Güney Kürdistan “Bırakuji”ye mi Dönüyor? – Emre Güntekin

5600cac5c90fd

Dersim yöresinden gelen bir efsane pepuk (guguk) kuşunun doğumunu şöyle anlatır. İki küçük kardeş varmış, anneleri ölünce babaları evlenmiş. Üvey anne sert mi sertmiş, çocukları hep dövüyor korkutuyormuş. Üvey anne bir gün çocukları kenger (bir tür yer sebzesi) toplamaları için dağa gönderir. Erkek çıkardığı kengerleri kız kardeşinin boynunda asılı duran torbaya atıyormuş. Akşama kadar bir hayli kenger çıkarmışlar, fakat bir aksilik varmış; delik torbadan düşmüş bütün kengerler, böylece tüm emekleri boşa gitmiş. Ama erkek kardeş, bundan kız kardeşini sorumlu tutmuş, kengerleri onun yediğini düşünmüş. Üvey annelerinden görecekleri şiddeti düşününce daha da korkmuş ve sinirlenmiş. Kız kardeşi, “Eğer inanmıyorsan karnımı aç bak” demiş. Kız kardeşinin karnını açıp midesini boş görünce onun kengerleri yemediğine inanmış ama kardeşi de oracıkta ölmüş. Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan abi, bu acı ve vicdan azabıyla Allah’a yalvarmaya, dua etmeye başlamış: “Allah’ım beni Pepuk kuşu yap bu dağlara sal ki dünya döndükçe dağlardan dağlara kardeşim diye seslenip durayım!..”

O gece, çocuğun dileği kabul olur. Genç erkek, o gece Allah’tan, Pepuk kuşu olmuş ve gidip kardeşinin başucundaki ağaca konup hep kardeşi için seslenip durmuş. O gün bu gündür bu çocuk, Pepuk kuşu olarak dağlarda oradan oraya dolaşarak, kardeşini öldürdüğü için herkese kendini ihbar eder durur: Her bahar mevsimi, kengerin yerden bitmesi ile beraber Pepuk kuşunun acıklı ötüşü de başlar.

bepo-keko

kam kişt (kim öldürdü)

mı kişt (ben öldürdüm)

kam şüt (kim yıkadı)

mı şüt (ben yıkadım)

kam kınıt (kim gömdü)

mı kınıt (ben gömdüm)”

Bu efsanenin Kürt coğrafyasından doğması tesadüf müdür yoksa gelecekte yaşanacakların habercisi mi bilinmez. Kürt halkı sadece egemen sınıflardan değil, kendi içerisindeki çatışmalardan da çokça çekmiştir. Özellikle de güney Kürdistan’da (Kuzey Irak) iç çatışmaların anısı, “Bırakuji” yani “kardeş kavgası”, hala capcanlı yaşayan bir travmadır. “Bırakuji” adlı eseriyle Kürtler arasında yazının devamında anlatacağımız olayları ele alan Faysal Dağlı “Dünyada çok az ulusun diline kardeşin kardeşi öldürmesiyle ilgili deyimler yerleşmiştir” demiştir. Yine Kürt aydınlardan Selim Temo bölgede Kürt halkını içinde barındıran dört ülkenin geçmiş yüzyıldaki politikasını şöyle özetler: “Son yüz yıllık süreçte Kürtlerin topraklarına yayılmış dört devletin ortak konsepti, kendi Kürdünü dövmekti. Kendi Kürdüne güç yetiremeyen devletin imdadına öbürleri yetişir, aralarındaki çelişkileri unuturlardı. Birer Kürt partisini destekler, birbirine karşı kışkırtır, ‘birakujî’yi (kardeş katli) bir araç olarak kullanırlardı. İran, korucularına ‘Müslüman Pêşmergeler’ adını verir, Kurmanclara ‘Soranlar Kürt değil’ derdi. Irak, ‘cahş’larını meclisine çağırır, Soranlara ‘Kurmanclar Kürt değil’ derdi. Türkiye, öldürdüğü asileri yan yana dizip seyirlik hale getirir, Alevi, Kurmanc ve Zazalara ‘özbeöz Türksünüz’ derdi. Suriye, Kürtlere kimlik vermez, mülk edinme hakkı tanımaz ve ‘siz Arapların Adnanî koluna mensupsunuz’ derdi. Hepsi bir olup insanlığın gözü önünde insanlık suçları işler, yapmayın etmeyin diyen bir kimse çıkmazdı. Suriye savaşıyla birlikte durumda tek bir değişiklik olduğu çıktı ortaya; bu dört devlet de artık bir maşa kullanıyorlar, IŞİD’i. Bu, modifiye edilmiş bir İngiliz siyasî yöntemidir: ‘Köpeğim varsa niye havlayayım?’” Suriye’deki Esad rejiminin hele şu mevcut koşullarda Kürtlere karşı IŞİD’i kullandığı iddiası, ulusalcı bakışın tek yanlılığını yansıtsa da AKP Türkiyesinin bu politikayı azgınca uyguladığı tartışmasız bir gerçektir. Geçtiğimiz sene Kürt halkı üzerinde IŞİD satırı, demoklesin kılıcı gibi sallanıyordu.

