Erdoğan sordu, biz yanıtlıyoruz: Üniversiteler Neden İlk 500'e Giremiyor? – Arzu Görmez
Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta “Türkiye’nin, nasıl oluyor da bugün dünyanın en büyük 500 üniversitesi arasında esamisi okunmuyor? Demek ki bir şeyleri kaybettik, bir yerde bir sıkıntı var, bir şeyleri unuttuk, ihmal ettik.” açıklaması üzerine üniversitelerde uygulanan eğitim sistemi tekrar tartışma konusu haline gelmişti. Türkiye’deki üniversitelerin dünyanın gerisinde kalmasının nedeni aslında Erdoğan’ın sorusunun içinde saklı. Erdoğan ve iktidarı üniversiteleri ihmal etmedi; aksine üniversiteye ve akademiye gereğinden fazla müdahale etti, kendi iktidarının çıkarları doğrultusunda şekillendirdi.
AKP iktidarı boyunca üniversiteler ciddi saldırılara maruz kaldı. Köklü üniversitelerin bölünmesi, yandaşlara özel kadrolar, ÖYP’nin, akademisyenlerin iş güvencelerinin ortadan kaldırılması, üniversite kadrolarına sınavsız atamalar, barış akademisyenleri gibi muhalif seslerin üniversitelerden ihraç edilmesi, kamu kaynaklarının özel üniversitelere akıtılması, “her ile üniversite” sloganıyla pıtrak gibi türeyen tabela üniversiteleri ve daha niceleri…
Üniversitelerde “Erdoğan Vesayeti”
Erdoğan şu sıralar sıkça üniversite akademik yıl açılış programlarında boy gösteriyor. İktidarı boyunca açtığı üniversitelerden oldukça memnun olacak ki geçtiğimiz günlerde Erciyes Üniversitesi’nin akademik yıl açılış programında “Biz üniversitelerde tek tipçiliğe karşıyız. Türkiye’nin tüm renkleri üniversitelerde olmalı. Üniversiteleri bilim ve araştırma yerine vesayetin ideoloji üretim merkezleri olarak gören zihniyeti hep birlikte çöpe attık. Türk üniversiteleri tarihlerinin en özgür, en güçlü dönemini yaşıyor.” demişti. Ancak gerçekler Erdoğan’ı yalanlıyor. Geçtiğimiz yıl Boğaziçi Üniversitesi’nde Afrin operasyonunu protesto eden öğrenciler tutuklanmış, Erdoğan komünist öğrencileri üniversitelerde barındırmayacağından bahsetmişti. Hakeza Barış Akademisyenleri Barış Bildirgesi dolayısıyla üniversitelerden 28 Şubat’ı aratmayan bir şekilde uzaklaştırılmışlardı. ODTÜ’de mezuniyet töreninde “Tayyipler Alemi” pankartı açan öğrenciler tutuklanmıştı. Ve daha sayısız örnek. Kısacası artık üniversitelerde belki 12 Eylül’ün ürünü olan YÖK’ün vesayeti yok, ancak Erdoğan’ın vesayeti geçmişi mumla aratıyor.
Tabela Üniversiteleri
AKP ile birlikte hem özel üniversitelerin hem de kamu üniversitelerinin sayısı ciddi oranda arttı. Öyle ki, iktidar 2002’den bu yana 76 olan üniversite sayısını 206’ya çıkartmış, neredeyse 81 ile üniversite açmıştı. Bu süre boyunca üniversite öğrenci sayısı 1 milyon 656 binden, 7 milyon 616 bine ulaştı.
Erdoğan niceliksel olarak ciddi artış gösteren üniversitelerle sıkça övünüyor; ancak iktidarın “her kente üniversite” projesinin niteliksel bir artışı beraberinde getirmediğini söylemek gerekir. İktidar tek bir üniversitenin dahi kurulması için yeterli olmayacak bütçeyi onlarca üniversitenin açılması için kullandı. Pek çoğu sadece bir binadan ibaret olan üniversitelerde ne yeterli sayıda akademisyen var ne de derslik ve laboratuvar var. Birçok üniversite, öğrencisi olmadığı için atıl durumda kalırken, bazı üniversitelerde akademik personel öğrenci sayısını fazlasıyla geçmiş durumda. Örneğin Sinop Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nde 41 akademik, 29’u idari olmak üzere toplam 70 personel hizmet veriyor; fakat fakültede sadece 9 öğrenci eğitime devam ediyor. Munzur Üniversitesi’nde neredeyse 2008 yılından bu yana öğrenci yerleşmeyen bölümler bulunuyor. 4 fakülte ve 3 yüksekokulun yıllardır öğrencisi yok.
