Ekonomi OHAL'i Kaldırır mı? (İnfografik)

Ekonomi OHAL'i Kaldırır mı? (İnfografik)

Uyarı üzerine uyarı geliyor bu aralar; Türkiye böyle gidemez diye. Hem dışardan, hem de ilginçtir hükümetin içinden. Bu seslere son zamanlarda Abdullah Gül ile TÜSİAD’ın çekingen ikazları da eklendi.

Ekonomi OHAL'i kaldırı mı?

BÜYÜTMEK İÇİN TIKLAYIN: İnfografik: Rakamlarla AKP’nin çöken ekonomisi


Dünyanın en önemli ekonomi/ politika dergilerinden Economist, son sayısında Türkiye’nin gidişatını değerlendirdiği yazılarında “Türkiye ‘yaşam destek ünitesi’ne bağlı, iş Erdoğan’ın elinde; gidişat kötü”  tespitlerini çarpıcı şekilde ortaya koydu. Adil bir seçimin artık imkansız olduğu, başkanlık referandumunun bir taç giyme törenine dönüşeceği, Erdoğan’ın gözünü CHP’ye diktiği tespitleri yapılan yazılarda “İslam soslu Kazakistan modeli bir başkanlık” rejimi peşindeki Erdoğan’ın Türkiye ekonomisini istikrarsızlığa sürüklediği; bunun böyle gidemez olduğu belirtiliyor. TL’nin dolar karşısında son 30 yılın en kötü noktasına gerilediği, hükümetin bile büyüme tahminlerini azalttığı, uluslararası derecelendirme kuruluşlarından ikisinden yatırım yapılmaya uygun değil notu alındığı koşullarda Erdoğan’ın olağanüstü rejimi ekonomik olarak sürdürülemez diyor kısaca Economist yazarları. Mehmet Şimşek ise ASKON’un (Anadolu Kaplanları İşadamları Derneği) düzenlediği “Türkiye Ekonomisi ve Güncel Gelişmeler” konulu toplantının basına kapalı oturumunda patronlara “AB’den koparsak 3. dünya ülkesi konumuna gerileriz; yatırım darbe yer” diyerek bir an önce normalleşmenin sağlanması gerektiği yönlü endişelerini dile getirdi. Şimşek, Erdoğan’la ters düşmeyi göze alarak AB’den kopmanın felaket olacağını söyleyip inşaat temelli ekonomik büyüme yerine sanayiye yönelmeyi telkin ediyor, dövizle şirketlerin borçlanmaması gerektiğini söylüyor ve de ticarette tıkanma olduğunu, likidite sıkıntısı yaşandığını belirtip bir an önce darbenin ardından gelişen olağanüstü hal ortamından çıkmak gerektiğini bir şekilde ifade ediyor. AKP hükümeti tüketimi artırmak için kredi kartı limitini artırıp taksit sayısın yükseltirken Şimşek; taksit olayı yanlış diyerek uzun vadeli tasarruf yapılması gerektiğinden dem vuruyor. Kısacası Erdoğan ne istiyorsa onun tersini söyleyen Şimşek, tehlike çanları çalan ekonomik gidişat için uyarılarda bulunuyor.
OHAL Ekonomik İstikrarsızlığı Pekiştiriyor
Erdoğan, “daha her şey kontrol altında değil, neden OHAL bitsin” diyedursun olağanüstü rejimin ekonomik göstergeleri bozduğu eleştirisi yapılıyor. Neden mi? İstikrarsız ve güvensiz siyasal ortam, ekonomik gidişatı kötü yönde etkiliyor da ondan. Türkiye’nin yaz boyunca dünya çapında referans alınan 3 derecelendirme kuruluşundan ikisinden yatırım yapılmaya uygun değil notu alması para akışını sıkıntıya sokmuştu zaten. Daha güvenli yatırım peşindeki sermayenin çıkışı bir yana, gelmeye devam edenlere de daha yüksek faizlerle borçlanılarak borç yükü artmış olacak. 14 Kasım Pazartesi günü, dünya piyasalarında tahvil faizlerinin artışının da etkisiyle Türkiye’nin hazine tahvilleri son 4 yılın en yüksek seviyesine ulaştı. Korkut Boratav, geçtiğimiz günlerdeki bir yazısında yabancı sermaye hareketlerinin 2016’nın ilk dokuz ayındaki (Ocak Eylül) durumunu bir önceki yılki durumu ile karşılaştırdığında %11’lik bir azalma olduğunu ifade etmişti (Ocak-Eylül 2015: 30,3 milyar dolar, Ocak-Eylül 2016: 26,9 milyar dolar).
