Hırsız Reza’ların Değil, Atom Karınca Rıza’ların Futbolunu İstiyoruz – Çağın Erdinç

Hırsız Reza’ların Değil, Atom Karınca Rıza’ların Futbolunu İstiyoruz – Çağın Erdinç

Rıza Çalımbay. Nam-ı diğer “atom karınca.” Türkiye futbol tarihinin belki de en çok emek veren sporcularından biri. Akraba, eş, dost “tavsiyesiyle” değil, dişiyle, tırnağıyla önce Beşiktaş’ın A takımında ardından Türkiye milli futbol takımının A kadrosunda çok iyi işler yaptı. Babasının “kapıcı” olmasından her zaman iftiharla bahsetti. Hatırlayanlar vardır. 2005 yılındaki Beşiktaş-Fenerbahçe derbisinde bir grup kendini bilmez “Rıza Efendi, 2 Ekmek; 1 süt” pankartıyla geldi stadyuma. Olmayan akıllarınca Rıza Çalımbay’ı aşağılamak istiyorlardı. Rıza Çalımbay maçın ardından “Neden böyle bir pankart açıldı anlamadım. Evet, babam kapıcı. Ben onun emekçi olmasıyla gurur duyuyorum. Bunu bana hatırlatarak beni rencide edeceklerini mi sanıyorlar” dedi.

Rıza Çalımbay Türkiye sporu için bir semboldür. Mütevaziliği sebebiyle bugüne kadar çok az konuşulmuştur. Zaten onun derdi hiçbir zaman çok konuşulmak olmadı. Fatih Terim gibi ağdalı sözcükler kullanıp pohpohlanma çabasıyla hareket etmedi. Yılmaz Vural gibi Almanya akademisini bitirdiğini sabah akşam gündeme getirip iktidara yağ çekme derdiyle adım atmadı. Bu yüzden Rıza Çalımbay kıyıda köşede kaldı; fakat tekrar vurgulamak gerekirse, Türkiye sporu için her zaman bir sembol oldu. Münir Özkul karakterinin Yeşilçam filmlerinde sembol olması gibi Yeşilçam’da “iyi insan” denilince akıllara nasıl ki Münir Özkul geliyorsa, sporda da Rıza Çalımbay ismi öne çıkıyor.

Türkiye sporu açısından sembol olan bir başka isim daha var. Reza Zarrab. Nam-ı diğer “hırsız Reza.” Bu şarlatan, dört bakanı ayakkabı kutularıyla, kimilerini çikolata kutularının içerisindeki milyon dolarlarla parmağında oynattı. Reza Zarrab denilen şarlatanın az bilinen bir özelliği daha var. Kendisi futbola ilgilidir. Hatta malumunuz, kendisi Beşiktaş locasının en pahalı bölümünü satın almıştır. ABD’de yakalanmasaydı, bu seneki maçları locadan izleyecekti.

Zarrab’ın futbolla tek ilişkisi bu değil. Kendisi yıllarca hükümet kanadı yoluyla bizi yolmuş. ABD’deki mahkemelerde bunu bizzat itiraf etti. Diğer itiraflarının yanında bu itirafı devede kulak kaldı fakat önemsemek gerekiyor. Neden mi? E- Bilet denilen sistemdeki paraların Reza’nın cebine gittiği ortaya çıktı. Nasıl mı? Hemen açıklayalım.

İran’ın doğalgaz ve petrol satışlarından elde ettiği parayı yaptırımlar nedeniyle uluslararası piyasada kullanamadığını anlatan Zarrab, bunu aşmak ve ambargoyu delmek için Türkiye’de bir bankada hesap açmaya çalıştıklarını, Aktif Bank’ı bu bağlamda kullandıklarını söyledi.

Aktif Bank’ta hesap açılması için dönemin Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış’ın kendisine aracılık ettiğini aktaran Zarrab, sonrasında bankanın genel müdürüyle görüştüklerini ve hesabın da açılabildiğini belirtti.

