Enflasyon Kimin Canavarı? – Güneş Gümüş
Asgari ücret pazarlıkları ayındayız ama emekçiler maça oldukça geriden başlıyor. Enflasyon bir yandan, örgütsüzlük diğer yandan, iktidarla pazarlık masasına oturan işçilerin temsilcisi olmakla alakası olmayan sendika başkanları diğer bir yandan. Bitmeyen hayat pahalılığı altında asgari ücret zammı yılda bire indi bile. Bulmuşlar işin kılıfını da: “Asgari ücreti artırırsak enflasyon artar”. Neymiş efendim; ücretlere zam yapılınca her şeye zam geliyormuş. Yok, tüketim harcamalarını kısmadan enflasyonu düşürmek mümkün değilmiş. Hane halkı tüketimi gerilemeden ithalat ve cari açık durmazmış….
Oysaki AKP, uzun yıllarını, tüketim ve ihracatın genişlemesine dayalı bir büyüme yarattığı için kendisine övgü dizmekle geçirmişti. Siyasi başarısının ekonomik gidişattan ciddi oranda etkilendiğinin bilinciyle büyüme AKP açısından çok kritik önemde oldu. 2000’li yıllar dünya çağında parasal bolluğun yaşandığı, kredi faizlerinin düşük seyrettiği, doların yerel paralar karşısında değerinin düşük kaldığı zamanlardı. Bu süreçte büyüyen dış ticaret açığı sıkıntı değildi. Sonuçta ülkeye dolar akıyordu. Tüketmek, borçlanmak teşvik ediliyor; neredeyse bankalar yoldan vatandaşı çevirip krediye, kredi kartına boğuyordu. Ama bu dönemde 2018’lerden itibaren kapanmaya başladı. AKP için kritik seçim süreçleri devam ettiği için 2023 seçimlerine kadar koşullar zorlandı ama artık gelecek beş yılın garantilenmesinin rahatlığıyla ve de ekonominin bir patlamanın eşiğinde olduğu düşüncesiyle ortodoks ekonomi politikalarına dönüş yaşandı.
Seçimler öncesinden muhalefet cephesine transfer edilen liberal iktisatçılar eliyle başlamıştı ortodoks ekonomi politikalarına yönelik destek kampanyası. Mehmet Şimşek ekonominin başına geçince büyük sevinç kapladı böylelerini.
Umutla beklenen ortodoks ekonomi politikaları, 2008 krizi sonrası dünyanın tukaka ilan ettiği neoliberal iktisat politikalarından fazlası değil. Halk kemer sıkacak, acı ilacı içecek; enflasyondan kurtulmak için fedakarlık yapacak. Sanki enflasyonsuz geçen AKP’nin uzun yılları boyunca emekçi halk asıl acı ilacı içen değilmiş gibi. AKP iktidarı boyunca ülkede çalışan nüfusun neredeyse yarısı asgari ücretli haline geldi. 2002 yılında tüm ücretliler içinde asgari ücretle çalışanların oranı sadece %9’du. Bütün çalışanların üçte ikisi asgari ücretin 1,5 katından daha az ücret kazanıyor. Özelleştirmeler, TÜİK eliyle şekillenen enflasyon oranında zam, taşeron sisteminin yaygınlaşmasıyla geçen yıllarda ülke emekçileri yoksullaştı.
Faizler düşük, krediler bolken halk yoksulluğunu borçla kapatıyordu. Şimdi emekçilerin o kapı da yüzüne kapanıyor. Kredi kartı, tüketici kredisi faizleri zirve yapmış durumda. Vatandaşın bankalara kredi borcu (kredi kartı ve krediler toplamı) 2002’den 2021’e kadar 138 kat arttı. Ama artık bankalar kredi kartı limitlerini yükseltmiyor; krediyi daha zor veriyor. Borcunu ödemeyen vatandaşa gelen faiz ise katlandı. Borcu borçla çevirme imkanları daralınca; yoksul haneler elde avuçtaki mülklerinden – arabasından, evinden – de olmaya başlayacak.
Daha ufukta yerel seçimler var. Erdoğan, seçim sonrasına kadar daha dikkatli davranmaları talimatını verecektir ekonomi kurmaylarına. Ya sonrası. Tufan! Elde kalan kamu birikimlerinin satılması, emeklilik yaşının yükseltilmesi, emekli maaşlarının ve kamu çalışanlarının ücretlerinin iyice erimesi, daha da artan faizler… Onların bizi sefalete sürüklemeye dayalı programları hazır. Ya biz emekçiler hazır mıyız? Yaklaşan fırtınaya karşı örgütlü ve birlikte olmaktan ve bugünümüz, geleceğimiz için mücadele etmekten başka yol mu var!