İşçi Direnişlerinde Yöntem Tartışması: Gözaltına Alınmak İşe Yarıyor Mu? – Engin Kara

İşçi Direnişlerinde Yöntem Tartışması: Gözaltına Alınmak İşe Yarıyor Mu? – Engin Kara

Bir süredir işçi hareketinin artan eylemselliklerine tanık oluyoruz. Ancak şimdilik bu eylemselliklerin noktasal ve tekil kaldığını tespit ederek başlamak gerekiyor. Söz konusu eylemselliğin kitleselleşme ve topyekûn bir mücadeleye dönüşmesi olasılıkları var elbette. Ancak olasılıkları somutlaştırmak ve sınıf mücadelesinde kırılmalar yaratmak için doğru politik müdahalelere de ihtiyacımız var. Bu yüzden son zamanlarda çeşitli işçi direnişlerindeki çeşitli yöntemlere dair bazı tartışmaları yürütmek gerekiyor.

İşçi Sınıfının Gücü Nereden Geliyor?

Mücadele eden neredeyse herkesin şıp diye ezberden verebileceği yanıt malum: işçi sınıfının gücü üretimden geliyor.

Her türlü (ürün ya da hizmet) üretimin koşullarından başta geleni kapitalist anlamda örgütlenmiş emektir. Yani işyerinde bir arada çalışan bütün işçilerin kolektif emek süreci, o işyerindeki üretimin bütünü açısından temel bir girdidir. Dikkat edilmesi gereken husus, üretim için vazgeçilmez olanın tek tek işçilerin emeği değil bir bütün olarak emek süreci olduğudur. Bu yüzden üretimden gelen bir güç varsa bu işçilerin kolektif gücüdür.

Tek bir işçinin patronuyla ettiği kavga da pekâlâ sınıf mücadelesi sayılabilir. Ancak sınıf mücadelesini örgütleme iddiasını taşıyorsak sadece bireyler ya da kararlı grupçukların mücadelesini değil ama esas olarak işçi sınıfının kitlesel mücadelesini hedef almak gerekiyor.

“Direniş”ten Ne Anlamak Gerekiyor?

Direnmek, onurlu olmak, ahlaklı olmak gibi bireysel erdemler, değerler ile sıkça birlikte anılsa da “direniş”in çok somut bir şekilde bir mücadele, bir karşılaşma ve dolayısıyla da güç ilişkilerine göbekten bağlı olduğunu unutmamak gerekiyor. Direnişler, sınıf mücadelesinin içerisinde yer alan – genellikle gasp edilmek üzere olan ya da henüz gasp edilmiş olan bir hakkı – korumak için verilen bir mücadele biçimi. Örneğin işten atılırsanız direniş başlatabilirsiniz.

Bütün işçi direnişlerinin sahip olabilecekleri güç kapasitesi, eylemi gerçekleştirenlerin direngenliğinden çok daha fazla ölçüde, başkalarının ve en önemlisi işyerindeki, işkolundaki, o bölgedeki vb. diğer işçilerin desteğidir. Örneğin sendikalı olduğu için işten atılan işçiler sadece iş davası yoluyla da kazanabilecekleri tazminatları alıp gitmeyi düşünmüyorlarsa, işe geri dönüp sendikal mücadeleyi zafere ulaştırmak istiyorlarsa tıpkı çalışırken olduğu gibi direnirken de var olan örgütlülüğü korumaları ve henüz örgütleyemedikleri diğer işçileri örgütlemeleri zorunludur. Bunun başarılamadığı, içeriyle bağların zayıf olduğu, güçlenmediği ya da zayıfladığı direnişlerde kazanma ihtimali yok denecek kadar düşüktür.

Gözaltına Alınmak Mutlak Bir Yöntem Mi?

PTT direnişi, Migros depo direnişi, daha önce de Bimeks direnişi… Direnişleri yönlendiren sendika uzmanları işçilere sürekli olarak gözaltına alınmayı, bu şekilde gündeme gelmeyi ve böylece kazanacaklarını telkin ediyorlar.

Olağan zamanda direnişi haberleştirmeyen burjuva düzen medyası, gözaltına alındığında işçilere ne kadar yer veriyor? Olayın çok sıra dışı bir hal alması durumunda haberlerde yer bulmak mümkün olsa da gündelik yaşanan işçi gözaltıları, birkaç muhalif medya organı dışında yine haber değeri taşımıyor.

