Geçmiş Deneyimlerden Öğrenmek: Emekçiler Karaborsayla Nasıl Mücadele Etti? – Emrecan Konyalı
Türkiye’de 1970’li yıllar ekonomik krizlerin etkilerinin toplum tarafından hayatın her alanında hissedildiği bir dönem oldu. Uzayan kuyruklar, bulunamayan temel yaşamsal metalar… Özellikle 1979’a gelindiğinde karaborsacılığın, stokçuluğun artışıyla insanların temel tüketim maddelerine ulaşımı oldukça güçleşmişti.
Bu dönemde işçi sınıfı mücadelesi ve devrimci hareket de altın çağlarını yaşamıştı. Ecevit’in CHP’si ile Demirel-Türkeş-Erbakan ortaklığında kurulan Milliyetçi Cephe emekçilerin sorunlarını çözmeyi bırakın ilki sınıf mücadelesini burjuva-reformist söylemlerle yedeğine alma, ikincisi de bizzat fiziki saldırılarla sınıf mücadelesini ve devrimci hareketi püskürtme derdindeydi.
Halkın temel sorunlarının çözümü gündemlerinde yer almıyordu. 1979 yılında enflasyon %63,9’a çıkmıştı. Tuzdan ampüle, benzinden yağa kadar birçok ürün karaborsaya düşmüştü. Günlük ihtiyaçların dahi karşılanamaması dönemin acı gerçeğiydi.
Günümüz Türkiyesi de hızla hızla derinleşen ekonomik krizden dolayı 70’li yılların Türkiyesiyle paralellikler taşımaya başlıyor. AKP iktidarının ve patronların yarattığı ekonomik kriz hayatın her alanında en yakıcı şekliyle yaşanırken, halkın temel yaşamsal malzemelerine üst üste gelen zamlardan, dolar kurunun yükselişi nedeniyle stokçuluğun artmasından ötürü ulaşımı giderek zorlaşıyor. İktidar bu gerçeğin üzerini kapatmak için fırıncılar örneğinde görüldüğü üzere neredeyse polisiye tedbirler alarak zam yapılmaması talimatları veriyor. Tabii büyük tekeller bu durumda stokçuluk uygulamalarına gidebiliyor.
Ekonomik kriz patronlar dışında herkesi vurmaya başlarken AKP siyasi çıkarlarını korumak için küçük esnafı da gözden çıkarıyor. Gündemden düşmeyen örneklerden biri AKP’nin ekmek fiyatlarına zam yapılmaması yönündeki uyarıları ve bu doğrultuda gerçekleştirdiği zabıta kontrollerine fırıncılardan gelen tepkiler oluyor. Krizin etkilerini emekçiler eriyen ücretleriyle ve gelen zamlarla hissederken, küçük burjuvazi de bir taraftan iktidarın dayatmalarıyla boğuşuyor.
Karaborsa, stokçuluk ekonominin batışa geçtiği dönemlerin piyasaya etkisi olarak göze çarpıyor. Bu da en çok yoksul milyonları etkiliyor. İktidar bir yandan stokçuları tehdit ediyor ve vatan hainliği ile suçluyor; ancak aldığı tedbirler bunu artırmaktan başka işe yaramıyor.
70’li yıllarda ise rüzgar bugünün tam tersi yönünde esiyordu. Sol hareket ve işçi sınıfının güçlü olduğu yerlerde halk stokçularla ve karaborsacılarla mücadele görevini bizzat üzerine almıştı. Hatta bu mücadele Kemal Sunal filmlerine bile konu olmuştu. Peki bu konuda neler yapılmıştı?
Fatsa Örneği
14 Ekim 1979 yerel seçimlerinde solun ortak adayı Fikri Sönmez’in belediye başkanlığını kazanmasıyla örnek işler örgütleyen bir yerel yönetim deneyimi olarak karşımıza çıkıyor Fatsa.
Fatsa anılarında anlatılan toptancıların tırlar dolusu yağı stoklayıp, temel gıdaları saklayıp kısa süre sonra iki katı fiyatına satma olayları halkın belini tüm ülkede olduğu gibi Fatsa’da da büküyordu. Yine anılarda geçen bir olaya göre Fatsa’da dönemin toptancılarından birinin fazla miktarda yağ stokladığı haberi üzerine bu depo bulunarak mallara el konulmuş ve halka ucuz fiyattan satılmıştı. Bu olay seçimlerden önce gerçekleşmiş ve halkın fahiş fiyata temel gıdaları satın almasını önlemek adına bir örnek oluşturmuştu.
Seçimlerden sonra Fatsa halkının yönetime aktif katılımını sağlamak için 11 bölgede oluşturulan komiteler Fatsa halkının sorunlarını belirlemek ve çözümlerini sağlamak için kullanılıyordu. Ekonomik krizin etkisiyle köylülerin, işçilerin, gençliğin bir arayış içerisinde olduğu ve örneğin Karadeniz’de Fındık Mitinglerinin gerçekleştiği dönemde sol özellikle belli başlı noktalarda önemli örgütlülüğe sahipti. Fatsa örneğinde bu seçim zaferinin birçok yandan iyi kullanılabildiğini gördük. Karaborsa ülke genelinde olduğu gibi Fatsa’da da halkın yağ, şeker, tuz, gaz gibi temel ihtiyaç maddelerine ulaşmasının önünü kesiyordu. Komiteler aracılığıyla karaborsaya ve fındık üreticilerinin borçlandığı tefecilere karşı mücadele başlatıldı. 12 Eylül Darbesi’yle uzun süredir hedef tahtasında olan Fatsa’ya operasyonlar başlayana kadar karaborsa ve tefecilere karşı mücadele Fatsa’da devam etti.
