Erdoğan’a Seçim Hediyesi: Kuran Yakma Eylemleri ve Kuzey Ülkelerinde Aşırı Sağ Rüzgar – Emre Güntekin
Danimarkalı aşırı sağcı Stram Kurs (Sıkı Yön) grubu lideri Rasmus Paludan tarafından Türkiye’nin İsveç Büyükelçiliği önünde başlatılan Kuran yakma eylemini yeni eylemler izledi. Önce aşırı sağcı Pegida’nın Hollandalı lideri Edwin Wagensveld tarafından Hollanda parlamentosu önünde eylem tekrarlandı; ardından yine Paludan bu kez Kopenhag’da bu eylemi tekrarladı. Dünyada pek çok ülke eylemi kınarken, mesele Türkiye kamuoyunda da doğal olarak yankı uyandırdı.
Elbette iktidar cenahında aşırı sağcılar tarafından altın tepside sunulan ikramın üzerine coşkuyla atlanmasının somut sebepleri mevcut:
Birincisi bu tarz dini ve kültürel çatışma alanlarında top koşturmak, tıpkı diğer aşırı sağ hareketlerin de olduğu gibi AKP iktidarının da alameti farikalarından biri. Özellikle de Türkiye doludizgin seçim sath-ıı mailine girerken… Bu süreçte Erdoğan’ın ekonomik ve siyasi anlamda ciddi bir cephaneliğe ihtiyacı bulunuyor. Kolay değil: İktidarın selahiyeti için hem freni boşalan ekonominin şarampole yuvarlanmadan seçime taşınması gerekiyor hem de halkın gündeminin mümkün olduğunca ekonomiden uzak tutulması gerekiyor. Avrupa’da yükselen bu İslamofobik eylemler bir ölçüde bu doğrultuda kullanılmaya uygun bir zemin yaratıyor.
Bir diğer nokta ise bu eylemlerin tam da NATO’ya üyelik sürecinde bulunan İsveç’in Erdoğan rejiminin ihtiraslarıyla uğraşmak zorunda kaldığı bir döneme denk gelmesi… İsveç ile Finlandiya arasında var olan mevcut sorunlar (özellikle de Kürtlere yönelik desteğin çekilmemesi, 2019 yılında Suriye’ye yönelik operasyonu sonrasında başlatılan Türkiye’ye yönelik silah ambargosunun sürdürülmesi vs.) nedeniyle yaklaşık 8 aydır süren görüşmeler sonuçsuz kalırken, son olarak Paludan’ın Kuran yakma eyleminin engellenmemesi üzerine İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliğinin müzakere edildiği üçlü mekanizma toplantıları süresiz bir şekilde iptal edilmişti.
Kuzey Avrupa’da Aşırı Sağ Rüzgar
Kuran yakma eylemlerinin ardından, şimdiye dek sosyal refah ve demokrasileriyle birlikte anılmadan geçilmeyen Kuzey ülkelerinde aşırı sağın gücünü de ele almak gerekiyor. Aşırı sağ hareketler elbette bu ülkelerde yeni ortaya çıkmış bir olgu değil. Bu hareketlerin geçmişi Finlandiya için 1950’lere, Norveç ve Danimarka için 1970’lere kadar uzatılabilir; ancak son on yıla kadar güçleri ülke siyasetleri üzerinde belirleyici olmaktan oldukça uzaktı. 2011 yılında neo-nazi Andreas Breivik 77 kişiyi katlettiğinde, bu katliam istisnai bir gelişme olarak görünüyordu. Ancak aradan geçen yıllarda aşırı sağ hareketler, Kuzey ülkeleri için küçümsenemeyecek bir tehlike konumuna ulaştı. Geçtiğimiz Eylül ayında yapılan seçimlerde aşırı sağcı İsveç Demokratları % 20,5 oy oranı ile ikinci parti olurken, Ilımlı Birlik Partisi öncülüğündeki liberal-muhafazakar azınlık hükümetine dışarıdan destek vererek İsveç siyasetinin merkezine yerleşti. Diğer Kuzey ülkelerinde de dikkate değer seçim başarıları elde ettiğini de belirtmek gerekir.
İsveç ve Danimarka gibi ülkelerde aşırı sağın güçlenmesinde, özellikle son on yılda, dünyada göç hareketlerinin hızlanması önemli bir etken oldu. Özellikle Suriye, Libya, Afganistan gibi çatışma alanlarından her yıl milyonlarca insan Avrupa’ya gitmenin yollarını arıyor. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin verilerine göre sadece 2022 yılında 100 milyon insan dünya genelinde yer değiştirdi ve bunların 32,8 milyonu mülteci statüsünde. Kuzey ülkeleri, özellikle de İsveç bu göçmen akınının en gözde rotaları arasında yer alıyordu; ancak 2015 yılı sonrasında yaşanan patlaması ile birlikte bu ülkelerin göçmenlere karşı eskisi kadar dostane yaklaşmadığının altını çizmek gerekiyor. O yıldan bu yana mülteci kabullerinde sayı olarak ciddi kısıtlamalara gidilirken; İsveç’te Ekim ayında kurulan sağcı hükümetin ilk icraatlerinden birisi İsveç Demokratlarının gündeme getirdiği Tidö Anlaşması’nı yaşama geçirmek oldu. Anlaşma uyarınca mülteci kotası 5.000’den 900’e düşürülürken, kalıcı yerleşim izin sisteminin sona erdirilmesi ve uyum sağlayamayan göçmenlerin geri gönderilmesi gibi uygulamaların da gündeme gelmesi bekleniyor.