Kürt Örgütlerin Çekişmesi ve Artan Sınıfsal Gerilimler

23 yıl öncesine dönersek, Kürt Bölgesel Yönetimi ABD’nin de desteğiyle 1992 yılında de facto olarak ilan edildiğinde bunun Kürt halkı açısından parlak bir geleceğin başlangıcı olacağı düşünülmüştü. Aslında bu geç kalmış bir adımdı, nitekim 1970’te Irak yönetimi ile dönemin KDP lideri Molla Mustafa Barzani arasında yapılan anlaşma uyarınca bölgesel yönetimin hayata geçirilmesi planlanıyordu. Fakat aradan geçen yirmi yılda Kürt halkı pek çok kez baskı ve katliamlarla karşılaştı. 1992 yılında yapılan seçimlerde Mesut Barzani önderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) % 45, 1975’te KDP’den ayrılan Celal Talabani önderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) % 43,6 oy alırken; parlamento iki örgüt arasında eşit olarak paylaşılmıştı. Fakat “kardeşlik” kısa sürdü ve 1994 yılında iki örgüt arasında başlayan anlaşmazlıklar içerisine dolaylı olarak Türkiye, ABD, İran gibi ülkeleri de çeken bir iç savaşa dönüştü. 1996 yılında Talabani’nin güçleri Barzani’nin kontrolündeki Erbil’i ele geçirirken, buradan ancak Mesut Barzani’nin Saddam Hüseyin’den aldığı destekle çıkarılabildi. Kürtler bu “bırakuji” yani “kardeş kavgası” döneminin hafızasını hala hafızalarında taşırlar. Yaklaşık 4 yıl süren savaşta 8 bin kişi ölmüştür. 1996-1997 arasında KDP 49 bin KYB destekçisini, KYB ise 58 bin kişiyi kendi kontrol alanlarından sürdü.

Bazen bir masal, bazen bir türkü vs. bu hafızayı geleceğe taşır. 1995 yılında “Ya Star” albümünü çıkaran Şiwan Perwer türküsünün sözlerinde kardeş katline şöyle isyan eder:

ağıla kurt girmiş, kuzuları koyunları yemekte

Eve hırsız girmiş, malımızı talan etmekte.

Aramıza fesat girmiş, ailemizi karıştırmış.

Düşman bölgemize girmiş, yurdumuzu bölmüş.

Halkım, yüreğim

Düşmanın yalan felsefesi ile yenilme.

İnsanların kanını dökenlerde

Din ve iman ne arar

Ne zamanki Kürt halkı özgürlüğe doğru ilerlediğinde

Kardeş katli başlar.

Kürt halkı yine zavallı ve perişan

Tutsak kalır.

Kötülük kimseyi kurtarmaz.