Hesabın günlük işlem hacminin 5 ila 10 milyon avro arasında olduğunu da kaydeden Zarrab, bir süre sonra kendisinin aradan çıkarıldığını ve Aktif Bank’ın İranlılarla doğrudan çalıştığını da ifadelerine ekledi. Ayrıca Zarrab, Aktif Bank’tan istediği zaman para çektiğini, kredi adı altında ciddi meblağlar aldığını da sözlerine ekledi. Bu “ciddi meblağlar” bizim paralarımız. İnsanların maç izlemek için verdikleri bilet paralarının kimin cebine gittiğini Zarrab itiraf etmiş oldu.

Bu meseleyi biraz daha açalım. “Aktif Bank’la futbol maçı biletleri arasında ne gibi bir ilişki var?” diyebilirsiniz. Hemen anlatalım. Bu kirli çark piramidinin en tepesinde kim var dersiniz? Evet, bildiniz.

Passolig sözleşmesi, Türkiye Futbol Federasyonu ile Netaş ve Tayyip’in damadı Berat Albayrak’ın CEO’luğunu yaptığı Çalık Holding’e ait E-Kent Konsorsiyumu arasında 2013 Ağustos’unda imzalandı. Passolig uygulamasına göre taraftarlar, herhangi bir maça bilet alabilmek için ya da kombine kart satın almak istediklerinde, ev adreslerini, TC kimlik numaralarını ve fotoğraflarını bankaya beyan etmek zorundaydı. Taraftarların bilet almak için verecekleri ayrıntılı kişisel bilgiler Aktif Bank’ın PTT Bank şubelerinde toplanıyordu. İşin en kilit yönü ise, taraftarların verdiği E bilet paralarını hâlâ Aktif Bank organize ediyor. Paranın nasıl organize edildiğini Reza Zarrab itiraf etti! Mahkemede açıkça Çalık Holding’e ait Aktif Bank’la birlikte hareket ettiğini anlattı. İstediği zaman para yatırdığını, istediği zaman para çektiğini söyledi. Mahkemedeki en can alıcı nokta ise savcının sorduğu “Gelirlerinizin önemli bir kısmı Aktif Bank’tan mı geliyordu?” sorusuna Zarrab’ın “kesinlikle” diye yanıt vermesiydi. İşin özeti, kişisel bilgilerimiz, bilet paralarımız ve Zarrab’ın paraları aynı kaynakta toplanıyormuş. Bu kaynaktan ise Zarrab’ın cebine akıyormuş! Stadyumlarda izlediğimiz maç oranında Reza denilen tosuncuğu besliyormuşuz da haberimiz yokmuş!

E-Bilet Uygulaması Derhal Son Bulmalıdır!

E-bilet meselesinde Aktif Bank’ın seçilmesinin tesadüf olmadığını zaten ifade etmiştik. Aktif Bank, Çalık Holding’e ait olan bir kurum. Çalık Holding ise Tayyip’in damadı Berat Albayrak tarafından yönetiliyor. Bu mesele mecliste defalarca gündeme geldi; ancak muhataplardan ses çıkmadı. 3 yıl önce Gürsel Tekin, spor bakanına sorulması amacıyla meclise 10 soru önergesi verdi; fakat sorular yanıtsız kaldı. E bilet meselesindeki organizasyon ısrarla Aktif Bank’ta bırakıldı. Bu ısrarın tek sebebinin klasik AKP zihniyeti olduğunu düşünmüştük: “Yandaş şirketlere ihaleleri ver, zengin olsunlar!” Futboldaki çarkın düşündüğümüzden çok daha kirli olduğunu Reza Zarrab bizzat itiraf etti. 

