Her Saz Çalanın Yanına Oturmalı mıyız? – Emre Güntekin
Geçtiğimiz hafta içerisinde sosyal medyanın gündeminde Erkan Oğur’un, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın bir şarkısına enstrümanlarıyla eşlik etmesi önemli bir yer kapladı. Yıllardır muhalif kamuoyunda sevilerek dinlenen ve “modern zamanların dervişi” olarak tanımlanan Erkan Oğur’un iktidarın sözcüsüyle yan yana yer alması beraberinde büyük hayal kırıklığı yarattı ve birçokları Oğur’a yönelik sert eleştiriler yönelttiler.
Oğur, eleştirilerinin ardından yaptığı açıklamada belli ki yaptığı hatanın farkında olarak şunları dile getirdi: “İçimin bir köşesi cız etmişti, benim ne işim var diye. Belki benim de hatam olmuş olabilir, böyle bir şeyi kabul etmek. Ben sadece müzik tarafına baktığım için çalmakta pek sorun görmedim. İnsanlar başka taraflara çektiler. Beni tanımadıkları için. Ben bugünkü iktidarı, hükümeti politikaları nedeniyle tasvip eden biri değilim. Benim Saray ve kendi menfaati için müzik yapan birisi olduğumu ifade edenler oldu. Tersine Saray’ın verdiği ödülü kabul etmemiştim. Cumhurbaşkanı Müzik Ödülü’nü kabul etmemiştim.”
Türkiye’nin geldiği kutuplaşma ortamında iktidar sözcüleriyle iş tutmanın böyle bir tepkiyi beraberinde getireceğinin farkında olmak çok zor olmasa gerek. Bir yıldır müzisyenlerin yaşadıkları sıkıntılar, Grup Yorum meselesi ve muhalif sanatçıların başlarına gelenler düşünüldüğünde Erkan Oğur gibi yılların sanatçısının da bu eleştirileri öngörmesi doğal bir beklenti. Artık işin “sadece müzik tarafına” bakılacak noktayı geçtiğimiz aşikar. Dolayısıyla Erkan Oğur gibi müzikal bir deha da olsanız iktidarla yan yana adınızın anılması üzerinizde soru işareti oluşması için yeterli.
Erkan Oğur’la ilgili tekrar tekrar yapılmış eleştirileri sıralamaya gerek yok, fakat bu vaka üzerinden konuşulması gereken bazı konular var.
Birincisi iktidarın yıllardır hedeflediği ama çok az yol alabildiği bir konu mevcut: Kültürel iktidarı kurabilmek… Toplumun her yanına zerk edilen muhafazakar-milliyetçi aşının, özellikle genç kuşaklar bazında tutmadığı ve tutmasının da pek mümkün görünmediği ortada. Dolayısıyla iktidar karşı mahalleden sevilen figürleri devşirmek için çok çaba harcıyor. Ahmet Kaya’nın bir şarkısında dediği gibi “Bu yolda dönenler oldu/Mum gibi sönenler oldu…”. İktidara yanaşmanın maddi getirileri de pek çoklarını cezbetti. Belediye konserleri, sarayın youtube organizasyonları derken ortada devasa bir pasta var ve hal böyleyken iktidarla ters düşmek, en ufak bir eleştiri getirmek bu pastadan pay alamamak demek.
Her yanıyla piyasalaşan bir sektörde bu noktada sevip saydığımız, sanatına değer verdiğimiz isimler konusunda da beklentileri arşa çıkarmamayı öğrenmemiz gerek. Anıl Aba’nın Birgün’de yayınlanan Telif Savaşları: Sanat Üretiminde Motivasyon başlıklı yazısında özetlediği gibi artık filmlere, albümlere kısacası sanatsal üretime motivasyon sokaklardan, toplumsal hareketlerden, hakikat arayışından ve birşeyler üretmiş olmanın getirdiği manevi doyumdan değil paradan geliyor. Örneğin müzik sektörüne baktığımızda artık piyasanın yıldızları sanatı üretenler değil, onu nakite dönüştürme konusunda işinin ehli haline gelen Hasan Saltıklar, Bülent Fortalar… Hasan Saltık’ın son Erkan Oğur olayında olduğu üzere onu cansiperane savunmaya geçişi ve iktidarla iş tutmayı normalleştirmesi bu yüzden şaşırtıcı değil.
İkincisi özel olarak şunu vurgulamak lazım. Erkan Oğur meselesi üzerinden en çok rastladığımız ifadelerden biri de Neşet Ertaş’a atfedilen “Nerede bir türkü söyleyen görürsen, korkma yanına otur. Çünkü kötü insanların türküleri yoktur.” sözü. Erkan Oğur’da “Benim için bağlama çalıp, halk müziği seven İbrahimsiniz.” sözüyle bir anlamda bu düşünceye bir atıf yapmıştı. Neşet Ertaş’ı çok seven ve çocukluğundan beri bağlama çalmış birisi olarak üstat hakkında şerh düşeceğim nadir şeylerden birisi de bu sözdür. Kötü insanlarında saz çalabileceğini, türkü söyleyebileceğini birçok örnekle gördük. Dolayısıyla Erkan Oğur örneğinden de ders çıkarırken kiminle yan yana türkü söylediğimize dikkat etmek gerekmekte, üstelik böyle bir iktidarın yönettiği bir ülkede. Evet bu topraklardan türküleri bir direniş çığlığına dönüştüren ve “yar göğsüne baş koymadan vurulup düşen” Pir Sultanlar, Serdariler, Ruhi Sular, Nesimiler, Hasret Gültekinler fazlasıyla geldi geçti. Ama iktidarlarla iş tutan, onun borazanı haline gelen “türkücü”lerimiz de hiç de azımsanamayacak sayıda. Dolayısıyla birileriyle yan yana otururken, aynı pilavı kaşıklarken iki kere düşünmek gerek. Hele de çaldığınız saz bu topraklarda her türlü zorbalığı, adaletsizliği, baskıyı inşa edenlerin “türkü”süne ses veriyorsa…