İtalya’nın Krizi, AB’nin Geleceği

İtalya’nın Krizi, AB’nin Geleceği

İtalya ekonomik krizle birlikte siyasi krizin eşiğinde. 4 Mart’ta yapılan seçimlerde hiçbir partinin hükümeti kurabilecek çoğunluğa ulaşamaması üzerine 86 gündür iktidar krizi yaşanıyor.

Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı hükümeti kurma görevini Berlusconi’nin liderliğini yaptığı Forza İtalya’nın müttefiği aşırı sağcı Lig’e vermiş ve Lig ile popülist M5S (Beş Yıldız Hareketi) arasında görüşmeler başlamıştı. Fakat M5S’in ekonomi bakanlığı için önerdiği Paolo Savona’nın avroya karşı olan eleştirel tutumu nedeniyle Mattarelli tarafından veto edilmesi sonrasında hükümet kurma çabaları boşa düşmüştü. Bunun üzerine IMF Türkiye masasının eski şefi olan Carlo Cottarelli’ye teknokrat hükümeti kurması ve 2019 seçimlerine kadar İtalya’nın dümenine geçme görevi verilmişti. Ancak Cottarelli’ye diğer siyasi partilerin güvenoyu vermesinin zor görünmesi üzerine ağustos ayında seçime gitme kararı alındı. Beş Yıldız Hareketi ise cumhurbaşkanına tepkili ve görevden alınmasını istiyor. İtalyan basını süreci “benzeri görülmemiş”, “en dramatik kriz” olarak niteliyor.

Beş Yıldız Hareketinin popülist lideri komedyen Pepe Grillo

Beş Yıldız Hareketi lideri Luigi Di Maio ise krizin nedenlerini kredi derecelendirme kuruluşlarına bağlıyor: “Bugün 5 Yıldız Hareketi ve Lig, parlamentoda çoğunluğa sahip. Hükümet kurmaya hazırdık ama bize ‘olmaz’ dediler. O zaman açıkça söyleyelim: Bu ülkede seçim yapmak anlamsız, nihayetinde hükümete rating kurumları karar veriyor, finans ve bankacılık lobileri karar veriyor”. Ekonomi bakanı adayının veto yemesi konusunda da cumhurbaşkanını eleştirerek “Hüküm giymiş bir suçlu, vergi kaçakçısı, yolsuz biri olarak bakan olabilirsiniz. Avrupa’yı eleştiriyorsanız ekonomi bakanı olamazsınız. İfadelerini kullandı.

Aşırı sağcı Kuzey Ligi’nin lideri Matteo Salvini

Lig lideri Matteo Salvini’nin “İtalya kimsenin kolonisi değil; Almanların, Fransızların, finans dünyasının kölesi değiliz.” sözleriyle AB’nin büyük ortaklarına çatması meselenin sadece İtalyan iç politikasıyla ilgili bir kriz olmadığını gösteriyor. Bu sözler şaşırtıcı değil. Nitekim her iki hareket de seçim kampanyaları döneminde popülist-sağcı bir çizgi izlemiş ve AB karşıtı bir söylem geliştirmişti. AB’nin geleceği açısından en ürkütücü senaryolardan birisi olarak Lig-M5S hükümeti görülüyordu.

İşin özü yaşanan politik krizin arkasında AB’nin ve İtalya’nın on yılı aşkın süredir içinde olduğu ekonomik kriz yatıyor. 2008 krizi sadece ABD’yi değil, AB’nin zayıf ekonomilerini de etkisine almıştı. Yunanistan, Portekiz, İspanya ve İtalya gibi önemli üye ülkelerde kriz süreci durmuş değil. Bu ülkelerde özel sektörün ve finans piyasalarının yükünü kamu üstlenirken, bu borçlar halklara Troyka’nın (IMF-AB Merkez Bankası ve Avrupa Komisyonu) dayatmasıyla kemer sıkma olarak yansıdı. Bunun siyasi etkisi de görülmekte gecikmedi: Eskiyen sosyal demokrat, liberal, muhafazakâr (Yunanistan’da PASOK, Yeni Demokrasi, İtalya’da Berlusconi gibi) siyasal partiler seçmen nezdinde itibarını yitirip iktidarlarını yitirirken yerlerini Syriza, Podemos gibi sol reformist unsurlar veya Altın Şafak, Lig, Beş Yıldız Hareketi gibi aşırı sağcı-popülist hareketler aldı.

