Humus'ta Katliam (V.U. Arslan)
Suriye ve Irak’ta hemen her gün katliam yaşandığı için katliam haberleri artk sıradan hale geldi. diğer taraftan geçtiğimiz günlerde Humus’ta gerçekleştirilen katliam, hem canavarlığın boyutu hem de siyasal anlamı açısından tarihe not düşecek nitelikte. Suriye’de, Humus kent merkezinin güneyinde yer alan, çoğunlukla Alevilerin yaşadığı Akrama mahallesinde bir okula yönelik art arda gerçekleştirilen biri intihar saldırısı olmak üzere iki bombalı saldırıda, 46’sı 6-12 yaş aralığındaki çocuk olmak üzere en az 53 kişi katledildi. Yani saldırganlar sadece Alevi oldukları için çocukları katlettiler. Saldırıyı henüz üstlenen olmadı, ama olağan şüphelilerin başında Nusra Cephesi ve diğer İslamcı unsurlar geliyor. Mahallenin sakinleri, güvenlik zaafiyetini engelleyemeyen Humus valisini protesto ettiler.
İç savaş boyunca yerleşim yerlerinin bombalanması yüzünden aralarında çocukların da olduğu çok sayıda sivil katledildi, katledilmeye de devam ediyor. Ama doğrudan doğruya okulun bombalanması ve çocukların hedef seçilerek katledilmesi, nasıl bir nefret ve gaddarlıkla hareket edildiğini gösteriyor. Dediğimiz gibi katliamı henüz üstlenen olmadı, ama olağan şüpheliler olan Nusra ve diğer İslamcılar’ın Alevi katliamı konusunda sicilleri bir hayli kabarık. 2012’de yine Humus’ta Akrab’da, geçen yılın sonunda Şam’ın dışındaki Adra bölgesinde ve bu yılın başında Lazkiye kırsalında yüzlerce Alevi toplu kıyıma uğradı. Esad’ın düşmesi durumunda Alevileri büyük bir soykırım tehlikesiyle burun buruna geleceği şüphe götürmez. Aynı şekilde Hıristiyanlar, Dürziler ve Şiiler açısından da durum pek farklı olmayacaktır.
Aleviler Neden Hedef Alınıyor
Aleviler, tıpkı Ezidiler ya da Dürziler gibi Sünni köktenciler tarafından sapkın ve kafir olarak görülüyorlar. Bu durumu Türkiye’den de biliyoruz. Yani Aleviler “katli vacip” kategorisindeler. Bu yüzden de yüzlerce yıllık bir hayatta kalma mücadelesinin içerisinden sıyrılıp gelerek bugüne kadar ulaştılar.
Diğer taraftan muhalifler Suriye’deki Baas rejimini hep bir Alevi rejimi olarak lanse ettiler. Suriye’deki iç savaş da bu mezhepsel farklılık üzerine inşa edildi. Baas kliğinin başı olan Esad ailesinin Alevi kökenleri ve yine rejimin kilit noktalarındaki Alevi varlığı, mezhepsel fay hatları üzerinden Suriye devletinin çökertilebileceği yaklaşımına neden oldu. Peki Suriye’de Sünni çoğunluk eziliyor muydu? Hayır. Hatta Esad ailesi, Alevi kimliklerini hep geri planda tutmaya çalışıyordu. Kamuoyuna açık bayram namazı gibi merasimlerde hep Sünni gibi davranıyor ve hatta gerek Beşar gerekse de kardeşi Mahir, Sünni gelinlerle evleniyorlardı. Hatta Alevi inanç sistemi, ibadet yerleri ve din adamları devlet tarafından kollanmak bir yana tamamen ihmal ediliyordu. Suriye toplamının %12-13 gibi bir kısmını oluşturan, genel olarak Lazkiye ve diğer kıyı şehirleri ile Hama ve Humus’taki ciddi bir azınlık olarak yoğunlaşan Alevi nüfus da devlet memurluğu dışında kırsal kesimde yoksul bir hayat sürmekteydi.