Bu kirli çarkın değdiği tek noktanın Reza Zarrab’la sınırlı olduğunu garanti edebilir miyiz? Asla! Neler döndüğünü bilmiyoruz. Bu yüzden E-bilet organizasyonu derhal son bulmalıdır. Kimse bize “sporda şiddeti önlemek için E-bilet sistemini getirdik” masalını anlatmasın. Söyleyin, E- bilet sporda şiddet konusuyla alakalı hangi sorunu çözdü? E-bilet sistemi çıktığından beri “sahalarda görmek istemediğimiz” ne kadar olay varsa gördük; duymak istemediğimiz ne kadar küfür varsa duyduk. Yandaşların cebini doldurmak ve Reza’yı zengin etmek bir sorun çözme yöntemiyse E-bilet mükemmel işler başardı! Bunun dışında, taraftarı soyup soğana çevirmek ve fişlemek dışında bir halta yaramadı! Aslında bir taşla 3 kuruş vurulmuş oldu. Malum, E-bilet sistemi Gezi sürecinde taraftarların muhalif tonunun arttığı dönemde çıkartıldı. Fişlenmeden korkan insanlar bu dönemde maçlara gitmedi. Tribündeki muhalif sesler giderek kısıldı. Yandaş çalık holding zengin edildi ve Reza Zarrab’ın paraları “güvenli” bir şekilde Aktif Bank’ta korundu. Bir taşla üç kuş!

AKP: “Rıza Olma Reza Ol”

Yazının girişinde ifade etmiştik. Hayatın her alanında olduğu gibi sporda da iyiler ve kötüler vardır. İyilik ve kötülük kavramları bazı isimlerde vücut bulur. Endüstriyel futbolun henüz bugünkü kadar spora nüfuz etmediği süreçlerde iyi insanların adını ne kadar sık duyuyorduk değil mi? Babalarımız, dedelerimiz Metin Oktay’lardan, onların dik duruşundan bahsederdi. Kapitalizmin, sporu bugünkü kadar kirletmediği dönemde “ego” yerine mütevazilik; zenginlik yerine sadelik ön plana çıkıyordu. Son model arabalarla kulüp başkanlarının, sporcuların hava atmaları değil, Baba Hakkı’ların, Lefter’lerin toplu taşıma araçlarıyla maçlara geldiği süreçler ön plana çıkıyordu.

Farkında mısınız? Futbol her geçen gün daha fazla kirleniyor. Artık her “başarının” arkasında emeğin değil paranın olduğunu biliyoruz. Takımların galibiyetlerinden sonra mutlaka şike iddiaları gündeme geliyor. Verdiğimiz bilet paralarının nereye gittiğini bilmiyoruz (artık biliyoruz)  Futbol dünyasının egosu şişik tiplerinin parlatılıp önümüze konulmasını izliyoruz. Mütevazi, aklı başında, doğru düzgün insanların ise kıyıya köşeye itildiğine tanık oluyoruz. Egosu kadar mimiği olan Fatih Terim Türk sporunun kurtarıcısı olarak görülürken genç sporcuları futbola kazandırmak adına başarıları elinin tersiyle iten Altınordu Futbol Kulübü’nün attığı adımlar haber değeri bile taşımıyor. Liste uzar gider. Reza Zarrab gibi “kurnaz” bir profil allanıp pullanıp kendisine loca tahsis edilirken Rıza Çalımbay gibi isimler için medya alanında “Rıza Hoca iyi insan ama biraz şey…” gibi cümleler kuruluyor. “Şey”den kasıt şu: “Rıza Hoca iyi insan ama egosu yok; hak yemiyor; pohpohlanmayı sevmiyor; emekçi babasıyla övünüyor; kavga etmiyor. Böyle olunca da ‘para’ etmiyor” Reza gibi olursanız hem AKP tarafından sevilir hem de kulüp başkanları tarafından locada ağırlanırsınız. AKP’nin ve endüstriyel sporun söylediği şey çok açık: “Rıza olma; Reza ol!”

Emekçiler Stadyum İnşaatlarında Ölsün; Ama Maçları Bile İzleyemesinler!

