Erken Seçim Kurtarır mı? – Emrecan Konyalı
*“Burjuvazi, proletaryanın tek bir gaspına izin verir; o da, mücadele ederek gerçekleştirdiği gasptır.”
Erken seçim gündemi muhalefet tarafından ısıtılıyor. Erdoğan’ın esnaftan, çalışanlardan helallik istemesi üzerine Kılıçdaroğlu, Davutoğlu, Akşener, Babacan onların dışında Demirtaş ve birkaç sol kurum da erken seçim çağrılarını sıraladılar. AKP’nin ve erken seçim isteyenlerin yakın gelecekten beklentileri farklılaşıyor. Burjuva muhalefet, sırtlanın avdan arta kalanları beklemesi gibi AKP’nin çöküşe sürüklediği Türkiye’de iktidar kademelerini bekliyor. Pandeminin AKP’ye yaramadığı mutlak. Öte yandan muhalefet kendisine yaramış olacağını düşünüyor olacak ki erken seçim ısrarını sürdürüyor. Ya da başka bir yerinden tutacak olursak muhalefet AKP’yi böylesine bir dönemde de sandıkta yenemezsek sittin sene yenemeyiz diyor. İki seçenekte de burjuva muhalefetin kendisine gördüğü tek çıkış yolu sandık ve erken seçim.
Erken Seçim İsteği ve CHP liderliğinde Burjuva Muhalefet
Kılıçdaroğlu son katıldığı programda bunun nedenlerini açıklıyor. Millet ittifakının kafasında AKP’nin pandemi döneminde girdiği krizi değerlendirmek var. Eğer bir erken seçim olmazsa AKP’nin pandemi sonrası dönemde halkın “gönlünü alacağını” düşünüyorlar. Bunun çeşitli şovlar yoluyla ya da göstermelik yardımlarla yapılacağı yönünde bir görüşleri var. Öte yandan AKP üzerindeki siyasi baskıyı erken seçim yoluyla arttırma, halkta AKP bu işi götüremiyor hissini güçlendirme gibi amaçlarla da erken seçim isteniyor. Ekonominin daha kötüye gideceği beklentisi zaten yüksekken erken seçim ile bu beklentiyi siyasi bir kazanca çevirme hedefi var CHP’nin.
Burjuva muhalefet dünyaya bozuk gözlüklerle bakıyor. AKP’nin mevcut durumunu gözlemleseler de çözüm olarak sunabilecekleri bir vizyonları yok. Yaptıkları analizlerin temelindeki bozukluk söylemlerinde bile ciddi bir çıkış yolu sunamamalarına neden oluyor. Zaten bir beklenti yok fakat yine de açıklayalım. Kılıçdaroğlu diyor ki devletin kasasında para var ama AKP’nin siyasi tercihleri bu parayı esnafa, halka vermek değil 5’li çeteye (Cengiz Holding, Limak Holding, Kalyon Holding, Kolin Holding ve Makyol Holding) vermek. CHP’nin düşüncesi AKP’nin elindeki kaynakları bir siyasi tercih olarak 5’li çeteye ya da diğer büyük sermaye gruplarına aktardığı yönünde. Oysa AKP’nin büyük burjuvaziye kaynak aktarmamak gibi bir seçeneği yok. Savaş yatırımlarından, kongre organizasyonlarına, uluslararası destek bulmasına kadar birçok konuda AKP bu düzenin devamcısı olarak sermayedarlara kaynak akıtmak zorunda. Sorunun özünü anlayamayanlar sorunu burjuva düzenin kendi dinamiklerinde değil burjuva demokrasisinin AKP ile geldiği noktanın sorunları olarak ele alıyor. Kapitalizmin dinamikleri özellikle Türkiye gibi çelişkilerin bu denli açık olduğu bir yerde halka kaynak aktarmaya, refah dönemi yaratmaya elverişli mi diye sormak gerekir. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun bakışı hakkaniyetli bir burjuva iktidar mümkünmüş illüzyonuna devam ediyor. Kılıçdaroğlu’nun “haksızlık etmeyen, kirli işlere karışmayan patronlarla” büyüyecek bir Türkiye hayali AKP düzeninin görüntü değiştirmiş halinden fazlası değil. Kapitalizm de yüz değiştiren bir sömürü makinasından fazlası olamaz.
CHP’nin temel ekonomi programı kaynakların kamuya harcanması ve yatırımcıların önünü görebildiği, çağı yakalayan bir Türkiye yaratmak. Kimilerinin çok umut bağladığı CHP’nin “sol kanadı” Selin Sayek Böke söylüyor bunları. Türkiye’de ekonomi planlaması yok, yatırımcılar önünü göremediği için yatırım yapmıyorlar, üretim seferberliği başlatmak gerek. Diyelim ki CHP’nin planları yolunda gitti ve iktidara büyük pay sahibi olarak yerleşti. Elbette siyasi ve ekonomik olarak AKP’den farklılık gösterecektir. Ama büyük sermaye sahiplerini üzmeyen, halkın üzerine devasa sorumluluklar yüklemeye devam eden bir yönetim olacağından şüphe yok. Yeni açıklanan raporda İşsizlik Sigortası Fonu’ndan işverenlere aktarılan kaynağın 23 milyar TL iken 2,6 milyon işçiye ödenen nakdi desteğin 11 milyar TL’de kaldığını gördük. İşsizlik Sigortası Fonu’nun %23’ü patronlara akıyor. Bu AKP döneminde büyük sermayeye desteğinin belki de küçük bir kısmı. Kamu ihaleleri, vergi afları, vergiden muafiyetler sıralanıp gidiyor. Erken seçim isteyen CHP ise hangi büyük oyunu bozacağını ilan ediyor?
