Haziran Günleri, AKP’nin Gücünü ve Sınırlarını Gösterdi

12 Temmuz, 2013

Haziran Günleri’nin temel motivasyonu AKP karşıtlığı idi. Bu karşıtlığın mantıksal sonuçları AKP’yi aşarak emperyalist-kapitalist sisteme kadar uzanmaktadır. Burası ayrı bir konu, ama milyonları sokağa döken şey, ilk ve acil tepkiler olarak AKP ve RTE’nin tavrı ve politikalarıydı. Özellikle RTE’nin çıkışları, otoriter tavrı ve gündelik yaşama dair her şeye burnunu sokması, bir tür toplum mühendisliği olarak algılanan muhafazakarlaştırma çabaları, öteden beri büyük bir öfke birikimine yol açmaktaydı ki neticede Türkiye tarihine damgasını vuracak olan büyük bir toplumsal patlama yaşandı.

Neticede AKP ve RTE, Haziran Günleri’nde 11 yıllık iktidarının en büyük sarsıntısını yaşasa da genel çizgisinden hiçbir ödün vermedi diyebiliriz. Eylemcilere karşı kullanılan dil, yargının göreve çağrılması ve tutuklamaların başlatılması, %50’yi zor tutuyoruz türünden yapılan tehditler, göstericileri katleden polis ve eli palalı canilerin korunması ve serbest bırakılması, Taksim Dayanışması’nda öne çıkan TMMOB’nin yetkilerinin bakanlığa devredilmesi, “sünni vatandaşlarım” ifadesinde kendini gösteren mezhepçi ayrımcılık… Bu liste uzatılabilir ama şurası kesin ki AKP cephesinde değişen fazla bir şey yok.

Kürt sorununda da durum aynısı. Bir yandan “çözüm” süreci akamete uğratılıyor, Kürt illerinin her yerine kalekollar yapılıyor, diğer yandan halkın üzerine gerçek mermilerle ateş açılıyor… Roboski’nin hasır altı edilmesi ise temel politika olmaya devam ediyor.…

AKP’nin Gücü

AKP, yüz binlerce kişinin katıldığı eylemlerle sarsılsa da yerinde durmasını bildi. AKP, devlet terörünü verili konjonktürde tırmandırabileceği maksimum noktaya kadar tırmandırmayı başardı. Bunu acizliğin bir göstergesi olarak görebiliriz, gerçekten de örneğin Gezi Parkı’nı boşaltmayı başaramadıkları her an büyük bir tedirginlik içerisindelerdi. Ama şu da bir gerçekti ki devlet terörünü ulusal ve ulusararası koşulların mümkün kıldığı en üst seviyeye kadar tırmandırabilmek da başlı başına bir meziyettir. Evvela yere çok sağlam basmayı gerektirir. Polisi, olmadı askeri devreye sokacaksınız; insanları kör edeceksiniz, olmadı öldüreceksiniz; sansürü dayayacaksınız, olmadı yalan ve iftiraya sarılacaksınız; apaçık katilleri gözünüz gibi koruyacaksınız ve hala demokrasiden dem vuracaksınız… Ve bütün bu mide bulandırıcı işleri yaparken de sağa sola doğru dağılmayacaksınız…

Peki, AKP bu gücü nereden alıyor? Aslında her şey ortada. Medya çok büyük ölçüde AKP denetiminde. Bu dönemde uygulanan sansür ve oto sansür, kara bir leke olarak tarihteki yerini şimdiden aldı ve hep hatırlanacak. AKP, önceki yıllarda ordudan yargıya bütün bürokrasiyi kontrolü altına almıştı. Bu etmen de son süreçte AKP’nin bir başka gücüydü. Liberal büyük sermaye de ABD ve AB’den biraz cesaret alsa da AKP’nin sermayeye dağıttığı ballı böreklerin en güzel yerlerini kaptığından ve de AKP’nin gazabından korktuğundan fazla gıkını çıkaramadı. Kısacası yönetici sınıf içerisinde ciddi bir çatlak oluşmadı ve bütün bunlar AKP’nin ipleri elinden kaçırmamasında etkili oldu. Bütün bunları mümkün kılansa yani AKP’yi hem kendi iç bütünlüğü açısından hem de egemen sınıf içerisinde yarılma olmaması anlamında destekleyense kuşkusuz AKP’nin sahip olduğu güçlü toplumsal tabandan başkası değil. RTE, bu sayede, meydanlarda, TV’lerde her gün gürlemesini sürdürebiliyor. Liberal büyük sermaye ayrışamıyor, burjuva medya gerçeklere yaklaşamıyor, İslamcı köklere sahip olmayan AKP’lilere cesarete gelemiyor…

Burjuva arenada kimse kaybeden ata oynamak istemez. RTE ise hiç de “kaybedecek at” gibi durmuyor. Halen seçimlerde mutlak favori olduğu konusunda herkes hemfikir. AKP, aslında geçmiş yılların kredisini kullanıyor. Toplumun laik seçkinlerle muhafazakar halk olarak suni bir şekilde kutuplaştırıldığı uzun yılların etkisiyle AKP halen ana gücünü muhafaza etmeyi sürdürüyor. AKP’nin en büyük oy deposu olan kentlerin yoksul, örgütsüz ve muhafazakar kesimlerinin gönlünü çelebilecek yeni bir söylem ve siyasal aktörün bu süreçte ortaya çıkmamış olması, AKP’nin en büyük şansı oldu. CHP ve MHP’nin kolay lokmalar olduğu konusunda hemen herkes hemfikir. Buna ek olarak hiç dinmeyen bir ekonomik başarı propagandasının getirdiği karizmanın üstünün henüz çizilmemesi de yoksul, örgütsüz ve muhafazakar kesimlerde AKP’ye verilen desteğin hala canlı olmasını mümkün kılıyor.

