Fransa Başkanlık Seçimleri Avrupa’da Kırılan Fay Hatlarını Gösteriyor

Fransa’da başkanlık seçimlerinin ilk turu 22 Nisan’da gerçekleşti. 6 Mayıs’taki ikinci turda büyük bir sürpriz olmazsa Sarkozy yerinden olacak, tıpkı 2009’un sonlarına doğru Avrupa’yı vuran krizden sonra koltuğunu kaybeden Euro bölgesinin diğer 10 lideri gibi. Seçim anketlerinin ortaya koyduğu gibi Sosyalist Parti’nin adayı (bakmayın ismindeki sosyaliste, sosyal demokrat parti-Avrupa’da yaygın şekilde sosyal demokratlar bu ismi kullanıyor) Hollande, yüzde 28,6 oy oranıyla ilk turdan önde çıkarken oyların %27’sini alan Sarkozy ikinci oldu. Başkanlık seçimi sisteminin 54 yıllık tarihi boyunca ilk defa bir başkan ikinci defa katıldığı seçimde ilk turda ikinci oldu. Yine 30 yıldan fazla bir zamandır ilk defa bir başkan tekrar seçilemedi.

İlk turda üçüncülüğü göğüsleyen aday ise yaklaşık %18’lik oy oranıyla faşist Ulusal Cephe’nin adayı Marine Le-Pen oldu. Ulusal Cephe bu seçimlerde beklentilerin üzerinde bir çıkış yaptı. Seçim anketlerinde %15 dolaylarında bir oy oranı alması beklenen Marine Le-Pen, krizin günah keçisi olarak göçmenleri hedef tahtasına oturtan ırkçı söylemiyle 2002’deki seçimlerde Chirac ile ikinci tura kalan baba Le-Pen’in ilk turdaki yüzde 16,9’luk oyunu da geçmiş oldu.
Beklentilerin dışında bir oy alan diğer bir aday ise 4. olan Melenchon oldu. Sol Cephe’nin adayı olarak seçimlere katılan Melenchon’un yüzde 13-15 bandından bir oy alması bekleniyordu; ancak oyları %11’de kaldı. Sol Cephe’nin oy oranları 2011 sonunda anketlerde yüzde 4-7 aralığında görünürken bu yıl içinde atak yaparak yüzde 13-15 dilimi arasına yükselmiş görünüyordu; hatta bu oranın daha da yükselebileceğinden dem vuruluyordu. Hollande’ın kuyruğuna takılmış Melechon ve Sol Cephe, kitlelere gerçek bir alternatif, farklı bir siyasal çizgi sunamadığı; fark yaratamadığı oranda sandıkta beklentilerin de altında kaldı. Sol Cephe, temelde Fransız Komünist Partisi ile Melenchon’un Sol Partisi arasında oluşturulan bir birlik. Bu birlik, çeşitli sol grupları da içinde barındırıyor. 30 yıldan fazla bir zamanını Sosyalist Parti’de geçiren ve Jospin hükümetinde bakanlık yapan Melechon, 2007 seçimlerinde Segolene Royal’ın yenilgisinden sonra parti liderliği yarışını Francois Hollande karşısında kaybedince 2008 Kasımı’nda Sosyalist Partiden ayrılarak Sol Parti’yi kurmuştu. Melenchon, siyasi kariyerinden de anlaşılacağı gibi devrimci bir alternatif olmaktan uzak. Emekçi düşmanı neoliberal ajandanın geçmişte destekçisi ve uygulayıcısı olmuş Melenchon, Sol Cephe’nin adayı olarak bu seçimlerde devrimci bir jargon kullanmaya çabalasa da ne olduğunu kitleler nezdinde de ortaya koymaktan kaçamadı. Devrim Fransası’nın geri döndüğünden dem vuran, “Avrupa bir volkansa, Fransa onun devrimci krateridir” diyen Melenchon; bir yandan da Müslümanlara yönelik ayrımcı politikaların destekçisi durumunda. “Yaşasın Cumhuriyet, yaşasın Fransa” söylemleriyle milliyetçi bir seçim kampanyası yürüten Melenchon, geçen yıl NATO’nun Libya müdahalesini de desteklemişti. Fransa’daki ayrımcı türban yasağının savunucusu olan Melenchon, 6 Nisan’da Sosyalist Parti ile seçimlerin ilk turunu kim önde bitirirse onun desteklenmesi konusunda bir anlaşmaya varmıştı. Her ne kadar iki taraflı bir anlaşma gibi gözükse de seçimlerden Hollande’ın önde çıkacağı aşikar olduğuna göre bu, Hollande verilen destekten başka bir şey değil bu. Eğer ikinci turda Hollande’ı desteklersen sana oy verebilecek kitleler birinci turda da Sarkozy öne geçmesin diye bu desteği birinci turdan da başlatabilir. Sonuçlara bakılırsa öyle de oldu. Faşist Le-Pen bile katılamadığı ikinci turda Sarkozy’e destek vermek konusunda daha eleştirel, Sarkozy’e karşı daha saldırgan ve bu yolla kendi politikalarına (göçmen karşıtlığı gibi) yol açmaya çalışırken Sol Cephe (Sol Parti ve Fransız Komünist Partisi birlikte) Hollande’ı desteklemek konusunda daha azimkar. Seçim çalışmaları sırasında savundukları taleplerin bir kısmının kabulünü bile ön şart koymadan hemen destekçilerini Hollande’ın kucağına atmak konusunda büyük bir istek var ortada.