Sayıştay raporlarında öğrencisiz üniversitelerle ilgili olarak “Muhtelif tarihlerde kurulmuş olmalarına rağmen hiçbir öğrencisi olmayan, eğitim ve öğretim faaliyetleri yürütülmeyen bölümlerin mevcudiyeti kanunun genel hükümlerine uymamaktadır.” denilmişti. Gelin görün ki bu üniversiteler hala varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar. Nedeni de basit: Bu üniversiteler Erdoğan’ın popülist politikalarına önemli katkı sağlıyor. Üniversite açılan küçük kentlerde öğrenci sayısı artıyor, esnaf şenleniyor, ev sahipleri fahiş kiralarla bayram ediyor.
İktidar, tabela üniversitelerinin sayısını arttırırken köklü geçmişi olan üniversiteleriyse parçalama kararı aldı. Alınan bu kararla hocalardan ve öğrencilerden yükselen tepkileri gören iktidar en çok önemsedikleri şeyi(!) gerekçe gösterdi. Gerekçe şu: üniversitelerin çok kalabalık olması ve bu sebeple “eğitim-öğretimin niteliği”nin düşmesi. Ancak İstanbul Üniversitesi gibi köklü üniversitelerin bölünmesi kaliteyi artırmaktan ziyade bu üniversiteleri kişiliksizleştirecek bir gelişme. İktidar bu okullara gerekli kaynakları ayırarak kaliteyi yükseltmek bir yana, mesela İstanbul Üniversitesi’nden ayrılması öngörülen Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ödeneksizlik ve aşırı borçlanma nedeniyle neredeyse kapanmanın eşiğinde.
Ancak söz konusu vakıf üniversiteleri olunca iktidar epey cömert: Tasarıda en dikkat çeken maddeyse şöyle: “Vakıf yükseköğretim kurumlarının tüm personelinin ücretlerinden kesilecek gelir vergisi tutarının ilgili yükseköğretim kurumuna tahsis edilmesi suretiyle eğitim ve öğretim, araştırma ve geliştirme ile her türlü yatırım harcamalarına kaynak oluşturması.” Bunun anlamı şu ki emekçilere kamusal hizmet olarak dönmesi gereken vergiler sermaye üniversitelerine akıyor.
AKP’nin Üniversiteleri: Güvencesizleşme, Kadrolaşma, Yolsuzluk
Üniversitelerde araştırma görevlisi alımında torpili büyük ölçüde azaltan, puana göre atama sistemi olarak bilinen ÖYP sisteminin 2016’da kaldırılması sonucu ÖYP kapsamında istihdam edilmiş araştırma görevlilerinin iş güvenceleri 674 sayılı KHK ile ellerinden alınmıştı. Bilimsel bilgi üretebilmek adına yüzbinlerce liralık senet yükünün altına girmiş, kamu görevlisi olarak mesleğe başlayan 13 bin 700 araştırma görevlisi bir gecede sadece öğrencilikleriyle sınırlı olan 50/d statüsüne geçirilmişti. 50/d statüsü, lisansüstü öğrencilerinin eğitiminin finansmanı için geçici bir formül olarak kullanılıyorken bu statü neredeyse üniversitelerde tek istihdam biçimi haline gelmişti.
Güvencesiz istihdam bugüne kadar yükseköğretim sistemine ciddi zararlar verdi. YÖK, Mayıs 2018’de akademisyenlerin tekrar daimi kadroya alınıp alınmaması kararını üniversitelerin inisiyatifine bırakmış, her üniversite kendi kriterlerini belirlemişti. Hatta bazı üniversitelerin farklı fakülteleri birbirleriyle tutarlı olmayan kararlar aldılar. 102 üniversite içerisinden birçoğu ÖYP’li akademisyenleri tekrar daimi kadroya geçirmezken, bunlardan yalnızca 37 üniversite ÖYP’li akademisyenleri tekrar daimi kadroya aldı. Yaşanan bu süreçte yalnızca 7 bin akademisyen üniversitelerinde daimi kadroya geçebildi. Daimi kadroya alınma hakkı ellerinden alınan yaklaşık 6 bin ÖYP’li akademisyense doktoralı işsizliğe mahkûm edildiler. ÖYP’li akademisyenlerden boşalan kadrolara ise torpille yerleşen akademisyenler aldı.
Üniversite kadrolarının her kademesine girişte akademik ve bilimsel yeterlilikten ziyade iktidara bağlılık temel koşul haline getirildi. Öyle ki Erdoğan, yandaşı MEB eski müsteşarı Yusuf Tekin’in açıkta kalmaması için bir gece çıkarttığı KHK ile “rektörlük için 3 yıl profesörlük yapma şartı”nı kaldırmış, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Rektörlüğü’ne atamış ve ardından düzenlemeyi geri çekmişti.