AKP’nin Sınırları

Diğer taraftan Haziran Günleri, AKP’nin sınırlarını da ortaya çıkardı. Bir kere AKP, statüko karşıtlığı ve demokrasi martavalları ile inşa ettiği, sol liberal entelektüllerin yoğun şekilde desteklediği söylemsel üstünlüğünü kaybetti. Türkiye ekonomisinin yanı sıra demokrasisine de çağ atlatan “ileri demokrat” AKP imajı yerle bir oldu. Bu imaj, merkez sağ ve liberallerin yanı sıra, Kürt kesimler ve hatta sol unsurların içerisine uzananacak şekilde AKP hegemonyasının genişlemesini beraberinde getiriyordu. Ama Gezi ile başlayan ayaklanmalar ve AKP’nin yoğun polis ve devlet terörü ile olayları bastırmaya kalkışması, bütün demokrasi martavallarını darmadağın etti. RTE, çıplak devlet terörü ile ayakta duran bir diktatörden farksızdı. Tüm dünyada karizma yerle bir oldu. İçeride ise AKP giderek kendi muhafazakar sağ – İslamcı sağ kabuğuna doğru geri çekilmek zorunda kaldı. Bu anlamda uzun yıllar boyu tesis edilmiş hegemonya kısa sürede dağıldı. AKP’nin toplumu muhafazakarlaştırma projesinin sert kayaya tosladığı da ortaya çıkmış oldu. Toplumun en dinamik kesimleri, kent merkezleri, üniversite ve lise öğrencileri, okuyup yazanlar, beyaz yakalı işçi sınıfı, korku bariyerlerini aşarak sokak mücadelesi sahasına indiği için ve bu sahayı bir daha kolay kolay terk etmeyeceği için AKP’nin özgürlükler ve domokrasi üzerinden hegemonyasını yeniden inşa etmesi bir hayli zor gözüküyor. Aynı şekilde AKP’nin söylemini üzerine inşa ettiği “mazlum” ve “mağdur” edebiyatları da artık mutlak anlamda kullanılamaz durumda. AKP’nin şimdiki imajı, yeni elitlerin muktedirliği, zorbalığı ve zenginliği üzerine baştan inşa ediliyor, hem de sokakta kanını döken halk tarafından…

AKP’nin en büyük avantajı, toplumun kamplara bölünerek kutuplaşması idi. En bariz kamplaşma, laik elitlerle muhfazakar yurdum insanı kutuplaşması ile Türk-Kürt ayrışması idi. İnsanların siyasi tercihleri de bu kutuplaşma ekseninde şekilleniyor ve en büyük dilim AKP’ye düşüyordu. Kürt domokratları BDP’yi tercih ederken, Kürt düşmanlığı üzerinden beslenen MHP belirli sınırları geçemiyor, CHP ise Aleviler ile kentli eğitimli hali vakti yerinde kesimlere sıkışıyordu. Geriye kalan geniş kesimler AKP için kolay lokma oluyordu. Haziran Günleri, bu kutuplaşmanın hem içerisindeydi hem de bunu aşma eğilimini de içerisinde barındırıyordu. Bir kere hareketin özgürlükçü yanı geniş gençlik kesimlerini kendisine çekiyordu. Gezi eylemlerinde toplu Cuma namazları kılındı, halen birlikte iftar sofraları kuruluyor. Elinde BDP ve Türk bayrakları olan iki genç polisten birlikte kaçarken görüntüleniyor, Lice ile dayanışma eylemleri örgütleniyor. Yani eylemler, kestirmeden statükocu elitlerin ya da “endişeli modernlerin” bir reaksiyonu olarak yaftalanamaz. Aksine toplumdaki kutuplaşmaları aşan ya da böyle bir eğilimi içerisinde barındıran yeni bir süreçten bahsediyoruz. Ulusalcıların etkisi çok anlatıldı ve bu noktadan Gezi eylemlerine saldırıldı, hem de çok fazla. Ama bir kere bu süreç ulusalcıları çok çok aşıyor, ikincisi de eylemler içerisinde sosyalistlerin de ciddi bir katkısı var. En büyük bedeli ödeyenin sosyalist sol olduğunu kimse yadsıyamaz. Bu da gelecek adına çok önemli ve inkar edilemeyecek bir veridir.

