İran’da Halk Hareketi, Komplo ve AKP – V.U. Arslan
İran’da 28 Aralık’tan beri kitlesel eylemler düzenleniyor. İslami rejim, 2009’daki halk hareketinden beri en büyük meydan okumayla karşı karşıya kaldı. Gösterilerin çıkış talebi, halkın artan yoksulluğu, işsizlik, hayat pahalılığı ile buna karşın rejimin elitlerinin zenginliği ve karıştığı yolsuzluklardı. İran’da uzunca bir süredir ekonomik taleplerle ilgili irili ufaklı eylemler düzenlenmekteydi. Hatta grevler alışıldık olaylardı ve sol-sosyalist içerikli işçi komitelerinin kendiliğinden ya da yarı örgütlü biçimde kurulduğu bilinmekteydi. Alttan alta kaynayan toplumsal muhalefet damarları ise beklenmedik yerlerde, İran’ın 2.büyük kenti ve muhafazakarların kalesi olarak bilinen Meşhed ve dini merkez Kum‘da, büyük bir tazyikle sokaklara doldu taştı ve tüm İran’a yayıldı. Bir sürü riski göze alarak sokağa çıkma cüretini gösteren eylemciler, yıllardır bastırdıkları duygularını dışa vurarak en radikal sloganları atmakta gecikmediler: “Kahrolsun İslami Cumhuriyet’”, “Diktatöre Ölüm!” Dini ulemanın merkezi Kum’da bile Hamaney aleyhine sloganlar atıldı ve bir noktada Che posteri açıldı. Eylemlerin İran’da geleneksel olarak muhafazakarlığının güçlü olduğu taşra kentlerinde başlaması ve yayılması, İran’daki İslami rejimin toplumsal dayanaklarının ne kadar zayıfladığını ortaya koydu.
Muhafazakar mollalarla arasında ciddi problemler olan ve onlarla arasındaki farkı halka göstermek isteyen cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, şiddet içermeyen protestonun bir hak olduğunu ve eylemlere sert davranılmaması talimatını verdiğini söylese de şu ana kadar 21 eylemci hayatını kaybetmiş durumda. Eylemciler ise 2009’dan farklı olarak daha sert eylemlere başvuruyor. Polis merkezleri, polis arabaları ve çeşitli hükümet binaları ateşe verildi, sokaklarda barikatlar kuruldu. Yine de Mollaların halk hareketini bastırmakta dikkatli davrandığını söyleyebiliriz. İran’da Sepah olarak da adlandırılan ve muhalifleri ezmede acımasızlığı ile bilinen Devrim Muhafızları henüz devreye sokulmadı. Bu unsurların yerine Ruhani yönetimi eylemleri polisle bastırmayı seçti. Diğer taraftan eylemlerin daha da büyümesi durumunda Hamaney‘e bağlı Devrim Muhafızları’nın sokağa salınmasına kesin gözle bakmak gerekir.
Emekçiler Sahaya İndi
2009’da cumhurbaşkanlığı seçimlerine hile karıştırılmasına karşı on binler Tahran sokaklarını doldurmuş, uzun bir zaman dilimine yayılan eylemlerde 70 eylemci katledilmişti. Eylemlerin liderliğini yapan Yeşil Hareket, Musavi ve Kerrubi gibi rejimin içerisinden gelen ılımlı burjuva liderler tarafından kontrol ediliyordu. Bu sefer işler daha farklı. Bir kere bu seferki eylemciler eğitimli orta sınıflar ve öğrencilerden farklı olarak emekçi ağırlıklı. İşsizler ve düşük ücretle çalışmak zorunda olan gençler, eylemlerin motor gücü. Açıklanan resmi rakamlara göre gözaltına alınan yüzlerce protestocunun tamamına yakını 25 yaş ve altındakilerden oluşuyor. Halk hareketinin öne sürdüğü sınıfsal talepler ve emekçi gençliğin 2009’a göre eylemlerde daha ön planda olması, protestolara büyük meşruluk kazandırıyor. İslami rejim şunu gayet iyi biliyor, eğer yoksul mahalleler alev alırsa ve genel grev devreye girerse işin ucu kaçabilir.
Halk hareketinin en büyük sorunu ise Molla rejiminin politik alternatifinin belirsiz olması ve halk arasındaki örgütlülüğün olmayışı. 1979’da Şah’ın devrilmesine giden olaylar zincirinde eylemlerde hayatını riske atan insanların bir kısmı sosyalist örgütlere, bir kısmı da Humeyni gibi Mollalara güveniyordu. Yeni bir düzen arayışının doğal sahipleri mevcuttu. Şimdi ise düzenin alternatifi ortada gözükmediği gibi Suriye’nin ibretlik hali ve akbaba gibi bekleyen ABD-İsrail-Suudi Arabistan üçlüsü eylemlerin ivmelenmesine ket vuruyor.