Kaldı ki gözaltına alınma haberleri çıktığında bile bu her zaman, hatta çoğunlukla mücadeleyi büyüten sonuçlar doğurmuyor. Otomatik bir ilişki yok yani. Özel durumlarda özellikle öncü işçilere yönelik polis-devlet saldırıları, işçi sınıfının mücadelesini büyütme olanağı yaratsa da bunun rutine dönüştüğü durumlarda maalesef şu negatif sonuç ortaya çıkıyor: direnişçi işçilerin diğer işçilerin zihninde yansıyan mesajı “gel birlikte dayak yiyelim” oluyor.

Yapmamız gereken çağrı tersine “gel birlikte mücadele ederek kazanalım” vurgusunu taşımalı. Sendikal bürokrasiyi eleştirirken, bu eleştirinin işe yarar sonuçlar doğurmasını istiyorsak başka çare de yok. Aksi durumda geriye sadece laf kalır.

İşçiler Neden Ankara’ya Yürüyor?

Aynı başlık Komite dergisinin internet sitesinde yer alan yazının da başlığı. Benzer sınırlı yaklaşımları burada da görmek mümkün. Yazar, 1966’da Çorum Belediyesi işçilerinin Ankara yürüyüşünden başlamış, Ankara’daki 2009-10 Tekel direnişini, 1995’teki kamu emekçileri mitingini anlatmış ve bugüne gelmiş: Madencilerin, metal işçilerinin, PTT ve Cargill işçilerinin Ankara eylemlerini ele almış. Belki unutmuş ya da hatırlamaya değer bulmamış ama biz ekleyelim, “büyük yürüyüş” deyince akla ilk gelenlerden Zonguldak’tan Ankara’ya 1991 Büyük Maden Yürüyüşü’nü atlamış.

Büyük madenci yürüyüşü de 1990’ların kamu emekçileri mücadelesi de Tekel işçileri de kitlesel ve işyeri/işkolu bakımından ciddi bir çoğunluğu arkasına almış mücadelelerdi. Son üç yıla ilişkin sayılan Ankara eylemleri ise küçük grupçuklara dayanıyor ve arkasına somut bir mücadele gücü olarak değilse de destek olarak bile kendi iş arkadaşlarını alamıyor ya da almayı hedeflemiyor. Sonuçta ciddi kazanımlar bir yana kısmi kazanımlar elde etmek bile tesadüflere bağlı kalıyor.

Ankara yürüyüşlerini, gözaltına alınmayı vb. mutlak bir yöntem olarak önermek kimilerine yeterince devrimci görünüyor olabilir ancak bu tarz bir direnişçiliğin çoğunlukla kitleleri örgütleme görevinin yerine ikame edildiğini görmek gerekiyor. Söz gelimi PTT’de işten atılan işçilerin mücadelesinin nihai sonucunu, sadece 100 günden fazladır direnen ve kararlılıkları konusunda şüphemizin olmadığı işçi arkadaşlar değil, hâlâ PTT’de çalışan binlerce taşeron işçinin desteği ve kazanacakları kararlılık belirleyecek. Yani mesele bütün PTT işçilerini Ankara’ya yürüyecek düzeye örgütleyebilmekten geçiyor. Ancak bu görev yerine gözaltına alınmayı ve haber olmayı hedefleyen bir tarz ikame edilirse maalesef sonuç pek iç açıcı olmayacak.

Sabırlı Bir Şekilde Örgütleneceğiz

İşçi sınıfı mücadelesini zafere ulaştırmak istiyoruz. Bunun için işçi sınıfının öncü kadrolarının sıkı bir şekilde birleşmesi ve emekçi halkı etrafına kenetlemeyi başarması gerekiyor.

Elbette mücadele etmekten korkmayacağız. Ancak sorun az sayıda kararlı öncü unsurun korkup korkmaması değil zaten. Milyonları bu mücadeleye katmak, onların korkularını yenmelerine yardımcı olmak zorundayız. Çalışırken de direnirken de öncü işçilerin ilk görevi, her adımı titizlikle atmak ve kitleleri mücadeleye kazanmayı hedeflemek olmalıdır.

Kitle örgütçülüğü yerine küçük kararlı bir grubun direnişçiliğinin bir faydası şudur: sıfıra yakın noktalardan birkaç basamak yukarıya çok hızlı çıkarsınız. Dikkat çeken işler hızlı bir popülerleşme sağlar ancak daha birkaç basamak sonra tıkanmaya mahkûm bir çıkış. Çıkarılan ses alınan sonuçlara değmiyorsa kaba bir gürültüye dönüşür.

Çıkaracağımız seslerin tarihe geçecek bir senfoninin ön hazırlıkları olması için çaba sarf etmemiz gerekiyor.