Bu mu birlik ve öncülerimiz bu mu Kürt halkı”

İç savaş sürecinde Barzani yönetimi Saddam Hüseyin’le kısmi bir anlaşma içerisindeydi ve özellikle Kürdistan’a uygulanan ambargonun Barzani aracılığıyla hafifletilmesine izin verdi. KDP yönetimi bu dönemde Türkiye üzerinden Habur Sınır Kapısı’nı kullanarak petrol sevkiyatını artırırken, büyük gelirler elde etti. KYB’nin KDP ile anlaşmazlığa düştüğü noktalardan birisi de bu zenginliğin paylaşılmasıydı. Bu sorun iç savaşın ardından çözüme kavuşturuldu; fakat KDP ticaret rotaları üzerindeki kontrolü her zaman daha sıkı tuttu. Türkiye de Barzani yönetimine bu süreç boyunca destek sağladı. Türkiye KYB’nin Kuzey Irak’ta faaliyet yürüten PKK ile ilişkileri nedeniyle Talabani yönetimine mesafeli yaklaştı. Talabani ise İran’la kontrolü altında tuttuğu Süleymaniye’nin sınır komşusu olması nedeniyle sıkı ilişkiler geliştirdi. Kürtler arasındaki hâkimiyet mücadelesinden doğan iç savaş, görüldüğü üzere bölgedeki emperyalist çelişkileri açığa çıkaran bir savaşa dönüştü. Kürtler arasındaki bu travmatik iç savaşın ardından Kürt bölgesinde KDP ve KYB arasındaki işbirliği ortamında büyük bir ekonomik gelişim oldu. Kürt bölgesi Irak’ta güven ve ekonomik gelişmenin olduğu adeta tek yerdi. Diğer taraftan iki aşiret lideri, şimdinin devlet başkanları (Talabani Irak devlet başkanı olmuştu) ve bölgesel yönetim liderleri, kendi yandaşları ile süper zenginler haline geldiler. Sınıfsal uçurum büyüdü ve farklı politik gerginlikler kendisini göstermeye başladı. Bunun ilk işareti 2006’da geldi. Halepçe Katliamı’nın yıldönümü nedeniyle 2 bine yakın Kürt gösterici, kent merkezinde sloganlar atarak yürüyüşe geçti. Göstericiler kent merkezindeki Halepçe anıtını taşladıktan sonra ateşe verdi. Katliamın 18. yıldönümü dolayısıyla düzenlenen törenler sırasında da, gerginlik yaşandı.

Kentteki yolsuzlukları ve yerel yönetimin hizmetlerini protesto eden göstericiler, törende konuşma yapan Kürt yetkililere tepki gösterdi. Olayların büyümesi üzerine göstericilerle polis arasında çıkan çatışmada 4 gösterici öldü. Yani Kürtler artık güney Kürdistan’da ezilmiyordu. Belki hala Araplar ile tartışmalı bölgeler yüzünden bir ortak Kürt davası gündemdeydi, ama ulusal duygudaşlığın artık etkisini kaybetmeye yüz tuttuğu Halepçe olaylarından belli oluyordu. Sınıfsal gerginlikler, yolsuzluklar, küçük bir azınlığın devasa serveti, bürokratik baskı vb’leri artık Güney Kürdistan’ın yeni gündemiydi. Bu durum eleştirel partilerin doğmasına ve güçlenmesine yol açıyordu. Örneğin Goran Hareketi (Değişim).

Yeni Partiler ve Yeni Gerilimler

Mesut Barzani 2005 yılında Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin ilan edilmesine paralel olarak halk tarafından başkan seçilmişti. 2009 yılında da parlamento tarafından yeniden başkanlığa getirilmişti. Barzani’nin görev süresi 2013 yılında sona ermiş, ancak görev süresi parlamento tarafından 20 Ağustos 2015 tarihine kadar uzatılmıştı. Barzani’nin görev süresi Adalet Bakanlığı Komisyonu tarafından 2017’ye kadar uzatılırken, Goran Hareketi ve Celal Talabani’nin önderliğini yaptığı Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) başta olmak üzere pek çok Kürt örgüt bu duruma karşı çıktı. Barzani’nin görev süresinin uzatılması her iki örgüt tarafından çekinceli bir kabul görürken, KYB ve Goran Hareketi başkanın parlamento tarafından seçilmesini ve başkanın yetkilerinin bir kısmının parlamentoya aktarılmasını talep etti. Barzani’nin önderi olduğu KDP ise başkanın halk tarafından seçilmesinde ve mevcut yetkilerle devam etmesinde ısrarcı.

