Emekçileri Yoksullaştırma Projesi Tam Gaz Sürüyor!

Emekçileri Yoksullaştırma Projesi Tam Gaz Sürüyor!

Dün yayınlanan enflasyon verileri iktidarın atmaya çalıştığı taklalara rağmen ekonomide herhangi bir değişikliğin olmadığını gösteriyor. TÜİK verilerine göre Haziran ayı enflasyonu % 4,95 olurken; yıllık enflasyon % 78,62 olarak gerçekleşti. ENAG’a göre ise aylık enflasyon % 8,31, yıllık % 175,55! İki veriyi karşılaştırınca resmi TÜİK ile ENAG arasındaki uçurumun derinleştiğini görebiliriz.

TÜİK verilerine göre kamu emekçileri ve emeklileri 6 aylık enflasyon farkıyla birlikte Temmuz ayında % 41,69 zam alacak. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin’e göre “Tüm kamu çalışanları bu artıştan (memur zammı) istifade edecek.”; elbette biraz daha yoksullaşarak!

İktidarın özellikle ENAG’ın, DİSK-AR gibi unsurların bağımsız veriler açıklamasına karşı alerjisi olduğunu biliyoruz. Bakan Bilgin belli ki son açıklanan açlık sınırını da beğenmemiş ve şöyle demiş: “Açlık sınırının 6 bin lira olduğunu kim söylüyor. Sendikalar kendince çalışma yapıyor. Bunlar bilimsel olarak yapılmış çalışmalar değil. Türkiye’deki açlık sınırı 3 bin 600 lira ile 4 bin lira arasındadır.”

Bakanın bu sözlerle hedef aldığı ise bizzat her toplu sözleşme döneminde yan yana oturduğu Türk-İş. Türk-İş Haziran ayı raporunda açlık sınırını 6.391 TL, yoksulluk sınırını ise 20.818 TL olarak açıklamıştı. Türk-İş’in raporunda referans alınan veriler ve hesaplama yöntemi mevcut. Peki bizler resmi bir kurum olan TÜİK’in enflasyonu hesaplarken neyi referans aldığını veya bakanın neye dayanarak bir açlık sınırı salladığını biliyor muyuz? Tabi ki hayır!

Bildiğimiz tek şey bu çabaların emekçilere adeta balyoz gibi vuran yoksullaşmanın önüne geçilemediği ve geçilmek istenmediğidir. Asgari ücrete yapılan ara zamla artık sırtlarına yüklenen küfeyi taşıyamaz hale gelen emekçilere bir sus payı verildi, ancak kimsede sene başında yapılan zamda olduğu gibi bir coşku yok. Zira bu zammın da mevcut enflasyonun etkisiyle bırakın erimeyi, kısa sürede süblimleşeceğinin herkes farkında. Ek bütçede yer alan gelir artış hedefinin % 30’unun ÖTV ve KDV gelirlerindeki artıştan karşılanması bekleniyor, yani emekçilere verileni geri almak üzere hareket edeceklerini öngörmek zor değil.

Emekçiler için tablo böyleyken, büyük şirketler ve bankalar ise düğün bayram ediyor. Zira karlılıkları zirvede, iktidarın emekçilerden kıstığı kaynakların kapısı mevzu patronlar olduğunda ardına kadar açılabiliyor. Örneğin, bankalar Nisan ayında karlarını bir önceki yıla göre % 375 artırmayı başarırken iktidarın dizayn ettiği ekonomik tablonun en büyük kazananı haline geldiler. Milyonlar karşılarına dikilen borç dağını nasıl sırtlanacağını düşünürken finansal sermaye için bundan daha iyisi olamazdı. Borsada faaliyet gösteren 400 şirket yılın ilk çeyreğinde karlarını geçen yılın aynı dönemine göre % 145,7 artırmayı başardılar. Türkiye’nin en büyük kapitalistlerinden Koç grubu ise karını % 218 oranında artırmayı başardı.

Bunlar pek çok mecrada defalarca kez dile getirilen gerçekler. AKP gibi halis muhlis bir sermaye partisinin hükmü altında tersi olması şaşırtıcı olurdu. Asıl önemli soru bu tablo altında emekçi sınıflar ne yapmalı? 

Emek örgütlerinin emekçi sınıflara yönelik bu kapsamlı saldırı sürecini göğüslemekten ne denli uzak olduğunu her fırsatta görüyoruz. İktidarla aynı masada oturan Memur-Sen ve Türk-İş gibi sendikalar (içindeki kimi muhalif sendika ve şubelerini bir kenara bırakırsak) iktidarın manevralarını kolaylaştırmaktan, saldırıları meşrulaştırmaktan öte bir işleve sahip değiller. Bizim mahallenin oyuncuları ise atıllıklarıyla malul. Ne KESK ne de DİSK bürokrasileri kriz karşısında emekçi sınıflara kalkan oluşturabilecek bir hareketliliği yaratma konusunda ortaya sahici bir çaba koyuyorlar. Asgari ücretin belirlenmesi sürecinde DİSK süreci bürokratların boy gösterdiği rutin basın açıklamalarıyla geçiştirmekle yetindi. Aynı manzara Temmuz ayı sürecine girilirken KESK için de geçerli. Geçtiğimiz günlerde Ankara’da TÜİK önüne protestoya gidilirken, mevcut toplamın bileşimi konfederasyona bağlı sendikaların ve şubelerin yönetimleriyle sınırlı durumdaydı. Tabanla bağın ne denli kopuk olduğu böyle bir dönemde örgütlenen eylemlerin bileşiminden anlaşılabiliyor.

Emekçi sınıfların yeni bir soluğa ihtiyacı olduğu açık. Emekçilerin mevcut sınıfsal taleplerini ön plana alan bir sosyalist çıkış dışında rüzgarı tersine çevirebilecek bir alternatif ufukta görünmüyor. Kriz ve yoksullaşma karşısında ahlanıp sızlanmanın, baskı karşısında sinmenin vakti geçti. Örgütlenmek dışında bir seçeneğimiz yok! 

KATEGORİLER