5’li çeteyi kamulaştıracağım diyor Kılıçdaroğlu. Elbette bizim anladığımız kamulaştırma ile Kılıçdaroğlu’nun anladığı arasında koca bir dünya farkı var. Kılıçdaroğlu 5’li çeteyi yanıma çekip soracağım, sizin içinize yaptıklarınız siniyor mu diye soracağım, sonra onların hakkı olan kârı verip geri kalan parayı kamuya alacağım diyor. Gülünç doğrusu. 5’li çete CHP’nin rahatlıkla karşısına alabildiği yegâne sermaye gruplarından olmasına rağmen onlara bile muazzam bir güleryüzle yaklaşıyor. 5’li çeteye ancak bu kadarını yapabilen sıra KOÇ’lara geldiğinde lal kesilir. CHP’nin vaatlerinin altı boş demek yanlış olur. CHP’nin vaatleri emeğiyle geçinenlere yaramayacak demek doğru olacaktır. Halihazırda AKP ile yoluna devam eden Koç, Ülker, Sabancı, Rönesans vb. büyük sermayedarların olası bir erken seçim ve olası bir iktidar değişikliğinden etkilenmeyeceği ortada. Türkiye büyük burjuvazisi-belli sektörlerde Dünya sıralamalarında ilk ona oynayan- burjuva normallik devam ettiği müddetçe susuz kalmayacaktır.
AKP İçin Çanlar Çalıyor
CHP ve erken seçime bel bağlayan diğer muhalefet partileri seçim anketlerinde görülen ihtimali değerlendirmek istiyor. Son anketlerde Erdoğan’ın ilk turda seçimi bitiremediği hatta ikinci tura kalındığı takdirde İmamoğlu ve Yavaş’ın ikisine de geçileceği görülüyor. Gezici Araştırma Şirketi’nin ikinci turda Erdoğan ve Kılıçdaroğlu yarışsa ne olur sorusuna aldığı cevap yüzde 43,1 Erdoğan, yüzde 44,8 Kılıçdaroğlu olmuş. Elbet tarih bu oranlar etrafında ilerlemiyor. Özellikle AKP iktidarında her dakika yeni bir gündem patlama ihtimali var. Dolayısıyla bu oranların belirleyici olmadığının parantezini açarak devam edelim. Oranlar yakın geleceğe dair bir umut arayışını gösteriyor, hamaset siyasetinin sonunun yaklaşma ihtimalini, ekonomik krizinin belirleyiciliği ile AKP dışı alternatiflerin yükselebilme koşullarını gösteriyor. TÜİK’in son raporunda Mart 2021 dönemine ait geniş tanımlı işsizliğin %25,8 olduğunu görüyoruz. DİSK-AR’ın bu rapordan hareketle yaptığı mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsiz sayısı 9 milyon 204 bin! Bir yanda muazzam işsizlik öte yandan küçük esnafın pandemide yaşadıkları öfke yaratmaması mümkün olmayan bir durum, yani açlık. Oranların temelinde yatan da bu oluyor. Türkiye’de milyonlarca insan abartısız bir şekilde aç ve gelecekte ne yapacağını bilemez halde. Türkiye’nin yeni zenginlerinden ve sağlam işçi düşmanlarından Nevzat Aydın’ın 2019 yılında kurduğu market alışverişi sağlayan Yemeksepeti Banabi’ye bakın. Sipariş oranları 2020 yılında bir önceki yıla kıyasla 6,5 kat büyümüş. Bu süreçte işçiye ve esnafa ne mi oldu? 2020 yılında 177 bin işçi Kod-29 bahanesiyle işten atıldı, 125 bin esnaf iflas bayrağını çekti.