Bu gerici reformlar aşırı sağın siyasi belirleyiciliğini ortaya koyuyor. Özellikle dünya genelinde kapitalist krizin derinleşmesi ve yaşam standartlarının düşüşe geçmesiyle birlikte göçmenlerin refah toplumlarını erozyona uğrattığı argümanı ve suç oranlarının yükselmesinde sorumlu tutulmaları üzerine kurulan siyasi hat aşırı sağı ilgi odağı haline getiriyor. Aşağıda göçmen sayısındaki artış ile göçmenlerin İsveç toplumunu nasıl etkilediğine yönelik ankette olumsuz eğilimin güçlenmesi arasındaki paralellik bir nevi aşırı sağın etki alanının nasıl genişlediğini yanısıtıyor. Bu durum aşırı sağcı İsveç Demokratlarının 2010 yılında % 5,7 olan oy oranının aradan geçen zaman diliminde % 20’leri aşmasının da bir sebeplerinden birisi…
Göçmen düşmanlığının aşırı sağ tarafından bu kadar yoğun bir şekilde kullanılabilmesinin önünü açan en önemli sebep II. Dünya Savaşı’nın ardından kurulan refah toplumlarının özellikle 1990’ların ardından ciddi eşitsizlikler doğuracak şekilde aşınması oldu. 90’lardan bu yana uygulanan sosyal kesintiler bu ülkelerin toplumlarının geçmişte sahip oldukları pek çok ayrıcalığı da ortadan kaldırdı. Örneğin Dünya Bankası verilerine göre İsveç’te 1990’da nüfusun en zengin % 10’luk diliminin ulusal gelirden aldığı pay % 23,6 iken, 2013 yılında bu oran % 30,6’ya yükseldi. Üstelik bu erimenin gerçekleştiği dönemin büyük bölümünde iktidarda sosyal demokrat hükümetler yer alıyordu. Bir nevi sosyal demokratların neoliberal reformları uygulama konusundaki iştahı, alt sınıfların taleplerine ve şikayetlerine reaktif söylemlerle yanıt veren aşırı sağı öne çıkardı.
Elbette aşırı sağ sadece İsveç’e veya kuzey ülkelerine özgü bir durum olmanın ötesine geçti, Avrupa genelinde artık belirleyici durumdalar. Savaşlar ve krizlerle yoğrulan günümüz dünyası artık neo-nazi geçmişlerini, Mussolini sevgilerini gizleme gereği duymayan hareketlere iktidar kapılarını aralamaya başlarken; bu aktörler birbirlerinin yelkenlerini şişiren bir rüzgar yaratıyorlar. İsveç’te ve Kuzey Avrupa’da aşırı sağın güçlenmesi, örneğin aynı zamanda İslamofobik karakterleri sayesinde Erdoğan’ın da şansı haline gelebiliyor. Aynı zamanda Putin için İsveç’in NATO’ya katılma şansını belirsizliğe sürükleyerek Rusya karşıtı blok içerisinde yarılmaları derinleştirebiliyor. Rusya’nın adının Trump’ın seçildiği 2018 ABD seçimlerine müdahale edilmesinden Paludan’ın Kuran yakma eyleminin fonlanmasına kadar pek çok yerde geçmesi bu sebeple daha da anlamlı hale geliyor.
Son olarak şunu vurgulamak gerekiyor: İçinde bulunduğumuz tarihsel kriz süreçleri olağanüstülüklere kapı araladığı ölçüde siyasal eğilimlerin de uçlaşmasına yol açıyor. Bu direksiyon bir noktada sağa ya da sola kırılacaktı; malesef bu krizi fırsata dönüştüren, sosyalist hareketlerin de bu krize kendi içsel krizleriyle eşlik etmesi nedeniyle, aşırı sağ oldu. Ancak dünya genelinde bu tabloyu tersine çevirecek fırsatların ayağımıza geldiğini görmek gerekiyor. Latin Amerika’dan, Ortadoğu’ya kadar pek çok yerde sınıf mücadelesi ve isyanlar yaygılaşırken sosyalist öncünün uluslararası inşası için atılan adımları sıklaştırmak gerekiyor. Aşırı sağa kapı aralayan etnik, dini, cinsel her türlü çelişkilerin üstesinden ancak proletaryanın enternasyonalist devrimci öncüsünün inşasıyla gelinebilir.