Başkanlık tartışmalarının uzunca bir süre sonuçsuz kalması Güney Kürdistan’da yaşayan halk içerisinde Barzani yönetimine karşı öfkenin kabarmasına ve protesto gösterilerine dönüştü. Protestolarda ise kimin başkan olacağından ziyade emekçi sınıfların giderek kötüleşen yaşam standartlarına yönelik itirazları ön plana çıktı.

9 Ekim’de Kürt örgütlerinin sorunun çözümü için biraraya geldiği toplantı sırasında yapılan protestolarda göstericilerden biri şikâyetlerini şu şekilde sıralıyordu: “Mesud Barzani’nin görevi bırakmasını istedik. Onlar da bize havaya ateş açarak ve göz yaşartıcı gaz atarak karşılık verdi. Birçok arkadaşımız yaralandı. Barzani’ye ve onun izlediği politikalara daha fazla katlanmayacağız. Barzani koltuğunda oturduğu sürece gösterilere devam edeceğiz. Umarım Barzani ve KDP politikalarını değiştirir. Yolsuzluklardan ve kötü yönetimden artık bıktık.”

Emekçilerin öfkesinin arkasında bir süredir bölgesel yönetim tarafından maaşların ödenmemesi yatıyor. Ekim ayının başlarında Süleymaniye, Halepçe, Raniye, Kalar gibi önemli kentlerde başta öğretmenler, sağlık çalışanları ve memurlar olmak üzere emekçiler sokaklara dökülmüş ve yaşanan çatışmalarda 5 kişi yaşamını yitirmişti. Kürdistan coğrafyası bu eylemlerle birlikte bölgesel yönetimin ilanından bu yana bir kez daha ciddi bir toplumsal patlamaya sahne oldu. Eylemler sadece KDP’ye değil, birçok yerde İslami kökenli Komel İslam (İslami Toplum Partisi) ve Yekgırtu (İslami Birlik Partisi) örgütlerini de hedef aldı.

KDP, bu eylemlerden Goran (Değişim) Hareketi’ni sorumlu tutmuş ve hareket üzerinde sıkı bir baskı kurulmuştu. KDP yönetimi “Goran üyesi bakanlar artık Erbil’e gelmesin” mesajı yayınlarken, KDP yetkilisi Hemin Hawrami Twitter’dan “Goran artık hükümetin bir parçası değil.” mesajı vermişti. Bu gelişmelerin ardından harekete bağlı NRT ve KNN televizyonlarının Erbil ve Duhok ofisleri kapatılırken, Meclis Başkanı Yusuf Muhammed’in Erbil’e girişine izin verilmedi. Ayrıca Başbakan Neçirvan Barzani, Goran üyesi 4 bakanı görevlerinden azletti. KDP yönetimi ayrıca Goran Hareketi’ni PKK ile işbirliği yapmakla suçluyor. KDP sözcüleri yapılan eylemlere PKK üyelerinin de sızdığını iddia etti. Geçmişte KDP, PKK’nin bölgedeki varlığından -bugüne kadar da- alerji duymuş ve Türkiye’yle sıklıkla bu konuda işbirliğine girişmiştir. Örneğin Şemdin Sakık’ın teslim edilmesinde Barzani’nin rolü büyüktür. Karşılığında da KYB ile olan savaşında Türkiye’nin desteğini almıştır. Bugünde kendisine karşı gelişen protestolarda PKK parmağı olduğu KDP sözcüleri tarafından sıkça tekrarlanıyor. Halen Güney Kürdistan’ın IŞİD ile çatışmalı bölgelerinde bulunan ve katliamdan sonra en azından bir kısım Ezidi’nin kurtarılmasında görev alan YPG askeri varlığı da Barzani için fena halde can sıkıcı.

