İran’daki İsyana Dair Önemli Hususlar – Nader Irmak
Bu yazıda İran’daki benzin protestolarının sosyo-ekonomik nedenlerine değil, protestoların durumuna bakmaya çalışacağız. Benzin protestoları adı altında başlayan kısa sürede kitlesel hale gelen protestolar, İran devleti tarafından hunharca sonlandırılmaya çalışılıyor. Bu çabalardan biri de geçtiğimiz beş gün boyunca internet erişiminin neredeyse ülke çapında engellenmiş olmasıdır. Ancak ülke içindeki resmi siteler, haber ajansları erişilebilir durumdadır. Herhangi bir sosyal medya platformuna ise ulaşılamıyor. İran yöneticileri internet engelini “milli güvenlik” söylemi ile meşrulaştırarak protestoları durdurmak için yapılması gereken en önemli tedbirlerden biri olarak görmektedirler. Ali Rabiee, Rouhani hükümetinin sözcüsü internet konusunda şöyle demiştir: “interneti kötüye kullanmayan şehirlerde internet erişimi gittikçe normalleşecektir”[1]. Ancak protestocular sürekli yeni yöntemler deneyerek yasakları aşmanın yaratıcı yollarını bulmaya çalışıyorlar, örneğin erişime açık olan resmi haber sitelerindeki haberlere gördüklerini ve bilgilerini yorum olarak yazarak birbiriyle paylaşıyorlar.
İnternet erişiminin olmadığı bu süreçte İran rejimi, sokaklardaki protestoları şiddet kullanarak bastırmaya çalışıyor ve gerçek mermi ile doğrudan halka ateş ederek onları öldürüyor. Öte yandan, ulusal televizyon kanallarında ise protestolara yönelik sahte bir ikilem yaratılarak müdahaleler meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Protestocular “haklı talepleri” olanlar ve kaos yaratmayı amaçlayan “dış mihrak” destekli unsurlar olarak ikiye ayrılıyor. Böylece protestocular yabancı güçler tarafından eğitilmiş şahıslar olarak gösteriliyor. Ülke çapında büyük bir hegemonya krizi yaşayan İslam Cumhuriyeti yöneticileri her zamanki gibi resmi mecralar aracılığıyla yaşananlara karşı zihinleri manipüle etmeye çalışıyor. Bu çabanın yanı sıra son üç günde bazı şehirlerde İslam Cumhuriyeti yanlıları, devlet tarafından organize edilerek “prostestoculara karşı” eylemler gerçekleştirmeye başladılar.Protestocuların canlarını İslam devletine ve Hamaney’ye feda edeceklerini dile getiriyorlar.
Uluslararası Af Örgütü’nün açıklamasında teyit edilmiş kaynaklara göre şu ana kadar 106 kişi İran’ın farklı şehirlerinde devlet güçleri tarafından öldürülmüştür.[2] Maalesef yerli kaynaklara göre bu rakam çok daha yüksektir ve 200 kişiyi aştığı tahmin ediliyor. Ancak internet erişiminin olmaması sebebiyle bu haberler kamuoyuna ulaşamamaktadır. Ölümlerin en çok olduğu şehirler arasında Khuzestan (Bandar-e Mahshahr) ve Kermanshah (Javanroud) yer almaktadır, bunlar Arap ve Kürt halklarının yaşadığı bölgelerdir. Paylaşılan görüntülere göre, bazı şehirlerde keskin nişancılar helikopterden doğrudan protestoculara ateş açmıştır. Öte yandan binlerce kişi “rejim karşıtı olma” suçuyla tutuklanmıştır. Bütün bunlar yaşanırken İslam Cumhuriyeti yöneticileri beyanlarında protestoculara karşı müsamaha gösterildiğini dile getiriyorlar. Bu sözde “müsamaha”nın bir örneği ise, Hamaney’e en yakın gazetelerden biri olan Keyhan Gazetesinde yer alan bir haberdir: “kiralık eşkıyaları idam bekliyor”. Keyhan’ın haberinde şu ifadeler yer almıştır: “Yargı’dan çıkan bazı haberlere göre son günlerdeki protestoları organize eden kişilerin idam cezası ile yargılanacakları kesindir. Bu husustan tutuklanan kişilerin suçu bagy[3]’dir ve şeriata göre cezası idamdır”[4].
Protestolar yalnızca sokakta devam etmemektedir. Tahran Üniversitesi öğrencileri 18 Kasım’da üniversitenin merkezi kampüsünde toplanıp rejime karşı slogan atarak sokaktaki protestoculara desteklerini açıkladılar. Ancak merkezi kampüs birkaç saat içerisinde kolluk kuvvetleri tarafından kuşatma altına alındı ve öğrenciler içeride mahpus bırakıldı. Ardından öğrencilerin dağıldığı sırada ve evlerine yapılan baskınlarda tutuklamalar gerçekleşti.20 Kasım akşamında ise Tahran Üniversitesi kampüsüne ait olan bir öğrenci yurdu alanına ambulansı Truva Atı olarak kullanan rejim güçleri yurtlara baskın yaparak 50’ye yakın olduğu tahmin edilen sol öğrenciyi gözaltına aldı. Gözaltına alınanların akıbeti henüz bilinmiyor.
