İstanbul'a Yeni İhanet Kapıda
Tayyip Erdoğan’ın 2011 yılında açıkladığı Kanal İstanbul’un geçeceği güzergâh açıklandı. 45 kilometrelik Küçükçekmece-Sazlıdere-Durusu koridoru çılgın projenin geçeceği güzergâh olarak planlanıyor. Bakan tarafından proje kapsamında ilk kazmanın bu yıl içerisinde vurulacağı açıklanırken, proje yap-işlet-devret modeliyle gerçekleştirilecek. Yani Üçüncü Köprü, Osmangazi Köprüsü, Üçüncü Havalimanı, şehir hastaneleri gibi emekçilerin sırtına milyarlarca dolarlık yük vuran, gelecek kuşakların bile ceremesini çekeceği projelerin üzerine Kanal İstanbul projesiyle tüy dikilmiş olacak.
Kanal İstanbul projesinin yaklaşık 65 milyar TL’ye mal olması öngörülüyor. Teoride her şey çok güzel. Özel sektör –tabii ki ihaleyi alacak firmaların iktidara yakın olmasına özen gösterilecektir.- finansman ihtiyacını karşılayacak, inşaatı tamamlayacak ve 20 yıl işletip devlete devredecek. Böylece kamunun sırtından tek kuruş çıkmamış olacak. Daha önce aynı modelle tamamlanan projelerin her biri bu modelin bütün yükü devletin dolayısıyla da emekçilerin üzerine yüklediğini gösteriyor. Kamu hazinesi ve bankaları projeleri yüklenecek firmaların finansmanı için garantör oluyor (Varlık Fonu’nun kuruluş amaçlarından birisi de buydu.), diğer taraftan geçiş garantileri, doluluk garantileri, yolcu sayısı garantileri gibi çeşitli tanımlamalarla özel şirketlerin gelirleri hazine tarafından garanti altına alınmış oluyor. Neticede garanti olan iki şey var: İktidara yakın şirketlerin karları, emekçilerin sırtına vurulacak ekstra yük, vergiler vs… Kanal İstanbul’un sadece inşaat ve şimdilik ayrıntılarını bilmediğimiz devletin vereceği ekonomik garantiler emekçilerin üzerindeki yükü katmerleyecektir.
İktidarın İstanbul’u bu proje ile birlikte büyük bir şantiyeye dönüştüreceği kesin. Mesele sırf kanalı açmakla bitmiyor. Milyonlarca insanın yaşadığı kocaman bir kent ortadan ikiye nasıl bölünecek, trafik nasıl sağlanacak ve bütün bunlar gerçekleşirken gündelik hayat nasıl olağan bir şekilde sürdürülecek? Birçok soru cevapsız. Gökten damla düşse trafiğin kilitlendiği bir kent böylesine ağır bir yükle nasıl baş edecek? Yine cevap yok. İstanbulluların yaşayacağı cehennemim sonu yok. Bunu düşünen de yok.
İktidarın havalimanı ve bu proje ile birlikte İstanbul’da yeni bir inşaat ve arazi rantı yaratacağı muhakkak. Güzergahın açıklanmasıyla birlikte emlak ve arsa fiyatlarında şimdiden % 70’lere varan bir artış yaşandı. Şehir Plancıları Odası Başkanı Tayfun Kahraman iktidarın niyetini şöyle özetliyor: “Bu projeyle ilgili en başında sorulması gereken şey şu: Böyle bir projeye gerek var mı? Şehircilik bilimi açısından baktığınızda, hiçbir gerekçesi ve manası olmayan, gerçekten de kamu kaynaklarını boş yere heba edecek bir projeye konsantre olmuş durumdayız. Bunun tek bir gerekçeli nedeni olabilir; o da kentte yeni arsalar yaratmak için odak noktası oluşturmak. Öte yandan kamuya büyük maliyeti olacak bir proje. Ama bunun yanında ne olur? İnşaat sektörünü bu alanlarda coşturacak ve teşvik edecek bir yatırım haline getirebilir. Bunun haricinde de geçerli bir neden görmüyoruz bu projenin yapılması için.”
Kanal İstanbul’un güzergâhının açıklanmasıyla birlikte Marmara’nın en büyük çimento üreticisi olan Akçansa’nın hisselerinin borsada en yüksek seviyelerine ulaşması şaşırtıcı değil. Kanal İstanbul AKP’nin inşaata dayalı büyüme modelinin son ve en yıkıcı halkası olacaktır.
Kanalın ekonomik maliyetinin yanında asıl geri dönülmez zarar İstanbul’un doğasına verilecektir. Havalimanı ve üçüncü köprü ile birlikte Kuzey Ormanları derin bir yara almıştı. Kanal İstanbul ile muhtemelen İstanbul’un son kalan doğal ortamının cenaze namazı kılınacaktır. Ayrıca kanal ile birlikte zaten giderek derinleşen su sorunu, elde kalan son tatlı su havzalarının yok edilmesiyle içinden çıkılmaz bir hale gelecektir.
İktidarın bu projeyi tasarlarken Karadeniz ile Marmara Denizi arasındaki doğal dengeyi hesaba kattığını sanmıyoruz. Proje gerçekleşirse birkaç on yıl sonra canlı yaşamının tükenme noktasına geleceği, hidrojen sülfür oranının artışından ötürü çürük yumurta kokusunun İstanbul’u saracağı bir döneme girebiliriz.
Ortada çelişkilerle dolu birçok nokta var. Bakanlık tarafından projenin amaçlarından biri olarak Boğaz’dan tehlikeli madde taşıyan gemilerin geçişini engellemek olarak aktarıldı. Fakat Kanal İstanbul’un tanıtımında kanal etrafında sıfır noktasında kurulacak kentin tanıtımı da yapılıyor. Boğazda tehlike yaratan bir gemi burada aynı tehlikeyi yaratmayacak mı? Öte yandan Montrö Sözleşmesi ile Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin Boğazlardan ücretsiz geçme hakkı var. Siz bu ülkelere ait gemileri ücretli bir kanaldan geçmeye yasal olarak nasıl yönlendireceksiniz? Tek yol kendi elinizle imzaladığınız uluslararası bir anlaşmayı çiğnemek.
AKP iktidarının ömrü bu projeyi gerçekleştirmek için yeterli olur mu göreceğiz. Fakat maddi şartların bir araya gelmesi halinde Erdoğan’ın olası bütün riskleri göze alarak projenin hayata geçmesi için gerekeni yapacağını biliyoruz. 2019 seçimlerinde Kanal İstanbul’un bu kapsamda bol bol seçim malzemesi olarak kullanıldığını görebiliriz.
100 yıllık ekonomik ömür biçilen bir proje için yüzlerce yılın temizleyemeyeceği bir felaket kapımızda. Emekçi sınıflar böylesine devasa bir maddi ve doğal yıkım için mücadele etmelidir.