Erdoğan-Barzani Buluşmasının Ardından: Kürt Sorununda "Barış"ın Neresindeyiz?
17 Kasım, 2013
Günlerdir Kürt sorunun çözümü için tarihi bir dönüm noktası olacağı belirtilen Tayyip Erdoğan ve Mesud Barzani’nin Diyarbakır buluşması gerçekleşti. Geçtiğimiz yıl başlattığı “çözüm süreci”nde şimdiye kadar dişe dokunur bir adım atmayan ve Kürt ulusal hareketiyle köprüleri atmanın eşiğine adım adım yaklaşan iktidar, çareyi hem Barzani gibi kendi politikalarına uyum sağlayacak Kürt temsilcilerle buluşmakta hem de Şivan Perwer gibi bugüne dek Kürt halkı açısından dinlemenin büyük bedeller gerektirdiği sanatçıları siyasi malzeme haline getirmekte arıyor.
Aslında ortada bugün ne bir çözümden ne de bir süreçten bahsetmek mümkün. Erdoğan ve AKP bugüne kadar Kürt halkının siyasal temsilcilerini muhatap almaktan ısrarla kaçınıyor. Bir süreçten bahsetmek gerekirse bu, ancak Erdoğan’ın siyasal geleceği paralelinde kurduğu taktik hamlelerden ibaret olabilir. Diyarbakır ziyaretinde son anda programa eklenen ve biraz mecburiyetten ve “tarihi buluşma”ya gölge düşmemesi adına alınan Büyükşehir Belediyesi ziyaretini saymazsak Türkiyeli Kürtlerin birinci dereceden siyasal temsilcilerinin böylesine şaşalı reklamı yapılan “tarihi buluşma” kapsamı dışında bırakılması bu buluşmayı da bir taktik hamlenin ötesine götürmüyor.
Bundan ötesi zaten düşünülemez. Erdoğan Diyarbakır ziyaretinden ciddi bir sokak tepkisiyle karşılaşmadan geri dönmesi Kürt halkının ona duyduğu güvenden çok, Kürt ulusal hareketinin hala süreçten beklentilerinin var olmasında ve bundan kaynaklı temkinliliğinde aranmalıdır. Bu ziyaret başka bir dönemde gerçekleşmiş olsaydı tepkinin çok daha farklı olacağı çok açıktır. Nedeni zaten ortada. Erdoğan Diyarbakır’a Kürt halkının ulusal haklarını tanıyan, anadil başta olmak üzere demokratik taleplerini eksiksiz karşılayan bir lider olarak değil, barış sürecinde Kürdistan coğrafyasını karakollarla donatan ve bunun için Medeni Yıldırım’ın katledilmesinde doğrudan sorumluluğu bulunan, binlerce Kürt siyasetçiyi cezaevlerinde tutan, Rojava’yla Nusaybin arasına utanç duvarı ören, yine Rojava’nın üzerine İslamcı çeteleri süren ve binlerce insanın katledilmesine yol açan bir lider olarak geldi.
Kürt Halkının İki Tarihsel Karakteri: Barzani ve Şivan Perwer Bu Resmin Neresinde?
Erdoğan tek başına bu ziyareti gerçekleştirmiş olsa Türkiye’nin batısında yapacağı herhangi bir temel atma töreninden farkı olmayacaktı. Ama eğer Kürt halkının geçmiş yüzyılında önemli bir yer tutan bir ailenin son temsilcisini ve Kürt halkının, Türkiyeli devrimcilerin dinlemek uğruna bedl ödemeyi göze aldığı ve artık bir halkın tarihinin bir parçası haline gelmiş bir sanatçıyı yanınıza alıyorsanız bu ziyareti farklı konumlandırmak gerekmektedir. (İşine geldiği zaman Kürt olduğunu hatırlayan İbrahim Tatlıses’i elbette bu kapsamın dışında bırakmak gerekiyor.)