Uzun süredir zaten fabrikaların mücadele etmekte olan Haft Tappeh işçileri ise Salı günü halkın protestolarına katılarak grev yaptılar. İşçilerin grevi Şuş şehrindeki bütün gündelik faaliyetleri durdurdu. Şuş’tan milletvekili olan Seit Razı Nuri dünkü meclis toplantısında Çalışma Bakanı’na şu ifadeleri kullandı: “Haft Tappeh işçilerinin protestoları bu şehri tatil haline getirmiştir. Bunun farkında mısınız?”. Birkaç gün öncesinde ise, Haft Tappeh işçilerinin bir kısmı bir bildiride Şuş halkına şöyle hitap etmişti: “Haft Tappeh işçileri olarak yarın yürüyeceğiz ve Valilik binası önünde kanuni gösterimizi yapacağız. Haft Tappeh’nin, Şuş’un ve bu bölgenin kaderi birbirine bağlıdır. Sadece Haft Tappeh işçilerinin değil, bölgenin ekonomisini yok eden bu yolsuzluk ve yıkıcı özelleştirmelere son vermek istiyoruz… Hepimizin protestoları haklıdır. Biz geçen senede olduğu gibi eylemlerimizi sizin yanınızda gerçekleştireceğiz. Eminiz ki siz de bu adaletsizlik, zulüm ve yoksulluğa karşı yanımızdasınız… Zafer bizimdir”.
Ülke içinde bütün bu olaylar yaşanırken ülke dışındaki İslam Cumhuriyeti’nin muhalif güçlerinin tutumu protesto dalgasını sahiplenme yönündedir. İran’da ne olursa olsun sürekli emperyalist ülkelerin tetikçiliğini yapan Şahçı-saltanatçı güçler (örneğin Muhamadriza Şah’in oğlu olan Riza Pehlevi’nin yanlıları) protestoların asıl sahibi olduklarını dile getiriyorlar ve ana akım medya (BBC Persian, İran İnternational, Voice of America gibi medya organları) tarafından destekleniyorlar. Bu gibi cereyanların hayallerini canlandıran şey ise bazı şehirlerde Pehlevi rejimini öven (Riza Şah ruhun şad olsun gibi) sloganlar atılmasıdır. Pehlevicilerin iktidara doyamamasının maliyetini ise sokakta öldürülen veya tutuklanarak ağır hapis cezalarına çarptırılan veya idam hükmü alacak olan insanlar ödemektedir. Bu bakımdan, Pehleviciler ile İran rejimi aslında aynı işlevi yerine getiriyorlar: biri bu protestoların lideri biziz diyerek rejimin protestoculara yönelik “dış mihrak” oldukları yönündeki söylemini pekiştirirken ve rejim ise dışarıdan gelen bu desteği kanıt olarak gösterip protestoculara en ağır şekilde müdahale ediyor. Pehleviciler son yıllarda rejime yönelik söylemlerini sertleştirirken fütursuzca ABD’nin İran’a karşı yaptırım uygulamasını ve gerektiğinde İran’ı bombalamasını savunmuş ve onun için Trump’a dilekçeler yazmışlardır.
Son olarak, İran’daki son iki yıl içerisinde yaşanan geniş çaplı kitlesel isyanlarla birlikte yeni bir mücadeleci nesil ülkenin bütün baskı ve sınırlılık içeren koşullarına rağmen sokaklarda, fabrikalarda, işyerlerinde ve üniversitelerde yeşermeye devam ediyor. Her ne kadar yurtiçi veya yurtdışında sol-sosyalist bir muhalefetin açıkça var olamayışı durumları zorlaştırdıysa da işçiler, emekçiler, köylüler, yoksullar, öğrenciler, kadınlar vs. kendi kaderini belirlemeye çalışıyorlar ve bu taleplerinden yaşanan tüm zorluklara rağmen vazgeçmiyorlar. 2018’deki yoksul ayaklanmaları sırasında ortaya çıkan “Usülcüler, Reformcular maceranız bitmiştir” sloganı bu günlerde İran sokaklarında başka bir boyuta ulaşmıştır, pekişmiştir Fakat her seferinde daha farklı bir boyuta ulaşan halk isyanları karşısında İslam Cumhuriyeti yöneticileri ise daha da sert tepkiler gösteriyorlar. Tüm bu baskı ve cezalandırma politikalarını uygularken her defasında yönetmenin klasik ifadesini daha da çok unutuyorlar: Süngüyle iktidar olursun, ama süngünün üstüne oturamazsın!
[1] https://www.mashreghnews.ir/news/1011504/
[2] https://www.amnesty.org/en/latest/news/2019/11/iran-more-than-100-protesters-believed-to-be-killed-as- top-officials-give-green-light-to-crush-protests/
[3] İslam devletine karşı silahli mücadele eden kişilerin eylemine verilen Arapça kaynaklı isim.
[4] http://www.pishkhaan.net/news/164126/.