barzaniye-protestoya-polis-mudahalesi,c3kDZNEbpkK45VLfQ2g8ZA

Öte yandan Süleymaniye’de yaşanan eylemler sırasında KDP binaları yakılırken, bu durum Süleymaniye’yi kontrolü altında bulunduran KYB ile KDP arasındaki gerilimi de artırdı. KDP, KYB’yi gösterilere engel olmamakla ve işbirliği yapmakla itham etti.

Geçmişte birçok kez birbiriyle çatışan KDP ve KYB’nin siyasi krizde karşı karşıya gelmesi Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bütünlüğü tartışmalarını da gündeme taşıdı. Her iki hareketin özellikle 1992-1998 yılları arasında birbirlerine karşı yürüttükleri kanlı iç savaşın hafızası Kürt toplumunda hala yaşıyor. Anadolu Ajansı’na verdiği röportajda Selahaddin Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Salih Mele Ömer bu konuda şu yorumda bulundu: “Kürdistan bölgesinde iki idareli yönetimin olması KYB’nin tavrına bağlıdır. Süleymaniye bölgesinde asayiş ve askeri güç bu partinin elindedir. KYB, KDP ile hükümette yer almaya devam ederse vaziyet bu şekilde devam eder. Fakat KYB, KDP’ye destek vermez ve hükümette yer almazsa Kürdistan bölgesinde iki idareli bir yönetimin oluşma ihtimali var. Eğer iki idareli bir yönetim olursa Kerkük, Süleymaniye ve Halepçe KYB’nin kontrolünde; Erbil, Duhok ve Musul’un bazı bölgeleri de vilayet yapılıp KDP’nin hâkimiyetinde kalır.”

KYB her ne kadar geçtiğimiz seçimlerde Goran Hareketi’nin gerisinde kalmış olsa da Süleymaniye ve Kerkük gibi büyük kentleri askeri gücü yoluyla kontrol altında bulundurması örgüte büyük bir siyasi ağırlık kazandırıyor. Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrilmesinin ardından yapılan anlaşmalarda Kürtlere bırakılan cumhurbaşkanlığı koltuğuna KYB lideri Celal Talabani, onun ardından Fuad Masum oturmuştu. KDP ve KYB kendi aralarında bölgesel yönetimin başkanlığını ve cumhurbaşkanlığı makamını paylaşma konusunda uzlaşma sağlamışlardı. Sahada da KDP Erbil ve Duhok gibi merkezleri askeri ve siyasi olarak kontrol ederken, KYB Süleymaniye ve Kerkük’ü kontrol altına almıştı. Bu durum KYB’yi sadece Kürt coğrafyasında değil, ülke çapında bir siyasi figüre dönüştürmüştü. İki örgüt arasındaki anlaşmaya rağmen şurası bir gerçek ki hiçbir zaman tam bir entegrasyon sağlanamadı. Örneğin Peşmerge güçlerinin tek bir otorite altında birleştirilmesi bile hala sürüncemede bekliyor.

Birbirlerine karşı mesafeli durmalarına rağmen konjonktür Goran Hareketi ile KYB’yi yan yana getirmiş durumda. Özellikle KDP’nin PYD’nin Suriye’de ilan ettiği kantonlara karşı tavır almasının ardından hareket içinde artan KDP karşıtlığı her iki hareketi birbirine yakınlaştıran bir ortam yarattı.