Önce Şivan Perwer’le başlamak gerek. Şivan Perwer’in Kürt halkının özgürlük istemi için duyduğu samimiyet tartışılmaz. Yıllarca politik hesapların dışında durmuş ve türküleri bir halkın acılarının, ağıtlarının dışavurumu haline gelmiş bir insanın bir anda politik hesapların bir parçası haline dönüşmesi kolay değildir. Ancak Şivan Perwer için sürecin bir parçası olmanın tek bir yolu elbette yoktu. Twitter’da paylaşılan “Şivan tek başına ‘sınır’ı geçip gelse en az 3 milyon Kürt karşılardı ama siyasi mesafesizlik yüzünden Şırnak İl Emniyet Müdürü karşıladı!” sözüyle anlatılan durum, Şivan Perwer’in AKP’nin projesiyle yakınlaşmasının sonuçlarını özetlemektedir. Şivan Perwer halkıyla böyle bir kucaklaşmayı tercih etseydi, Kürt halkı nezdinde kazanacağı saygınlık daha büyük olacaktı.
Barzani’ye gelicek olursak… Barzani’nin Diyarbakır ziyaretini kabul etmesi Ortadoğu’da özellikle Irak ve Suriye ekseninde Kürt halkının geleceği açısından önemli gelişmelere gebe olabilir. Barzani’nin bugüne kadar izlediği pragmatik ve çıkarlara dayalı politika açık belirtmek gerekirse özellikle Suriyeli Kürtler ve buranın asıl siyasal öznesi olan PYD için çift taraflı presin koşullarını yaratabilir. Çünkü karşımızda geçmişte Talabani ile olan çatışmalarında Saddam’la bile işbirliğine girmekte bir beis görmeyen bir özne durmaktadır. Şimdi de Barzani, adına barış denen süreçte hiçbir adım atmayan T.Erdoğan’ın görüntüyü kurtarması için devreye girmiştir. AKP’nin desteklediği El Kaide çetelerinin PYD’ye ve Kürt halkının geneline saldırdığı bir ortamda Barzani sınır kapısını kapayarak nerede durduğunu göstermiştir. açıkçası PYD’nin zaferlerinin T.Erdoğan kadar Barzani’yi de sıkıştırdığı ortada. Bu nokta kaçırılırsa “tarihi” Diyarbakır buluşmasının gerçek anlamı kavranamaz.
Radikal’in haberine göre Diyarbakır’daki buluşma Erdoğan ve Barzani arasında 4 maddelik bir mutabakatla sona erdi. Buna göre;
1- Barzani, çözüm sürecine destek vermeye devam edecek.
2- Suriye’nin kuzeyinde (Rojava) PYD’nin kurmak istediği de facto yönetime Kuzey Irak Kürt Yönetimi müsaade etmeyecek.
3- Kürt petrolünü Türkiye üzerinden dünyaya pazarlayacak boru hattından petrol en geç 1-1.5 ay içinde akmaya başlayacak.
4- Habur sınır kapısına paralel iki sınır kapısı 1 ay içinde açılacak.
Her iki taraf arasındaki ilişkinin yukarıdaki mutabakkatta da görüldüğü üzere dışarı yansıyan yüzünde Kürt halkına dair umut verici bir ışık bulunmamaktadır. Türkiye ile Güney Kürdistan arasındaki ekonomik ilişkilerin hacminin oldukça büyük olduğu bilinmektedir. Sınır kapıları açılması ve petrol akışının başlaması bunu artıracaktır. Ancak asıl önemli yansıma Suriye’deki gelişmelerle ilgili olacaktır.
