeler alacaktır. Bütün bu ideolojik mirasla mücadele başlayacaktır.

Marksizmin kadının kurtuluşunun sosyalizmde olduğunu söylemesi, elimizi kolumuzu bağlayıp devrime kadar bekleyeceğimiz anlamına gelmez. Kitlelerin en büyük öğretmeninin mücadele olduğunu söyleyen Lenin’in bu argümanı, kadın konusunda da geçerlidir. Kadınlar da kendi hakları için mücadele ederken öğrenecek, bilinçlerini geliştirecek ve ancak böylece kapitalizmin toptan ilgası için mücadelenin neferleri haline geleceklerdir. Küçük kazanımlar daha büyük mücadelelerin yolunu döşerler, bu mücadelelere hem moral hem de ilham kaynağı olurlar. Bu bağlamda da Marksistler geçmişten bugüne kadınların hakları için mücadelenin önde gelen yürütücülerinden olmuşlardır, olacaklardır. Ancak Marksistler açısından bu mücadele feministlerin savunduğu gibi kadınlara sınırlanmış bir mücadele değildir; kadın ve erkek emekçilerin kolektif mücadelesini ifade eder. Elbetteki sadece emekçi kadınlar ezilme ilişkisinin tarafı değildir; burjuva ve orta sınıf kadınlar da ezilmeye maruz kalmaktadır (Kadınların sınıfsal pozisyonu ezilme ilişkisinin niteliğini değiştirdiğini de belirtelim). Ancak yine de emekçi kadının kurtuluş mücadelesinde müttefiki üst sınıflardan kadınlar değil; erkek emekçilerdir. Çünkü üst sınıftan kadınlar, ezilmeye maruz kalsalar da kapitalizmin devamından, sömürüden çıkar sahibidirler. Dolayısıyla sömürü sistemine karşı topyekun bir mücadelenin öznesi olmayacaklardır.

Erkek işçiler ise kendilerini sömüren sistem kadınları da ezdiğinden hem ezilmeye hem de sömürüye son verecek ortak mücadelede kadın emekçilerin vazgeçilmez müttefikleridir. Kadın ve erkek emekçilerin kolektif mücadelesi, erkeklerin kadın sorununda eğitilmelerini ve bu konuda sınıf bilinçlerini geliştirmelerini de bugünden sağlayacaktır.

Sonuç olarak kadın ve erkeğin kurtuluşu biraradadır. Bütün ezilenlerin ve sömürülenlerin nihai kurtuluşu ortaktır; kapitalizmin ortadan kalkmasından geçmektedir. Bunun dışındaki bütün çözüm yolları gerçek anlamda özgürlük ve eşitliği vaat etmekten uzaktır.

KATEGORİLER
ETİKETLER