Beş Yıldız Hareketi bunlar içinde en dikkat çekici örneklerden biri. Komedyen, blogger Beppe Grillo önderliğindeki Beş Yıldız Hareketi ilk günden bu yana AB karşıtı söylemleriyle dikkat çekti. Kendilerini ne sağcı ne solcu ne de bir siyasi parti olarak tanımlayan hareket 2013 seçimlerinde % 25,5 oy alırken, Mart 2018’de % 31 oy oranına ulaştı. Hareketin kurucusu Grillo siyasi yasağından ötürü aday olamazken, hareketin resmi liderliğini 31 yaşındaki Luigi Di Maio yapıyor. Tabii ki hareketin dümeni Grillo’nun elinde.

Ekonomik kriz sırasında AB politikalarının belirlenmesinde Almanya ve Fransa dışındaki ülkelerin rolü giderek silikleşmişti. Bu ülkelerin öncülüğünde dayatılan kısıntı paketleri Yunanistan, İtalya gibi ülkelerin halkları tarafından AB’nin işlevselliğinin sorgulanmasına yol açıyor. Daha fazla demokrasi, özgürlük söylemiyle yola çıkan Birlik, şimdi emekçilerin haklarını budayan, sosyal kesintileri dayatan bir despot olarak öne çıkıyor. Avrupa siyasetinin yeni unsurları da AB karşıtı söylemlerle ön plana çıkıyorlar.

Yunanistan ve İspanya deneyimleri AB karşıtlığına, emekçi haklarına karşı başlatılan saldırılara karşı solun önemli bir alternatif olarak öne çıkabileceğini göstermişti. Yunanistan’da sosyal demokrat PASOK ve liberal Yeni Demokrasi Partisi’nin çökmesi üzerine SYRIZA sol bir alternatif olarak öne çıkmıştı ve en önemli vaatleri arasında kemer sıkma politikasını uygulamama bulunuyordu. Fakat gelinen noktada SYRIZA bırakın kemer sıkma politikalarına karşı çıkmayı, Troyka’nın dediklerini harfiyen uygulayan sadık bir müttefik konumunda. İspanya’da 2014’te kurulan ve 2015 seçimlerinde üçüncü parti olarak parlamentoya giren Podemos da programatik olarak SYRIZA ile benzer çizgiye sahip. Henüz iktidar olamadılar, fakat liderleri Pablo Iglesias ve Irene Montero İspanya’da mücadeleci kimliklerinden ziyade 600 bin euroya aldıkları evle gündemde. Seçimlerden önce mütevazi yaşantılarıyla gündemde olan çift için bu geleceğin çok da parlak olmadığını gösteriyor. Kısacası AB’nin içine düştüğü krizde solun ciddi bir alternatif olma şansı reformizm tarafından bertaraf edilmiş görünüyor.

İtalya’da ise yeni seçimde tablonun değişmesi beklenmiyor. La Republica’dan Stefano Folli İtalya’nın en önemli sorununu “…yeni bir birlik sağlayacak bir Macron’un ufukta görünmemesi.” olarak gösterirken, İsviçre’nin Neue Zürcher Zeitung gazetesinde AB üyelerinin İtalya’nın krizini ciddiye almaları uyarıları yapılıyor. Gazeteye göre AB’den çıkış ihtimalinin ciddi olarak konuşulması durumunda “İtalya’yı nasıl kurtaracaklarına, hatta kurtarıp kurtaramayacaklarına kafa yormalı.”. Polonya’nın Rzecspospolita gazetesinde ise Mattarelli’nin tutumu eleştirilerek “Bir sonraki seçimde düzene duyulan öfke daha da artabilir. Herkesi ikna etmeden önce popülistlerin iktidara gelmelerine izin vermek lazım. Gerçeklerle burun buruna geldiklerinde daha ölçülü davranmaya başlayacakları muhakkak.” ifadeleriyle popülist partilerin önünün açılması gerektiği savunuluyor.

AB için yıpratıcı bir geleceğin işaret fişeği İtalya’da atılabilir. Bahsettiğimiz ülke bir Yunanistan değil. 2,11 trilyon dolarlık GSYİH ile dünyanın sekizinci, Avrupa’nın da dördüncü büyük ülkesi. Krizin dibini gördüğünde böylesine devasa bir ekonominin çekip çıkarılması sanıldığı kadar kolay değil. Ağustos’ta yapılacak seçimlerde popülistlerin büyüyeceği ve İtalexist’i gündeme getireceği tartışılmaya başlandı bile.

Görüldüğü üzere şaşaalı bir reklamla demokrasi ve özgürlüklerin teminatı olarak görülen Avrupa Birliği artık kurucularının bile inanmadığı bir masala dönüşüyor. Bu da gösteriyor ki Avrupa halklarının birliği liberalizmin, serbest piyasanın, finansal aktörlerin tepeden dayatmasıyla değil, emekçi halkları barış ve kardeşlik içinde bir araya getirebilecek proleter enternasyonalizmiyle kurulabilir.

ETİKETLER