Sporda öyle bir dönemin içerisinden geçiyoruz ki, emekçiler giderek futbolun dışında bırakılıyorlar. Salt yetenekle futbolcu olmak namümkün! Futbolcu olmanız için eşiniz, dostunuz, akrabanız “nüfuzlu” bireylerden oluşacak ya da nüfuzlu bireyleri tanıyacak. Paf takımdan A takıma yükselirken başarı kriterinden ziyade bu kriter ön planda tutuluyor. Birkaç örnek verelim mi? Bu örneklerle endüstriyel sporun hiçbir döneminde başarı kriterinin uygulanmadığını görmüş olacağız.

Beşiktaşlı Tayfur Havutçu bu konuda “iyi” bir örnektir. Almanya altyapısından gelip Fenerbahçe’ye oradan Kocaelispor’a ve son olarak Beşiktaş’a gelen Tayfur Havutçu, Beşiktaş’ın onursal başkanı Süleyman Seba’nın yeğenidir. Tayfur, Seba’nın yeğeni olmasaydı Beşiktaş forması giyebilir miydi? 

Bir zamanlar Beşiktaş’ın altyapı maçlarını BJK TV’de denk geldikçe izlerdim. Beşiktaş’ın altyapısındaki çoğu futbolcunun Tayfur’dan daha yetenekli olduğunu gördüğümde şaşırır Tayfur’un Beşiktaş’ta oynamasına hayret ederdim. Sonradan Süleyman Seba’nın “yeğenim” diye sahiplendiği Tayfur Havutçu, 2006’ya kadar Beşiktaş’ta oynadı. Benim hatırlayabildiğim kadarıyla yaptığı tek iş, 2006’da Trabzonspor’a 90. dakikada attığı goldü. Onun dışında “yeğen” vasfıyla Beşiktaş’ta oynayabildiğinden kendi adıma zerre şüphem olmadı. 100. yıldaki şampiyonlukta Tayfur’un yanında Guinti gibi hataları toparlayan müthiş bir ön libero olmasaydı teknik direktör Lucescu eminim kendisini ilk maçta aforoz ederdi! (ilginçtir Lucescu milli takımın teknik direktörü olunca yardımcı teknik direktör olarak Tayfur Havutçu’yu seçti. Sözünü ettiğimiz Tayfur Havutçu futbolu bırakıp teknik direktör olduktan sonra “futbolda şike” soruşturması kapsamında cezaevine girmişti.) 

Son yıllarda Beşiktaş’ın altyapısından çıkan tek oyuncu Necip Uysal oldu. Hırsıyla, azmiyle, özverisiyle formayı her zaman hak etti; fakat o da birinci derece yakını, babası Sabri Uysal’ın referansıyla Beşiktaş altyapısına yerleştirildi. Sabri Uysal eski bir futbolcu. Aynı şekilde Fenerbahçeli Salih Uçan’ın da referanslar yoluyla A takıma çıktığı biliniyor.  Örnekler uzatılabilir.

Evet, futbolda başarılı bir sporcu olmanız “yükselmeniz” için yetmiyor. “Kanatlarınızın” da olması gerekiyor. Kanatlardan kasıt büroktatik tanıdıklar, eski futbolcular, kulüp başkanları vs…

Futbolcu olamıyoruz. Peki futbolu izleyebiliyor muyuz? Kocaman bir hayır! Beşiktaş Galatasaray derbisinin bilet fiyatlarına göz attınız mı? En düşük bilet fiyatı 160 liraydı. O da karaborsaya düştü (bu arada e-bilet karaborsayı da engelleyecekti. E bilet sisteminden önce karaborsa dereydi artık okyanus! İnsanlar 160 liraya bilet alıp internetten 1000 liraya satıyor)

Futbol oynayamıyoruz; futbolu izleyemiyoruz. Peki ne yapıyoruz? Sermaye stadyum inşaatlarında bizi katlediyor. Dünya Kupası organizasyonunda Katar’da binlerce göçmen işçi hayatını kaybetti. Vodafone Park’ın yapımında gece gündüz çalışan emekçiler paralarını alamadı. Futbolda Reza’ya serveti reva görenler bize zulmü ve ölümü reva görüyor! Bu böyle gitmez!

bolsevik.org

KATEGORİLER