Fransa’nın Sıcak Yazı – Emre Güntekin

fr

Devrimler ülkesi Fransa Mart ayından bu yana hükümetin yeni çalışma yasası tasarısına karşı protesto ve grev dalgasıyla sarsılıyor. Emekçilerden gelen bu sert tepkinin sebebi yasa uygulamaya geçecek olursa Fransız emekçi sınıfların haklarına büyük bir tırpan vurulacak olması.

Tasarıyla birlikte patronlara mali dar boğaza girmeleri durumunda çalışanlarını rahatlıkla işten atabilme, keyiflerine göre mesai saatlerini artırarak diledikleri işçileri haftada 35 saatten fazla çalıştırabilme,günlük en fazla 10 saat olan çalışma süresini 12 saate çıkarabilme hakkı veriliyor. Ayrıca yarı zamanlı çalışanların haftalık 24 saat olan minimum çalışma limiti düşürülürken, fazla mesai ücretlerini 5 kata kadar düşürebilme olanağı tanınıyor. Yasa tasarısının açıklanmasıyla birlikte Fransa’daki yüksek işsizlik oranından ve kötü ekonomik gidişattan en fazla etkilenen kesimlerden birisi olan gençliğin tepkisi gecikmedi. Liseler ve üniversiteler bu kölelik yasasına karşı radikal bir tepki örgütlemeyi başardılar. Eylemlerin gelişimi akıllara Fransa’da yeni bir “Occupy Wall Street Hareketi” veya Gezi  Direnişi benzeri bir sürecin başlangıcını getirirken; Fransa emekçi sınıflarının protestolara her iki hareketten daha  radikal bir şekilde katılımı ve üretimden gelen gücünü kullanması meselenin çehresini değiştirdi.

2016 yazının  Sosyalist Parti ve Hollande için beklenenden daha sıcak geçeceğinin işaretleri iki ayda fazlasıyla verildi.
Geçtiğimiz iki ayın bilançosu ise iktidar için oldukça ağır oldu: Rafinerilerdeki grevler nedeniyle Fransa’nın büyük kentlerinde enerji ve yakıt sıkıntısı yaşanırken, tren seferleri ve ulaşımda büyük sıkıntılar yaşandı. Ülkenin büyük bölümünde petrol istasyonlarında yaşanan kıtlık nedeniyle Fransız emekçiler işlerine gidemeyecek hale geldiler. Öte yandan Paris metrosu emekçileri de sefer sayılarını düşürerek eylem dalgasına katıldılar. Air France pilotları 11 Haziran’dan başlayarak üç gün boyunca iş bıraktılar. Atık arıtma tesislerindeki grevler nedeniyle sokaklarda çöp dağları boy göstermeye başladı. Fakat Hollande ve Sosyalist Parti iktidarı emekçi sınıflara dayattıkları bu kölelik yasası karşısında yükselen tepkiye şaşırmamalılar. Fransa % 10,2 işsizlik oranıyla (3 milyona tekabül ediyor) G7 ülkeleri arasındaki ikinci en yüksek işsizlik oranına sahip durumda. 25 yaş altında ise bu oran yaklaşık % 25. Yani gençliğin öfkeli olması için çok önemli bir sebebi bulunuyor. Bu da yetmezmiş gibi iş hayatında güvence tamamen ortadan kaldırılıyor.

Sosyalist Parti yıllarca sağ iktidarlardan bıkan gençliğin ve emekçilerin taleplerinin aksine, yasa tasarısıyla birlikte iş dünyanın ve patronların sesine daha çok kulak verdiğini kanıtlarken, tarihin ironisi de burada devreye giriyor. Bir zamanlar emekçilerin umut beslediği bir iktidar bugün emekçilerin ve gençliğin mücadelesinin tam karşısında konumlanmış durumda. Geçtiğimiz günlerde Hollande’ın sözcüsünün yaptığı “Bu dönemde, eğer kamu ve özel mülkiyetin güvenliği tesis edilemezse, gösterilere de izin verilmez” açıklamasıyla grev dalgasına yönelik tehditkar tavrını açığa vurmuştu. Hollande ve SP iktidarı Euro 2016 futbol turnuvasını, terör saldırısı ihtimallerini bahane ederek eylemlere karşı yasak tutumunu meşrulaştırmaya çabalıyor. Durumun kontrol edilememesi halinde cumhurbaşkanının olağanüstü hal ilan ederek eylemlere sert bir şekilde müdahale edilebileceği olasılıkları konuşulmaya devam ediliyor. Bu konuda iktidarın en önemli destekçileri ise kendilerine yaraşır şekilde başta Jean Marie Le Pen olmak üzere Fransız aşırı sağı.