Esas Mesele Rejimin Dış Politika Tavrıyla Alakalıdır
Baas rejimi, dış politikada SSCB bloğunun bir parçasıydı. 1990 sonrasında da Arap milliyetçisi çizgisi devam ettirilmiş ve dış politikada Rusya ve İran ile yakın temas sürdürülmüştü. Özellikle İran’ın Suriye üzerinden Lübnan ve Filistin’e dek uzanarak İsrail’i menziline alması, Esad’ı hedef haline getiriyordu. İsrail’in düzenli olaral taciz ettiği Suriye, aynı zamanda ABD’nin hedefindeydi. Baas rejimi diğer taraftan PKK’den Filistinli gruplara kadar dünyadaki birçok muhalif gerilla grubuna da ev sahipliği yapıyor, imkanlarından faydalandırıyordu. Tabi ki Suriye dış politikası ile çelişmedikleri ölçüde.
Beşar Esad, babası Hafız’dan farklı olarak ekonomik alanda hızlı liberalleşme yoluna gitti. Bu süreçte bir yandan piyasa canlanırken diğer yandan Baas devletinin olağanüstü hantallığı, yaygın rüşvet, halkın genel yoksulluğu ve sert politik baskı devam ediyordu. Baas rejimi farklı kimliklerin birarada huzurla yaşayabildiği bir ülke yaratmıştı. Ermeniler, Türkmenler, Çerkezler, Hıristiyanlar, Aleviler, Sünniler, Şiiler, Dürziler… Eğer Baas’ın siyasal tekeline yönelik bir eleştirel tavrınız yoksa Suriye’de baskı görmezdiniz. Siyasal muhalefet işine girişirseniz baskıyı da anında yerdiniz. Ama bunun dışında salt kimliğinden ötürü baskı görmekten bahsedilemezdi. Bu yüzden Sünni çoğunluğun ezilmesi söz konusu değildir. Suriye’de ezilen kimlik Kürtler’di. Suriye’yi uzun yıllar boyunca üs olarak kullanan PKK, Esad rejimine Suriye Kürtleri konusunda muhalefet yapmayacağı konusunda güvence vermişti. Ama Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması ve ardından yakalanmasından sonra durum değişti. Rojova’da örgütlenme çabaları hızlandı. 2004’te Kamışlı’da PYD’nin ilk örgütlenme çabaları kanla bastırılmıştı.
İç Savaşın Başlaması
Arap Baharı’nın rüzgarları Suriye’ye ulaştığında barışçı ilk gösterilerin alev alması zor olmadı. Haklı taleplerle meydanları dolduran kitleler, aslında Esad rejimine en zor günlerini geçirtiyordu. Rejimin savunması, göstericileri polis ve askerle dağıtmak ve bu arada yönetim yanlısı büyük karşıt gösteriler düzenlemekti. Sonrasındaysa silah devreye girdi. İdlib’te Türkiye sınırı yakınlarındaki Cisr Şugur’da yüzden fazla asker silahları teslim alındıktan sonra infaz edildi. Eylemlerde silahı ilk kimin kullandığı ise hala meçhul. Neticede iş silahlı eylem boyutuna kaydıkça eylemlerin kontrolü de silahı veren Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerin eline geçmiş oldu. Böylelikle Suriye “devriminin” kontrolü artık emperyalizmin eline geçmişti. Suriye’nin can damarlarına mezhep savaşı zehiri zerk edilirse rejimin düşüşü çok kolay olur diye düşünülüyordu. Rejime ömür biçenler kah bir kaç hafta, kah 3-5 aydan bahsederken rejim düşünüldüğünden çok daha dayanıklı çıktı. Baas ülkenin uzak köşelerinde kontrolü kaybederken devlet düzenini sürdürmeyi ve ayakta