Goran Hareketi ise 2006 yılında Celal Talabani’nin yardımcılığını yapan Noşirvan Mustafa tarafından kurulmuş ve Kürdistan’da KDP-KYB arasında oluşturulan statükoyu sarsan önemli bir güç haline gelmişti. 2013 yılında yapılan Kürdistan Bölgesel Parlamentosu seçimlerinde KDP’nin arkasından ikinci sırayı alan Goran Hareketi 24 milletvekili çıkarmayı başarmıştı. Goran hızlı yükselişine ve arkasındaki halk desteğine rağmen siyasi paylaşımlarda askeri gücün belirleyici olmasından dolayı iktidar mekanizmalarında istediği payı alamadı. Bölgesel yönetimin ilan edildiği günden bu yana siyasi mekanizmaları tekeline alan KDP-KYB statükosu Goran Hareketi gibi unsurların güçlenmesiyle birlikte daha fazla tartışılır hale geldi. Meseleyi çözümsüz kılan özellikle KDP’nin bu konuda sekter ve dışlayıcı bir tutum takınmasıdır. Goran Hareketi’nin bu protestolarda öne çıkmasında bu durum önemli rol oynuyor. Hem KYB hem de Goran Hareketi’nin İran’la daha sıcak sıcak ilişkilere sahip olduğu sır değil. Bu durum KDP’de ve destekleyen diğer örgütlerde olayların arkasında İran’ın da rol oynamış olabileceği izlenimini yaratıyor. Sosyalist bir alternatifin ise henüz ortalarda olmadığını belirtelim.

Protestoların Ekonomik Arka Planı

Barzani'ye yönelik gerçekleşen protestolardan.

Barzani’ye yönelik gerçekleşen protestolardan.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi son birkaç yıldır ciddi bir ekonomik darboğazın içerisinde. Bunda bölgesel yönetimin Irak merkezi
hükümetiyle içine düştüğü anlaşmazlığın etkisi büyük. Nuri El Maliki döneminde Bağdat’la ipler kopma noktasına gelirken; Maliki’nin ardından gelen Haydar El Abadi 2014 yılında Bölgesel Kürt Yönetimi’nin bütçesinde kesintiye gitmiş, bu gelişme üzerine Kürt Yönetimi kendi petrolünü ihraç etmeye başlamıştı. Bölgesel Kürt Yönetimi Türkiye üzerinden dünyaya günlük 600 bin varil petrol ihraç ediyor. Fakat petrol fiyatlarının 50 dolara kadar düşmesi Kürt yönetiminin yaşadığı krizi derinleştirmiş ve maaşların ödenmesinde gecikmeler yaşanmaya başlamıştı. 5,5 milyonluk nüfusun 1 milyonunun devletten aldığı maaşla geçindiği Güney Kürdistan’da bu durum emekçi sınıflar arasında huzursuzluk yaratmıştı.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni ekonomik ve siyasi olarak krize sokan tek neden Irak hükümetinin dışlayıcı tavrı değil. IKYB uzunca bir süre bölge halklarını tehdit eden IŞİD’le savaşmak zorunda kaldı ve kısmen de olsa saldırıyı püskürtebildi. 12 Haziran 2014’te Irak ordusunun IŞİD karşısında geri çekilerek boşalttığı Kerkük’ün Peşmergeler tarafından kontrol altına alınmasıyla birlikte kazanılan askeri başarılar Kürt Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık konusunda ciddi söylemler üretmesine neden oldu.

Bugün ise bu söylemlerin yerinde yeller esiyor, dahası kaybettikleri siyasal istikrarın geri gelip gelmeyeceği konusunda ciddi bir tedirginlik söz konusu. El Cezire Türk’e konuşan bir kişi “Ne bağımsızlığı, kardeş kavgası günlerine dönmezsek iyidir.” sözleriyle bu tedirginliği belirtiyor. Bir taksi şoförü ise “Kimsede para yok, geçinemiyoruz. Savaş var ama tartışıp duruyorlar.” Süleymaniyeli bir işadamı ise “Devlet kurmak için kaya gibi sert bir birlik gerekiyor. Bizim birliğimiz de sert ama kayadan değil, buzdan. Onun da Ortadoğu güneşi altına eriyip gitme ihtimali var.” sözleriyle Kürtler için bağımsızlığa doğru adım atmanın kolay olmayacağını belirtiyor.