Hollande’ın da Melenchon ve Sol Cephe’nin desteğine ihtiyacı var; sadece rakamsal anlamda değil. Bu destek, onun neoliberal, sağcı programına rağmen kampanyasına sol bir yüz katıyor. Sol cepheden Sarkozy’e alternatif olarak Hollande’ın pazarlanmasını kolaylaştırıyor. Bu amaçla Hollande da kampanyasına içi boş bazı vaatler eklemiş durumda. Hollande, yıllık geliri 1 milyon avronun üzerinde olan Fransa’nın zenginlerinin ve büyük şirketlerin gelir vergisi oranını %75’e çıkarmaktan, istihdamı artırmaktan dem vuradursun ya da “benim düşmanım finans dünyası” gibi sol retoriklere başvursun Hollande’ın iktidara geldiğinde uygulayacağı program Sarkozy’den farklı değil. Zaten kendini ortaya koyarcasına bu söylemleri geliştirdiği gün içinde bir yandan NATO içinde Fransa’nın alacağı rollerin devam edeceğine, göçmenlere yönelik saldırıların derinleşerek süreceğine, Sarkozy tarafından uygulamaya konulan tam emekli aylığı için gerekli süreye sadık kalacağına söz verdi Hollande. Kendini kazanma şansı olan tek “sol” aday olarak lanse eden Hollande’ın değirmenine, ana hedefleri olarak Sarkozy’nin gitmesini koyan Sol Cephe başta olmak üzere diğer bütün sol yapılar (NPA, İşçi Kavgası- LO da dahil) su taşıdı. Hep birlikte Hollande’ın Sarkozy’den aşağı kalmayan bir neoliberal program uygulayıcısı olacağını göreceğiz.
Seçimlere katılan diğer unsurlardan liberal eğilimli merkez sağ aday François Bayrou, yüzde 9’luk bir oy alırken yeşillerin adayı Eva Joly yüzde 2,3’te kaldı.
Fransa’daki başkanlık seçimlerinde diğer bir dikkat çekici sonuç ise Fransa’da aşırı sol olarak anılan NPA ve LO’dan geldi. Toplamda yaklaşık yüzde 2’lik oy alan (Yeni Anti Kapitalist Parti (NPA)-%1,15; İşçi Kavgası (LO)-%0,6) Hollande-Sarkozy arasındaki kızışmış yarışa, güçlü bir alternatif olarak Melenchon’un varlığına rağmen aldıkları 650 bine yakın oy güçlü bir tabana ve destekçi kitlesine sahip olduklarını ortaya koydu; hem de NPA içinden Melenchon’a verilen desteğe ve de her iki oluşumunda geçmiş seçimlerde büyük başarı elde etmiş adaylarına yer vermemesine rağmen.
Mitterrand’ın 1981’den 1995’e kadar süren 14 yıllık başkanlığı ve Sosyalist Parti’nin 1997-2002 arasındaki hükümeti döneminde bu partinin ne kadar kapitalizmin hizmetinde bir güç olduklarını ortaya koymaları ve Komünist Parti’nin de onlarla birlikte sağa kaymasından sonraki dönemde radikal, devrimci söylemlerle propaganda yürüten Troçkist adaylar için bir politik alan açılmıştı. Bu bağlamda İşçi Kavgası’nın adayı Arlette Laguiller 1995 ve 2002 seçimlerinin ilk turunda yüzde 5’ten fazla;
LCR’ın (şimdiki NPA) adayı Oliver Besancenot ise 2002 ve 2007 seçimlerinde yüzde 4’ten fazla oy almıştı. LCR’nin daha geniş kitlelere hitap etmek için programındaki Troçkizm ibaresini kaldırdığını ve Yeni Antikapitalist Parti (NPA) ismini aldığını belirtelim.