Hollande için bu sürecin sonucu siyasal geleceği açısından da önem taşıyor. Çünkü gelecek yıl cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak ve Hollande’ın bırakın yeniden seçilmeyi kendi partisi tarafından aday gösterilebileceği bile şüphe taşıyor. Birkaç yıl önce yapılan bir araştırmada Hollande Fransa tarihinin en az sevilen lideri unvanını almıştı. Mali’deki askeri darbe girişimlerinden, emperyalist savaşlarda suç ortaklığına, emekçi düşmanlığına kadar pek çok yönüyle Hollande ve “Sosyalist” Parti iktidarı bu unvanı fazlasıyla hak ediyor. Fakat Hollande’ın geleceğinden daha kötü olan bir şey varsa o da bu sözde “sosyalist”lerden hayal kırıklığına uğrayan halkın yeniden Le Pen ve Sarkozy gibi sağ adaylara yönelecek olmasıdır. Tüm Avrupa’da olduğu gibi Fransa’da da etkisini gösteren göçmen sorunu, IŞİD’in katliamları, Fransız emekçilerin işini kaybetme korkusu sağın yelkenlerini yeniden şişirecektir. Fransız devleti eylemleri bizim fazlasıyla aşina olduğumuz şekilde kriminalize ederek, polis devleti uygulamalarını hayata geçirerek ve demokratik hakları budayarak bastırmaya çalışacaktır ve bunun uygulayıcısı olarak sağ bir iktidar seçeneği güçlenebilir.

f4

Tabi ki bu süreçte sınıf mücadelesinin gelişimi de ayrı bir değişken olarak belirleyici olacaktır. Şimdilerde Fransız halkının % 75’i grev ve protesto dalgasına destek verirken, iktidarda kim olursa olsun dikkate almak zorunda kalacağı bir gücü karşısında bulacaktır. Fransa emekçi sınıfları İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dişiyle tırnağıyla savaşarak kazandığı sosyal ve demokratik hakları korumak için mücadeleyi daha da büyütmek zorundadır.
14 Haziran’da yapılan kitlesel eylemler ve grevlerde katılımcı sayısı sendikalara göre 1 milyonu bulmuştu. Bu durum Fransız emekçilerin mücadelesinin başarıya ulaşma potansiyelini taşıdığını göstermektedir. Başarı için emekçi sınıfların bunu taşıyabilecek bir politik önderliğe ihtiyaçları bulunmaktadır. Fransız emekçilerin büyük bölümünü kontrol eden CGT (General Confederation of Labor) SP iktidarıyla uzlaşmak için çabalarken, iktidardan yasada en ufak bir değişiklik yapılmayacağına dair kesin bir yanıt gelmesinin ardından eylemler daha güçlü bir şekilde devam etmişti. Fakat CGT önderliği özellikle Total ve Exxon firmalarındaki grevlere yapılan müdahalenin ardından herhangi bir direniş ortaya koymaktan çekinmişti. Ayrıca grevler sektör sektör ayrıştırılmaya çabalanırken, emekçilerin öfkelerini birleşik bir şekilde dile getirmesi de sendika tarafından engellenmeye çalışılıyor. CGT diğer taraftan metro ve  ulaşım hatlarında yaşanan grevler nedeniyle taraftarların statlara ulaşımını  engellemenin iyi bir imaj oluşturmayacağını gerekçe göstererek bu sektörlerdeki grevlere soğuk yaklaşıyor. Mücadele kızıştığı ölçüde sendikaların emekçi sınıfları geriye çekmek için çabalayacağını öngörmek zor değil. Nitekim CGT’nin 2012 yılında yapılan seçimlerde Sosyalist Parti’ye açık destek vermesi sınıf karakterini de ortaya koymaktadır. Fransız solunun diğer unsurları NPA (Yeni Antikapitalist Parti) ve Sol Cephe’nin tutumlarının da sendika bürokrasisinden farklı olmadığını not etmek gerekmektedir. NPA kuruluş kongresinde şunları  belirtiyordu:

 “NPA, Troçkizm ile özgün bir ilişkiyi değil; son iki yüzyıl boyunca sistemle her şekilde karşı karşıya gelenler ile sürekliliği ileri sürer. NPA, çoğulcu ve demokratik bir partidir. Toplumsal hareketlerin, küreselleşme karşıtı olun, siyasi ekolojinin çeşitli bileşenlerinden yoldaşların, PS ile PCF’den, anarşist hareketten, devrimci soldan yoldaşların katılımı [oldu]. NPA, yumuşak başlı olmaksızın, kendisini daha da açarak kazanmak için her şeye sahiptir.”

NPA programındaki bu noktayı tıpkı CGT bürokrasisi gibi 2012 seçimlerinde Sosyalist Parti’yi destekleyerek somutlaştırdı. Bu tarz hareketler işçi sınıfıyla bağlarını  koparalı epey uzun bir zaman oluyor. Fakat Fransa’da ve devamında Belçika’da başlayan grevler Avrupa’da işçi sınıfının hem azgın neoliberal iktidarlara geçit vermeyeceğini
hem de bu tarz liberal partilere ve sendika bürokrasisine tarihsel iflaslarını hatırlatacağını gösteriyor. Fransız emekçiler ve gençler 1968’de De Gaulle’ün ülkeden kaçmasına neden olan 10 milyon kişilik tarihin en büyük genel grevini örnek almalılar. Tabi ki böylesine devasa bir hareketin yenilgisine sebep olan sendika bürokrasisine ve uzlaşmacı siyasal unsurlara karşı mücadele etmek gerektiği konusunda dersler çıkararak.

KATEGORİLER
ETİKETLER