AKP’nin Üzerine Bastığı Uluslararası Siyaset ve Ekonomik Düzlem Çözülüyor

Eylemlerde sınıf eksenli taleplerin gerilerde kalması, çok kritik bir noktaya işaret ediyor. AKP’nin oy deposu yoksul ve muhafazakar emekçilerin sürece olan katkısı ve desteklerini sağlayacak olan şey de bu durumun aşılmasıdır. Diğer taraftan işte bu noktada AKP’yi sıkıştıracak olan başka bir alana geliyoruz. AKP’yi ihya eden küresel ekonominin rüzgarları tersine dönmüş durumda. AKP’nin 11 yıllık büyüme ortalamasının pek de matah bir şey olmadığı, cumhuriyet tarihinin 60 yılllık ortalamasını ancak tutturulduğu biliniyor, ama yine de 1990’ların acı reçetelerini ve kırılmalarını deneyimlemiş olan kamuoyu için AKP’nin büyüme performansı tatmin edici olabiliyor. İşte bu noktada sürekli artan bir ithalatla büyüyen ve bu yüzden büyük dış açıklar veren Türkiye ekonomisi için mayıs ayından itibaren kötü haberler gelmekte. ABD, 2008’den beri ekonomik yavaşlamayı toparlamak için trilyonlarca dolarlık bir parasal genişleme politikası izlemişti. Bu sıcak paranın bir kısmı da değerlenmek için Türkiye’ye geliyordu. Bu da Türkiye ekonomisinin büyüyen döviz açığının çevrilmesini mümkün kılmaktaydı. Ama ABD merkez bankası önümüzdeki süreçte parasal genişleme politikasının terk edileceğini açıklayınca Türkiye’nin sıcak paraya dayalı büyüme stratejisi tıkanmış oldu. Bunun anlamı önümüzdeki süreçte ekonomik büyümenin hızla düşüceği, döviz fiyatları, faizler, enflasyon ve işsizliğin artacağıdır. Küçük ve orta ölçekli sermayede iflaslar kaçınılmaz hale gelecek ve AKP’nin pembe tabloları kararacaktır. İşte bu noktada sonbahardan itibaren eylemlerin daha fazla sınıf merkezli meselelere odaklanacağı, işsizlik ve pahalılığa karşı daha geniş kesimlerin desteğinin elde edileceği bir döneme girilebilir. İşte bu noktada da “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganı gerçek anlamına kavuşacaktır. Eğer bu senaryo gerçekleşirse AKP’nin Haziran’da arkasında tutabildiği sınıfsal blok ve hatta kendi iç yapısı parçalanmaya yüz tutacaktır.

AKP’nin surlarında açılan en büyük deliklerden birisi de uluslararası siyasetle ilgilidir. Tıkanma kendisini ilk olarak Suriye’de göstermiştir. AKP tüm gücüyle tamamen angaje olarak girdiği Suriye iç savaşından yenilgiyle çıkmıştır. İki saatte Şam’a gireriz diyenler gülünç duruma düşmüştür. Reyhanlı katliamı adeta bu tükenişin ilanı olmuştur. Hesaba göre Suriye’de laik milliyetçi Baas rejimi düşecek ve ılımlı İslamcı Müslüman Kardeşler Libya’da olduğu gibi iktidara yürüyecekti. Ne var ki bu proje tutmadı. Ardından ılımlı İslam’ın AKP ile beraber kalesi olan Müslüman Kardeşler, Mısır’da mutlak bir hezimet yaşadı. Mursi, tarihin en büyük gösterileri eşliğinde ordunun hamlesiyle iktidardan düştü. Darbe tartışmaları bir yana Müslüman Kardeşler’i devirmek için sokağa çıkan on milyonlarca gösterici, 3 hafta gibi kısa bir sürede toplanan 22 milyon dilekçe, ılımlı İslam’ın bitişini mutlak anlamda ispatladı. Ilımlı İslamcıların pek de demokrat olmadıklarını kitleler de test etti. Bundan gerekli sonucu ilk çıkaranlardan birisinin ılımlı İslam’ın hamisi ABD olduğuna şüphe yok. Mursi’nin eylemlerdeki lakabı “yeni firavun”du, RTE’nin adı da Haziran Günleri’nde “diktatör”e çıkmıştı. Bu benzerlik gerçekten çarpıcı. Bu bir yana şurası kesin ki AKP’nin rol modeli olduğu ılımlı İslamcılık yolun sonuna geldi. Emperyalizmin ılımlı İslam aşısı tutmadı. Kısacası AKP’nin emperyalist siyasetteki yıldızı söndü gitti. AKP şu dönemde hiçbir zaman olmadığı kadar satışa getirilmeye, yüz üstü bırakılmaya açık durumda. Yeni kuşağın özgürlükçü eylemleri ile bütün kimyası bozulan, savunma durumuna itilen, sağcı otoriter kabuğuna çekilen AKP, diğer yandan yaklaşan ekonomik krizin kendisini titreten nefesini ensesinde hissetmeye başladı, bir yandan da uluslararası arenada terk edilebilir bir duruma düştü. Seçimlere çok az kaldı dense de bu kısa zamana çok şey sığacak gibi.

KATEGORİLER
ETİKETLER