AKP’nin ekonomideki yenilgisi kendi içerisindeki parçalanmalarla, taht kavgalarıyla katmerleniyor. Burjuva demokrasisinin normalliğini yansıtıyor AKP. Elbette İskandinav ülkelerinden farklı bir normallik bu. Otoriter, hesap vermeyen, saldırgan bir iktidar anlayışı. Fakat temelinde kapitalizmin “temiz” yüzleri ile AKP gibi pisliğin içerisinde debelenen yüzleri arasında fark yok. Dolayısıyla burjuva düzenin 2000’li yıllardaki yüzü AKP kendi ideolojik ve ekonomik amaçlarını gerçekleştirmenin yanında, büyük oranda bilinçli bir şekilde düzenin devamlılığını da sağlama misyonunu içeriyor. Düzene bağlı her unsurun bir şekilde gerçekleştirdiği bu durum iktidarlar değişse de düzenin devam etmesini sağlıyor. AKP gibi baskıcı, otoriter bir tek adam rejiminin biz gitsek de düzen devam etsin demeyeceği malum. Dolayısıyla kendi içlerinden çıkacak yeni yüzler yaratılmaya çalışılıyor ya da yeni yüzler liderlik için kapışıyor. Peker’in açıklamalarının gündeme bu kadar oturmasının bir nedeni de bu. AKP içerisinde işlerin yolunda gitmediği açıktı. Fakat Peker gibi yıllardır burjuva demokrasisinin kanlı bıçağı olma rolünü üstlenmiş bir insan tozunun ipinin çekilmesi parçalanma sinyallerini veriyor. Meselenin burjuva muhalefet ve devrimci muhalefet açısından kilitlendiği nokta burası. Düzen normalleşsin diye akıl mı verilecek, normalleşme yolu mu açılacak yoksa ne AKP ne AKP türevleri mi denecek. Sosyalistler açısından normalleşme yolunu açacak akıl verme furyası son bulmadan köklü bir değişim olmayacaktır.
Erken Seçim İhtimalinde Sol Ne Yapacak?
Demokrasicilik oynamak sosyalist sol içerisinde bitmeyen bir eğilim. Erken seçime dair görüş bildiren birçok sol kurum da bu tuzağa, sandık tuzağına düşüyor. Erken seçimlerin yapılması yönünde, demokratik seçim nasıl yapılır yönünde görüşler burjuva siyasetine akıl vermek dışında sosyalistlere ne kazandıracak? Önceki belediye seçimlerinde de dile getirilen AKP diktasına karşı demokratik yapılarla anlaşalım, birlikte iş yapalım anlayışıydı. Temellendirmesini yaparken AKP’nin yıkılıp demokrasi özleminin giderilmesini sonrasında radikal bir devrimci değişim için mücadele edilmesini vazeden bu anlayış devrimi sıradan bir ilerleyiş basamağı olarak gören şemadan fazlası değil. Bu şemanın yol açtığı tarihsel kayıplar ise sosyalistlerin burjuva muhalefetle ittifak arayışına girmesi, yüksek siyaset ve meclis sevdası oluyor. Bununla birlikte, AKP’nin ve burjuva düzenin girdiği muazzam krizden emekçilerin örgütlenmesi için fanatikçe bir uğraş olmamasıyla katmerleniyor. Tarihte kriz dönemlerinde bir alternatif olunduğunda devrimlerin çıktığını, sosyalistlerin alternatifi kuramadığı, yüzeysel siyasi hesaplar için koştuğu durumlarda burjuva alternatiflerin düzeni devam ettirdiği bilinmiyor mu? Dolayısıyla sandıktan çözüm beklentisinin toplumsal mücadelelere afyon etkisi yapan bir tuzak olduğunu unutmamak gerekiyor.
Sosyalist sol bütün bu koşullarda 2. Enternasyonal’in ideolojik yenilgisini unutuyor gibi. 1919’da Almanya’da yükselen Kautsky ve Bernstein’ın fikirlerine karşı Troçki’nin yazdığı makaleden bir alıntı kapitalizmden çıkış formülünün netliği için iyi bir örnek:
“Toplumsal devrimin mekanik kavranışı tarihsel süreci proletaryanın sayısal gücünün kesintisiz büyümesine ve örgütsel gücünün düzenli artışına indirger. Bu yolun sonunda proletarya herhangi bir muharebeye girmeden, hatta neredeyse hiçbir kavga vermeden, salt “nüfusun ezici çoğunluğunu” oluşturması sayesinde, dalından koparılmaya hazır bir meyve olan burjuva devlet aygıtını ve ekonomiyi ele geçirecektir.” Sosyalistler erken seçimden yüksek siyasette söz sahibi olmayı, AKP dışında “demokratik” bir yönetimi, ya da sayılarını yavaş yavaş arttırıp sonra düzeni değiştirmeyi umuyorsa şimdiden söyleyelim bu yolun sonu yenilgidir. Troçki, kapitalist devletin krizden çıktığı ve güçlendiği koşullara dair devrimcilere düşen sorumluluğu makalenin devamında ortaya koyuyor.
“Bir ülke kapitalist açıdan ne kadar güçlü olursa –diğer bütün şartlar eşit olduğu takdirde- “barışçıl” sınıf ilişkilerindeki atalet de o kadar büyük olur ve dolayısıyla düşman sınıfları görece denge durumundan çıkartma ve sınıf mücadelesini açıktan iç savaşa dönüştürme itkisi de aynı derecede güçlü olmalıdır.”
Gerçek bir umut potansiyelini taşıyan yegane unsur olan sosyalistler açısından gelecek günler kritik virajları getirecektir. Bu virajı alamayanlar ne yazık ki tarih sahnesindeki devrimci işlevlerini yitirecekler. Devrimci siyaseti yükseltmek ve birleşik bir mücadele cephesini kurmak şart.