kalmayı başardı. Maaşlar ödendi, ülkenin ekonomik yapısı çökmedi, en önemlisi Rusya olmak üzere uluslararası müttefikler kaybedilmedi, diplomasi alanı etkin bir şekilde kullanıldı, ilk baştaki saf değiştirmeler durdu, yüzlerce farklı noktada devam eden iç savaşa dayanıldı, hatta bir süre sonra sahada üstünlük ele geçirildi… Yani mezhep ve silahlı ayaklanma kozu, aslında geri tepmişti. Silahlı ayaklanma ve İslamcı radikallerin etkinliği, belki de Esad’ın ayakta kalmasını sağladı. Esad rejimi açık ki Alevilerin ötesinde bir toplumsal desteğe dayanıyordu. Hıristiyanlar ve diğer dini azınlıkların yanısıra kentli orta sınıflar ile laik yaşamı benimsemiş ılımlı Sünni halk da rejimden yana tavır aldı. Rejim muhaliflerinin bir kısmı bile sahada inisiyatifi ele geçiren dinsel fanatiklerin radikalliği karşısında kötünün iyisi yaklaşımıyla rejimden yana pozisyon değiştirdiler. Neticede bugün iç savaş dengeleri kolay değişecekmiş gibi görünmüyor. Esad, her cephede durumu toparlasa da silahlı yüz binin üzerindeki isyancıyı kesin bir yenilgiye uğratacak güçte değil. Özellikle yabancı cihatçılar, ayaklanmanın hem vurucu gücü oluyor hem de moral bozukluğu vb durumlar neticesiyle teslim oluşları engelliyor. Bu da iç savaşın çok uzun yıllara yayılarak uzamasını beraberinde getiriyor. Oyun değiştirici bir güç olarak sahneye çıkan IŞİD de ABD önderliğindeki güçlerin saldırılarıyla bu niteliğini kaybedebilir.
1981’de Hama ve Humus’ta Müslüman Kardeşler’in çıkarttığı ayaklanmada da aynı taktik izlenmiş ve mezhepsel fay hatları hedef alınmıştı. Ayaklanma sırasında Aleviler hedef alınmış ve günah keçisi olarak katledilmişlerdi. Rejim de büyük bir sertlikle ayaklanmayı bastırmış ve şehrin bir takım Sünni mahalleleri ayaklanmanın bastırılması sırasında yıkılmıştı.
Suriye’deki Alevi katliamlarının Türkiye’de yeterince yankı bulmaması özellikle Arap Alevi kamuoyunda ciddi şekilde can sıkıntısı yaratıyor. Burjuva basının bu katliamı görmezden gelmesinde şaşırtıcı bir yan yok. Ama sosyalist sol basının bu meseleye daha hassas davranması gerekiyor. Bu eleştirinin haklılık payı yüksek. Diğer taraftan Aleviler ve bilhassa da Arap Alevileri, bu katliamları protesto etmek ve gündeme getirmek için daha çok çaba sarf etmeliler. Kürt halkının bu konudaki hassasiyeti ve mobilize olma becerisi ortadadır. Bu konuda sosyalist örgütlere de görevler düşmektedir, tabi ki doğru bir çizgiyi muhafaza ederek.
Ortadoğu’nun içine sürüklendiği sekter mezhep kavgalarından kapitalizm altında kurtulmasının imkanı yok. Aksine bu köhnemiş düzen bu çatışmalardan besleniyor. Emperyalist güçler bu kavgayı sürekli körükleyerek ellerini Ortadoğu’nun üzerinden çekmiyor. Bu cendereden çıkışın tek yolu mezhep çatışmalarının yerini alacak sınıf kavgası temelinde yükselecek bir sosyalist devrimdir. Ortadoğu için “ya sürekli devrim ya sürekli katliam” ikilemi olanca yakıcılığıyla kendini göstermektedir.