Yeni Çeltek
12 Eylül Darbesi sınıf mücadelesine ve sosyalistlere en ağır darbeleri indirmeden evvel başlayan Yeni Çeltek Direnişi işçi sınıfının iddiasını ortaya koyduğu ve yerel bir işçi direnişinin yarattığı ilhamı bize gösteriyor.
Amasya Suluova’da 1955 yılında kurulan şeker fabrikası bölgenin ekonomik olarak en önemli unsurlarındandı. Fabrikada yüksek ısıya ihtiyaç duyulması madenden çıkarılan linyiti olmazsa olmaz kılıyordu. Köylüler kendileriyle yapılan anlaşmadan dolayı ürünü çok düşük fiyata satıyor, şeker fabrikasının yakıtının geldiği Yeni Çeltek’te işçiler ise çok ağır ve güvencesiz koşullarda çalışıyordu. Bölgede Yeraltı Maden-İş’in yaptığı çalışmalarla birlikte maden işçileri önceki sendikadan çok farklı olarak kendilerini ifade edebilecekleri ve sınıf çıkarları için mücadele edebilecekleri bir alan buldular. Kurulan işçi komiteleri aracılığıyla temsilciler seçiliyor bu temsilciler toplu iş sözleşmelerinde aktif rol oynuyorlardı. 1975 yılında toplu iş sözleşmeleriyle sonuç alınamayınca maden işçileri 23 gün sürecek greve başladılar. 23 günün sonunda kazanılan haklar – %40 zam, işyeri komitelerinin kurulması, işletme yönetiminde söz hakkı– işçilere mücadelenin, direnişin kazanımlarını göstermişti.
Yerel grevlerde, işçi direnişlerinde Yeni Çeltek’te olduğu gibi başarılı somut örnekler sınıf mücadelesinin güçlenmesine ve sınıfın öncü güç haline gelmesinde çok büyük önem taşıyor. Bunun örneği ilerleyen süreçte sayısı 300 civarında olan pancarları kamyonlara yükleyen yabacıların Yaba-Der adıyla kendiliğinden örgütlenmesidir. Yeni Çeltek işçileri 1 Mayıs mitinglerinde karşılaştıkları faşist saldırılara göğüs germek gibi sınıfın kendi gücünün farkına vardığında neler yapabileceğinin yerel bir örneğini sunuyordu.
Yeni Çeltek Direnişi’de karaborsayla mücadelede önemli deneyimler yaşatmıştı. Karaborsada çok pahalı satılan kömürlerin kurulan işçi-köylü meclisleri aracılığıyla çok daha düşük fiyatlara satılabileceği görülmüştü. Karaborsacılar bölge halkının işçiler önderliğindeki mücadelesiyle defedilmişti.
24 Nisan 1980’de iktidar Yeni Çeltek’teki örgütlü güçten kurtulmanın yolunu madeni kapatmakta buldu. Madenin zarar ettiği propagandasını yapan iktidara cevabı Yeni Çeltek işçileri üretimin öncekinden daha fazla gerçekleşmesiyle verdi. Maden örgütlü, birlikte hareket eden komite tarafından işletiliyor ve halka ucuza kömür sağlanıyordu. 12 Eylül’e giden dönemde böylesine güçlü olan dayanışma, mücadele ortamı iktidarın ve egemen sınıfın işçilerin kitlelere öncülük potansiyelinden korkularını dışa vurmalarına neden oluyordu. 12 Eylül geldiğinde Yeni Çeltek de darbenin etkilerini en ağır şekilde yaşadı.
Geçmişten Günümüze
Özellikle Yeni Çeltek Direnişi sınıfın örgütlü bir güç halinde faşist müdahalelere, emek düşmanı politikalara cevap verme ve kendi alternatifini yaratma yeteneğini gösteriyor. Yeni Çeltek Direnişi’nde İşçi Konseyi Sözcüsü Aşur Eker’in ‘Bizim mücadelemiz taze ekmek, toprak kokusuydu.’ sözü akıllarda kalmalı.
Günümüzde krizin etkileri hastanelerden manava kampüslerden sokaklara her yerde hissedilirken buna karşı sosyalistlerin neler yapabileceğini geçmiş deneyimlerden öğrenmesi gerekiyor. Elbette 70’ler çok özel bir dönemdi: Hem devrimci hareket örgütsel olarak çok güçlüydü hem de bunu besleyen bir sınıf mücadelesi söz konusuydu. Bugün zayıf olabiliriz ancak egemen sınıflar yaşamı emekçilere zindan etmeyi sürdürdükçe önümüzde çok önemli fırsatlar olacaktır. Sosyalistlerin baskıdan ve azlıktan bahaneler üretmeyi bırakarak buldukları her ortamda örgütlenmeye çalışmaları, dayanışma ağları kurmaları ve emekçi sınıflarla bağ yakalamaya çalışmaları gerekmektedir.