KDP’ye özellikle yolsuzluklar ve lüks yaşantıları dolayısıyla halkta belirli bir kızgınlık var. Özellikle Barzani ailesinin serveti konusunda basında sıklıkla spekülasyonlar çıkar. Bir dönem Türkiye basınında da Barzani ailesinin Ferrarileri sıklıkla konu ediliyordu. Mesut Barzani’nin kişisel serveti ise gayri resmî kaynaklarda 2 milyar dolar olarak geçiyor. Fakat muazzam bir petrol ticaretini tekelinde bulunduran Barzani ailesinin servetinin bahsedilen rakamların çok çok üzerinde olduğunu tahmin etmek zor değil.

Barzani servetini artırırken, Kürt Bölgesel Yönetimi’nin ekonomik gücü giderek zayıflamaktadır. Halkın gündeminde Barzani’nin görev süresinin uzatılıp uzatılmamasından çok aylarca ödenmeyen maaşlar, yaz aylarını felakete çeviren elektrik-su kesintileri, iki yıl içinde % 40 artan nüfusun getirdiği zorluklar ve temel hizmetlerde yaşanan eksiklikler bulunmaktadır. Yaşanan bütçe krizinden ötürü Kürt yönetimine bağlı bölgelerdeki (Erbil, Süleymaniye ve Dohuk) 2930 projeden 2700’ü durdurulurken, Süleymaniye’deki 200 ve Erbil’deki 50 şirket ise iflas etti.

Kürdistan işçi sınıfı da sefalet ve örgütsüzlük ikileminde yaşıyor. 2015 Ocak ayında Erbil’de kurulan Mezopotamya İşçi Derneği Süleymaniye Şube Yöneticisi Tekin Sadak işçi sınıfının durumunu şöyle özetliyor: “…maalesef bu iş kollarında çalışan işçilerin hiçbir iş ve hayat güvenceleri yok. İş ve sağlık sigortaları bir yana işçilerin emeklerinin karşılığına alabildiklerini bile söyleyemeyiz. Buna karşın işçilerin sınıf bilinci edinebilecekleri, bilinçle örgütlenebileceği bir olanakları, hatta işsizliğe karşı çıkabilecekleri, ülkede yatırım, iş sahasının açılmasını talep edebilecekleri bir durum da yok.” Sadak gelir dağılımındaki eşitsizliği de şu sözlerle vurguluyor: “…bölgede çok ciddi bir sermaye var. Fakat bunun adil dağılım sorunu var. Örneğin petrolden sağlanan gelir çok yüksek meblağlarda. Fakat buna rağmen maaşlar ödenmiyor. Buna gerekçe de merkezi hükümetin bütçeyi ödememesi gösteriliyor. Bu kısmen etkileyebilir. Ama sermaye birkaç elde toplanırsa ve iş, üretim alanı gelişmezse bu durumda tabi ki kriz olur. Ama bence maaşlar ödenemez diye bir durum yok.”

Kürdistan işçi sınıfı özetlenecek olursa yakın gelecekte tarihsel bir sınavla karşı karşıya kalacak. Bugüne kadar ne KDP ne de KYB Kürt halkının ve emekçilerinin sorunlarına kalıcı bir çözüm üretebildi. Aksine birçok seferinde diplomatik oyunlarla Kürt halkının saldırılarla yüz yüze bıraktılar. Kürt emekçiler sefalet içinde yaşarken servet ve siyasi ikbal peşinde koştular. Güney Kürdistan şu an içinde bulunduğu siyasi krizi belki yakın gelecekte çözer. Ama Kürt egemen sınıfları çözemeyecekleri sınıf çelişkileriyle yüz yüze gelmeye devam edeceklerdir. Ulusal sorunun büyük ölçüde çözümlendiği Güney Kürdistan’da sınıf perspektifli Marksist bir örgütlenmenin inşası için elverişli koşullar gün geçtikçe olgunlaşmaktadır. Böyle bir örgütlenmenin oluşması sadece Kürt emekçileri için değil bütün Ortadoğulu emekçiler için büyük önem arz edecektir.

KATEGORİLER
ETİKETLER