Oysa devrimci potansiyeller oldukça büyük. Eğitimli orta sınıflar, beyaz yakalı emekçiler, öğrenciler, aydınlar, kadın hareketi ve örgütlü işçi sınıfının büyük bölümü İslami rejimden nefret ediyor. Son eylemler örgütlü olmayan emekçi yığınların da rejimden tamamen kopmakta olduğunu gösterdi. Azeriler, Kürtler, Araplar, Sünniler vd. azınlık grupları da aynı şekilde rejimden çoktandır kopmuş durumda. Rejimi ayakta tutan şey ise elinde tuttuğu kocaman sopadan başkası değil. Halk da elindeki sopayla İran’ı soyup kendilerini bastıran bu dinsel oligarşiye karşı iyice bilenmiş durumda.
İran, Ortadoğu’daki yükselen mezhep gerilimlerinde Şii güçlere yaptığı destek sayesinde Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de büyük askeri ve diplomatik zaferler elde etmesine rağmen halkın gözünde bunların çok az değeri var. Eylemlerde atılan “Ne Gazze, Ne Lübnan, Canım Feda İran” sloganı bunun bir dışavurumu. Rejimin kendi liderliği altında toplumu birleştirme, duygudaşlık yaratma, milli ya da dini heyecanlarla hegemonyasını pekiştirme kabiliyeti kalmamış. Rejimden duyulan nefret çoklarının Şah zamanını iyi yad etmesine yol açıyor. Örgütsüzlük ve perspektif yokluğu kafa karışıklığına sebep oluyor. Diğer taraftan kadın hakları, insan hakları, özgürlük talepleri, yolsuzluk karşıtlığı ve emek merkezli söylemler, toplumsal muhalefetin ana karakterini teşkil ediyor. Bu da İran’da sol değerlerin halk arasında ciddi bir etki sahibi olduğunun bir kanıtı.
Son eylem dalgası, neoliberal Ruhani’nin “ılımlı Molla rejimi” tasarısının iflasını ortaya serse de kadınların zorla örtüye sokulmasını sorgulayan, halkın protesto hakkını dillendiren Ruhani’nin halk arasındaki etiketi “kötünün iyisi” olmaya devam edecek. Eylemler bastırılsa ve sönümlense bile halktan gelen baskı, rejimi zorlamaya devam edecek. İslami dayatmaların da süreç içerisinde bir adım daha gevşemesi sürpriz olmayacak. Bakınız 2017 sonunda Tahran polisi İslami örtünme kurallarını ihlal eden kadınların bundan sonra gözaltına alınmayacağını açıklamıştı.
Komplo
İran’daki son halk hareketi, çokları tarafından derhal ABD’ye ihale edildi. Trump‘ın ve İsrail’in İran’daki hareketi destekleyen açıklamaları da bu iddialara “kanıt” oldu. ABD ve İsrail’den gelen bu gibi açıklamaların Molla rejiminin işene yaradığı çok açık olsa da “İran’ı dışarıda yenemeyenler içeriden karıştırmayı deniyor!” düşüncesi yine de çok yaygın. Bir takım görünmez ellerin istedikleri yerde karışıklıklar çıkarabileceği yönündeki komplocu bakış, her şeyi aşırı derecede basitleştirdiği için ya tarafgirliğin kasıtlı saptırması olabilir, ya da düşünsel kapasite noksanlığının bir göstergesi. İran’da 30 yıllık rejim karşıtı öfke; yolsuzluklar, zorbalıklar ve fakirliğin birikimine tepki olarak sokağa taşarken bunu ABD’nin bir oyunu olarak anlatmak, ciddiye alınacak bir iddia olamaz. Bu, sokakta can veren insanlara ve genel olarak halk hareketine yapılmış ucuz bir kara çalma girişimidir.
Diğer taraftan emperyalist güçlerin toplumsal hareketleri maniple etmeye ve kullanmaya çalıştıkları kimse için sır değil. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus, toplumsal hareketin içeriğidir. Hareketin talepleri, varsa liderliği ile genel doğrultusu ve içerisindeki ilerici potansiyeller incelenmelidir. Bu açıdan bakıldığında İran; bir Suriye, Libya ya da Ukrayna değildir. Bu üç ülkedeki son toplumsal hareketler sağcı, milliyetçi ve dinci-mezhepçi bir karakterdeydi. Bu ülkelerdeki eylemlerin liderliği zamanla Selefi İslamcılar ve Neo Nazi grupların elinde toplanmıştı, çünkü sürecin doğrultusu o yöndeydi. Ve bu gruplar baştan aşağı ABD-AB emperyalizmi ile Körfez gericilikleri tarafından yönlendiriliyordu. İran’da ise halk hareketinin tabanı soldur, işçi sınıfı talepleri ön plandadır ve bunun yanında atılan sloganların büyük çoğunluğu ilerici bir mahiyettedir. Örgütsüzlüğün neticesi olan kafa karışıklığı ve çeşitli burjuva unsurların müdahalesi ise eşyanın tabiatı gereğidir.