Barzani’nin Batı Kürdistan’daki gelişmeleri domine eden PYD ile ve son süreçte PKK ile arasında gerilimli bir ilişki olduğu saklanamaz bir gerçek halini almaya başladı. Geçtiğimiz günlerde KDP Dış İlişkiler Başkanı Hemin Hewrami “Suriye Kürtleri, kendi gündemlerini kendileri belirlemeli. Maalesef PYD buna katılmıyor, mesela sınır kapılarındaki problemlerin çözülmesi konusunda yardımcı olmuyor. PYD, Kobani, Kamışlı, Afrin gibi şehirlerde diğer Kürt partilerinin çalışmalarına izin vermiyor. Rejimle diyalog kurmaları Suriye’de yaşayan Kürtler’in hangi problemini çözdü? Suriye Kürtler’i için hiçbir gelişme sağlanmadı. Kürtler’e herhangi bir şey kazandırmadı.” sözleriyle PYD ile var olan gerilimleri özetlemişti. Öte yandan KDP sıklıkla PYD’nin Esad rejimiyle diyaloğa girmesini eleştiriyor. Her iki Kürt grup arasında Hewrami’nin de dile getirdiği gibi özellikle Ortadoğu’daki kutuplaşmalarda kurulan ittifaklarla ilgili sıkıntı bulunmaktadır: “Şu an PYD’nin silahlı gücü YPG, orada Suriye rejimi ile koordine halde ve o sebeple orada varlar. Rus kanalında bir rapor vardı, PYD’nin güçleri ile Esad güçleri Kamışlı Havaalanı’nı birlikte koruyorlar. PYD bunu inkâr eden bir açıklama yapmadı.”(http://www.dengeazad.com/en/NewsDetailN.aspx?id=32118&LinkID=114)
Türkiye tarafının Rojava’dan duyduğu alerji ortada. Barzani’nin önce AKP Kongresi’ni ziyareti ve son olarak Diyarbakır’daki buluşmaya katılması, Rojava’ya karşı Türk tarafının uyguladığı psikolojik harekatın bir parçası haline gelecek mi? Bu sorunun cevabına her iki siyasal öznenin esnekliklerini bilenler olumsuz cevap verme konusunda çekimser kalacaklardır. Ancak şunu rahatlıkla ifade edebiliriz: Kürt halkı bir gün özgürlük kazanacaksa bu, on yıllardır acı içinde kıvranan Kürt halkına karşı despot bir rejimin ortaoyununa üç bavul altınıyla gelerek gündem olan Barzani’den bağımsız olacaktır.
Barış Ancak Medeni’nin, Ceylan’ın, Uğur’un, Robosikili Annelerin Ağıtları Dindiğinde Gelir!
AKP’nin bu ortaoyununun, parlak sahne şovlarının barış getirmeyecektir. Sadece Kürdistan demekle de tarihsel bir eşik atlamak mümkün değildir. Sahnede Kürdistan diyenler katledilen Kürt çocuklarının annelerinin ağıtlarını hala görmezden gelmekte, karşısına polis ordusuyla dikilmektedir. Sahnelerde “gözyaşları sel olurken”, Diyarbakır sokaklarındaki tek gerçek gözyaşı, kalekol inşaatının protestosu sırasında Lice’de katledilen Medeni Yıldırım’ın annesinin gözyaşlarıydı.
Barış sadece iki Kürt sanatçının devletin güvenli sahnelerinde düet yapmasıyla da mümkün değildir. Türkiye’nin her bir köşesinde Kürt halkı anadilini, Kürtçe şarkılarını rahatlıkla seslendirebildiği ve karşısında faşist saldırılara uğramadığı zaman mümkündür. Barış için cezaevlerinin boşaltılacağının sözünü seçim vaadi bayatlığında dillendirmek yetmez, derhal gerçekleştirilmelidir ve Kürt gerillaların dağdan inmesi için gerekli her türlü zemin hazırlanmalıdır. Barış isteniyorsa milyonlarca Kürt insanının oylarıyla seçilen siyasetçiler muhattap olarak kabul edilmelidir. Kürt halkının önder olarak kabul ettiği Öcalan’la doğrudan müzakerelerin önü açılmalıdır. En başta da acil olarak bugüne kadar yapılan bütün katliamların, Kürt halkına karşı işlenen cinayetlerin sorumluları yargılanmalı ve bu ayıp temizlenmelidir.
Bunlar yapılmadığı müddetçe barış söylemi içi boş sahne şovundan ibaret kalacaktır.