Bursa Uludağ Üniversitesi’nde daha önce kütüphaneci, memur, şef, antrenör, bilgisayar işletmeni ve çözümleyici olarak görev yapan personelin, usulsüz bir şekilde yüksek okul ve enstitü sekreterliği kadrolarına ataması yapılmıştı. Atanan personellerin, yerlerinden hoşnut kalmamış olacaklar ki, kısa süre içerisinde üniversite bünyesinde değişik şube müdürlüğü kadrolarına “sınav şartı olmadan” yerleştirildikleri ortaya çıktı. Böylece Uludağ Üniversitesi usulsüzlüklerine bir yenisini daha eklemiş oldu. Ayrıca üniversitenin “bilimsel araştırma projeleri” için ayrılmış 33,4 milyon TL tutarındaki ödeneğin 30,5 milyon TL’si alt yapı projeleri adı altında makine-teçhizat ihtiyaçlarını karşılamak için kullanıldığı da ortaya çıktı. Bunun büyük kısmını özel bütçe veya tıp fakültesi döner sermayesi tarafından karşılanması gereken tıp malzemeleri oluşturuyor. Yani Erdoğan özel üniversitelere vergi kıyağı geçerken, devlet üniversitelerine başının çaresine bak diyor.
Geçtiğimiz günlerde akademik rezaletlere bir yenisi daha eklendi. Erciyes Üniversitesi’nde bir “doçent”in, faşist diktatör Adolf Hitler’in “sosyalizmin kurucusu” olarak ilan edildiği tezi 4 profesör tarafından onaylanmıştı. Geçtiğimiz yıl ise Erzincan Üniversitesi’nde “19.yy’da Osmanlıyı ziyaret eden yabancı yazarların eserlerinde Osmanlı halk hayatının derlenmesi’ başlıklı doktora tezi gündeme oturmuştu. Tezde daha önce yayınlanmış kitaplardan alınan bölümler aynen kullanılırken, yabancı yazarların eserlerinden çıkarılan liste tez olarak jüriye sunulmuş ve kabul almıştı.
Üniversitelerde bu tarz skandalların patlak vermesi çok normal. Üniversiteler AKP’yle birlikte büyük bir aile saadetine dönüştü ve ahbap çavuş ilişkisi yoluyla atamalar akademiyi giderek sıradanlaştırdı. Hitit Üniversitesi’nde 30 akademisyenin soyadının aynı çıkması üzerine üniversite rektörü Reha Metin Alkan “Karı kocanın birlikte çalışması yasak mı?” diyerek adeta insan aklıyla alay etmişti. Eski vekiller rektörlük koltuğuna yerleşirken, yakın akrabaları da sıcak koltukları boş bırakmadılar. Erdoğan’ın “güçlü ve özgür kadroları” AKP’li vekillerle doldu taştı.
Üniversitelerde kalitenin hızla düştüğü şu günlerde üniversitelere ahbap çavuş ilişkisiyle atanan AKP’lilerin listesi hayli kabarık:
- Erdoğan Kütahya eski milletvekili Vural Kavuncu’yu Kütahya Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörlüğü’ne,
- AKP eski milletvekili Cevdet Erdöl’ü İstanbul Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörlüğüne
- AKP eski Ankara milletvekili Aşkın Asan’ı Avrasya Üniversitesi Rektörlüğüne
- AKP eski Edirne milletvekili Necdet Budak’ı Ege Üniversitesi Rektörlüğüne
- AKP eski İzmir milletvekili Nükhet Hotar’ı 9 Eylül Üniversitesi Rektörlüğüne
- AKP eski Urfa milletvekili Mazhar Bağlı’yı Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Rektörlüğüne
- Çalık Holding patronu Ahmet Çalık’ın gelini, AKP Malatya Milletvekili Öznur Çalık’ın kardeşi Aysun Bay Karabulut’u Malatya Turgut Özal Üniversitesi Rektörlüğüne atamıştı.
Erdoğan üniversitelerin durumuyla ne kadar övünse yeridir. Üniversitelerde kalitesizliğin, sıradanlaşmanın sorumlusu bir yerde aranacaksa Erdoğan dönüp aynaya bakmalıdır. Hayatın her alanına AKP eliyle yerleştirilen adam kayırmacılıktan, üniversiteler üzerindeki baskıdan vazgeçilmeden; üniversitelerdeki akademik özerklik korunmadan, sermayenin karı için değil bilimsel gelişme için çaba harcanmadan, akademik kadrolara iş güvencesi sağlanmadan, üniversitelerin ticarileşmesinin önüne geçilmeden bu tablonun değişmesi mümkün değildir.