1995 2002 2007 2012
LO (işçi Kavgası)    %5,3   %5,7   %1,3   %0,6
LRC     –   %4,3   %4,1   %1,15(NPA)
2002 seçimlerinde sadece LO ve LCR’nin toplam oyu %10 ediyordu; 2007 seçimlerinde düşüş olsa bile %6 oyları vardı. Bir de bu verilere 2010 yılında ülkeyi sarsan endüstriyel eylem dalgasını ekleyin. Sarkozy 2010’da minimum emeklilik yaşını 60’dan 62’ye ve tam emekli aylığı alma yaşını ise 65’ten 67’ye çıkarmaya yeltendiğinde Fransa, 1968 Mayısı’ndan sonraki en uzun ve geniş kapsamlı sınıf hareketine tanıklık etmişti. Yasa tasarısına karşı rafineride barikat kurarak buraları işgal eden rafineri işçilerinin eylemlerine yüz binlerce öğrenci de eylemleriyle destek vermişti. Sendikalar tarafından ilan edilen eylem gününde 3,5 milyon emekçi ve genç sokaklara dökülmüştü. Ancak sendika bürokrasisi kendiliğinden patlak veren, kısa süreli grevleri genel greve dönüştürmemişti. Sendika bürokrasisi giderek azalan sayılarla yapılan eylem günleriyle süreci geçiştirirken ileri bilinçli, eylem iradesini ortaya koymuş işçilerin önderlik sorununa bahsi geçen  gruplar da çare olmak için atılım yapmadı. Bu gruplar, kendiliğinden ve dağınık eylem ve grevleri ortak bir irade altında bileştirerek ülke sathına yayacak ve böylece genel grev ilanını sağlayacak ya da bunu fiilen başaracak bir önderlik olmadılar kitleler için. Hem de bu yükü omuzlayacak çapta bir güce sahip oldukları halde. Sınıfın hareketinin ilerlemesine önderlik etmeyenler, burjuvazinin kuyruğuna takılarak laiklik üzerinden yürütülen Müslüman karşıtı kampanyanın destekçisi oldular; sınıfın bölünmesine ve böylece göçmenler üzerinden hedef şaşırtılmasına ortak oldular. Daha da kötüsü Fransız solunun neredeyse tamamı kendi egemen sınıflarının Libya’ya yaptığı operasyonların açıktan ya da sessiz kalarak destekçisi oldular. Manzara bu iken de kitleler nezdinde güçlenmeleri beklenemezdi; ki öyle de oldu. Hatta söylemek gerekir ki bütün bunlara rağmen ve seçimlere katılan sol adına daha güçlü alternatiflerin varlığı koşullarında aldıkları yüzde 2’lik oy oranı yine muazzamdır. Her ne kadar ortada devrimci irade olmasa da. LO ve NPA liderleri radikal sol alanı olduğu gibi Melanchon’un milliyetçi, Sosyalist Parti şakşakçısı politikalarına bırakması, bu grupların kriz karşısında seferber olmayışlarının, Libya’da ve Suriye’deki Fransız emperyalizmine cephe almamalarının, göçmen karşıtı politikalar karşısında tutarlı davranmamalarının doğal sonucudur. Neticede aşırı sağın atılım yapması hiç şaşırtıcı değil ve bunun vebali küçük burjuva radikali LO ve NPA’nın liderlerindedir.
Sonuç Olarak
Fransa’da bu başkanlık seçimlerine katılım, anketlerin öngördüklerinin üzerinde %80 oldu. Bu durumun kendisi bile Avrupa’da 2009 sonunda kendisini hissettiren kriz ve kizin yükünün emekçilere, yoksullara yüklenmesi anlamına gelen neoliberal politikalara ve onlarla özdeşleşmiş Sarkozy’e karşı tepkiyi gösteriyor. Dünyanın bu en büyük beşinci ekonomisi, emeklilik yaşından tutun da işsizlik oranlarına, yaşam standartlarındaki gerilemeye kadar krizden yoğun olarak etkilendi. Sarkozy tepkilerin kendisine dönmesini engellemek adına krizin günah keçisi olarak göçmenleri öne sürerken faşist Ulusal Cephe’nin propaganlarını andıran kararlara ve söylemlere imza attı. Krizin yarattığı ve yaratma potansiyelinde olduğu (ki Yunanistan göz önünde bir örnek) yıkım karşısında bilenen kitleler açısından bir yandan bu saldırılara karşı topyekun mücadele diğer yandan ise hedef şaşırtarak tepkileri göçmenlere yönelten faşist hareket bir alternatif olarak duruyor. Bu seçim sonuçları kitlelerin merkezden daha uçlara doğru kaymakta olduğunu ortaya koyuyor. Eğer devrimci alternatif yükseltilemezse öfkeli küçük burjuva kitlelerin artan oranda adresinin faşşistler olacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. Devrimci alternatifin de ne olursa olsun Sarkozy gitsin diyerek yaratılamayacağı da açık. Melechon Hollande’ın kuyruğunda; daha soldakilerde Melechon’un kuyruğunda olursa gidilecek yer, burjuva solculuğundan başkası olmayacaktır. Mücadeleye ve radikal fikirlere açık emekçi kitlelerin ihtiyaç duyduğu ise çizgisi net, devrimci bir programla sistemden toptan bir kopuş savunan devrimci Marksist bir önderlik. Yalpalayanlar, karar anında geri çekilip irade koymak için yeterince güçlü olmadıklarından dem vuranlar değil. İşte böyle bir gücün önderliğinde işçi sınıfı Sarkozy gibilerini ve onların hizmetinde olduğu neoliberal ajandayı öyle seçimlerle değil sokakta kavgada, işyerinde grevde derdest edecektir.
ETİKETLER