Özetle kitle hareketleri karşısında gözü kapalı bir şekilde devrim güzellemesi yapmak ne kadar tehlikeli ise örneğin Mısır ve Tunus’u ayırmadan Arap Baharı‘nı toptan mahkum etmek de bir o kadar halk karşıtlığıdır. Unutmamak gerekir ki bugün Putin rejimi 100.yılında Ekim Devrimi‘ni devlet televizyonlarından bir çeşit renkli devrim olarak lanse etmiştir. Yani komplo kafasının varacağı yer burasıdır: Halk ve devrim karşıtlığı.
AKP Diktası Ne Hissediyor?
Türkiye’de otoriter tek adamı rejimi kurumsallaştıkça AKP Türkiyesi ile İran arasındaki benzerlikler daha çok göze çarpar hale geldi. İran’daki devlet terörü ve baskılar, elbette ki çok daha ezici; ama iki ülkede de otoriter İslamcı iktidarlar, bir yandan halka dinsel dayatmalar uygularken diğer yandan emekçi düşmanı serbest piyasa kurallarına sadakatle bağlılar ve yandaşlarının ceplerini doldururken kendi avantalarını cebe indirmeyi de ihmal etmiyorlar.
RTE ve ekibi çoğaltabileceğimiz bu gibi benzerliklerin tabi ki farkında olduğundan İran’daki son halk hareketi işlerine gelmeyen bir gerçeği onlara hatırlatıyor: Polis devleti olan İran da bile halkın öfkesi kendisine bir kanal buluyor ve ortaya çıkan enerji hızla yıkıcı hale geliyor. Örgütlü muhalefeti bastırabilir, medyayı susturabilirsin; ama bir kere protesto başladığında basit nedenler ve talepler bile hızla büyük meydan okuyuşlara dönüşüyor. Üstelik geleneksel olarak muhafazakar olan örgütsüz yoksul halk da muhalefet saflarına geçiyor, eylemlere katılıyor. Eylemleri bastırmaksa çok insan öldürmeyi mecburi kılıyor. Bu sefer dünya ayağa kalkıyor, büyük emperyalist odaklar olaya müdahil olmaya çalışıyor vb.
RTE’nin kafasında bu denklemler dolaşıp duruyor. Mecburen dolaşıp duruyor, çünkü olağan burjuva mekanizmalar devre dışı bırakıldığında, olağanüstü hal kural hale getirildiğinde toplumsal hareketler de olağan araçlardan mahrum kalmış olur. Toplumsal muhalefette enerji birikimi yüksek olduğunda basit talepler bile yıkıcı bir enerjinin patlamasına yol açabilir. Gezi İsyanı, bir çevre eylemi olarak başlayıp geniş bir halk hareketine dönüşmüştü. O günden bugüne dek AKP de yeni bir Gezi’nin çıkmasından korkar durumda. Biliyorlar ki yeni bir Gezi’yi bastırsalar bile ellerini fena halde kana bulamak zorunda kalacaklar ve artık tüm dünyada Saddamlaşan bir rejim muamelesi görecekler. Saddamlaşan diyoruz, çünkü İran’da Molla rejiminin belirli bir kurumsallığı var, RTE ve etrafındaki klik ise Saddam ve etrafındaki kliğe daha çok benzemektedir.
Sonuç
İran’dan çıkarmamız gereken en büyük ders ise sosyalist örgütlülüğü arttırmamız gerektiğidir. Emekçiler ve gençler ne kadar öfkeli olurlarsa olsunlar önlerini görmek isterler. Ne için savaştıklarını ve bu savaştaki rehberlerini bilmeden mücadele etmek, kavga kapasitesini inanılmaz azaltacaktır. Unutmayalım Gezi sürecinde yaşadığımız biraz da bu tıkanmaydı.
Emekçilere dayanmak ve toplumsal mücadeleyi emek ile sermaye arasındaki çelişkiye dayandırmak zorundayız. İran’da emekçilerin harekete geçmesinin bu ilk adımlarında bile rejimin bu derecede sarsılması boşuna değildir. İşçi sınıfı bütün toplumun lideri olarak diktatörlere ve soygunculara karşı halkı birleştirme ve ona öncülük etme yeteneğine sahiptir. RTE rejimine karşı mücadelenin içeriği hakkında İran deneyimi sınıf merkezli mücadelenin gücünü göstermiştir.
Anti-emperyalizm bayrağının her daim ancak sosyalistler tarafından dalgalandırılabileceğinin vurgulanmasının önemi de İran deneyimlerinden bir diğeridir.
Türkiyeli sosyalistler olarak İran’ı yakından takip etmeye, İranlı sosyalistlerle dayanışma içerisinde olmaya devam edeceğiz.
Ortadoğu’da sosyalist devrimler için en iyi çıkış noktasında yaşadığımızın farkında olarak tarihin bizlere yüklediği devrimci sorumlulukların bilincinde olmak ve bunun hakkını vermek boynumuzun borcudur.