İstikrarsız siyasi ortam, sadece uluslararası para akışını riske sokmuyor; Türkiyeli şirketleri de tehdit ediyor. Gelişen ekonomilerdeki kötü gidişat,  FED’in faiz artırımı yapması yönlü beklentiler, Trump’un başkan seçilmesi gibi uluslararası gelişmeler, yerel para birimlerinin dolar karşısında değer kaybetmesini beraberinde getirmişti ama ülke içindeki gelişmeler nedeniyle bu durumu en kötü yaşayan ülkelerin başında Türkiye geliyor. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası başlayan OHAL dönemi, siyasi belirsizlikler, HDP’li vekillerin tutuklanması, Suriye’ye yönelik askeri operasyon, Cumhuriyet yazar ve yöneticilerinin tutuklanması, AB ile artan gerilim, başkanlık tartışmaları, idam gündemi gibi Türkiye içinde artan gerilimler ile Türkiye ekonomisinin büyüme rakamları- artan borçluluk gibi kötü sinyaller veren durumu, TL’nin dolar karşısında en çok değer kaybeden para birimi olmasını beraberinde getiriyor. Dolar’ın hızlı artışı bütün ekonomide iyat artışları yaratacağı gibi Türkiye’de döviz cinsinden borçlanan şirketleri çok zora sokacak. BNP Paribas SA analistleri de son 10 yılda Çin’den sonra en çok yabancı para cinsinden borçlanan Türkiye’nin uluslararası borçlanma maliyetlere karşı en duyarlı ekonomi olduğunu söylüyorlar. Bu arada Çin ekonomisinin büyüklüğü ile Türkiye’ninkini mukayese etmeye gerek bile yok. Geçtiğimiz günlerde tehlikenin boyutunu gösteren bir örnek daha yaşandı.
Türkiye’nin en büyük özelleştirmelerinden biri olan ve 2005 yılında satılan Türk Telekom, 2013 yılında döviz cinsinden aldığı 4,75 milyar dolarlık dış kredinin Eylül taksidi olan 290 milyon doları ödeyemedi. 2013’ten bu Eylül’e TL’nin dolar karşısındaki %40’ı bulan değer kaybı (borç alındığı dönemde 1.85 TL olan 1 dolar Eylül’de 3 TL sınırına dayanmıştı); ödenmesi gereken borç yükünü katladığından Türk Telekom hisselerini bankalara kaybetme riski altında. Türk Telekom’a borç veren konsorsiyumda Citigroup, JPMorgan, Deutsche Bank’la birlikte Türkiye’nin iki büyük bankası Akbank ve Garanti Bankası da yer alıyor. Türk Telekom’un borcunun üçte birinden fazlası (1,6 milyar dolar) Akbank’a ait.
Görüleceği gibi döviz borçlusu şirketlerin borçlarını ödeyememez hale gelişi Türkiye bankacılık sektörünü de vuracak. Türkiye’de 2008 krizinden sonra döviz geliri olmayan şirketlere yurt içindeki bankalardan dövizle borçlanma imkanı getirilmiş; şirketler de daha ucuz olan döviz kredilerine yönelmişti. Özel sektörün yurtdışından sağladığı toplam kredi borcu 227 milyar dolara, yani milli gelirin %30’una ulaşmış durumda. Bunun yaklaşık 73 milyar dolarlık kısmı 1 yıl içinde ödenecek.
Dolar, bu yılın 14 Temmuz’unda 2,89 iken şimdilerde 3,4 sınırına dayanmış durumda. Yani, şirketlerin zararı artıyor. Türkiye bankalarını sıkıntıya sokan bir başka gelişme de borç ödemelerinde geri dönüşlerde artan kayıplar. Gerek ekonomik büyümenin yavaşlaması, gerek dövizin pahalanması gerekse 15 Temmuz’dan beri süren ve 1 milyona yakın kişinin hayatını alt üst eden tavsiyeler nedeniyle ödenmeyen kredi miktarları da ciddi artış göstermiş durumda.  Bankalar Birliği’nin Risk Merkezi verilerine göre geri ödenmeyen kredi oranı yılın ilk dokuz ayında yüzde 25.8 arttı. Eylül 2016 itibariyle ödenmemiş kredi borcu 59 milyar lirayı aşmış ki bu rakam Haziran 2014’ten beri ikiye katlanmış durumda. Hane halkının borç yükü 2008’de 136,5 milyon dolarken 2016’da 433 milyon dolara fırladı; yani bu ödemelerde tıkanma ekonomiyi daha çok yoracaktır.
dolar-kuru-bu-gun-nasil-oldu-19-08-2016-2346610

Ekonominin Sırtında Başka Yükler de Var

Ekonomik büyümenin bu yıl için öngörülen %3,2’nin altında kalarak %2,5 dolaylarında olacağı  belirtiliyor. Gelecek yılın büyüme hedefi %4,4’lük büyümenin ise şimdiden yerinde yeller esiyor. 2002-2007 arasındaki %6,8’lik büyümeden %3’ün altında bir büyümeye gerilendi. Bu dönemler arasında özel tüketim %7,3’ten %2,8’e kamu tüketimi %7.3’ten, %2.8’e; yatırımlar %15.2’den %3.5’e düştü. Mustafa Sönmez, Al-Monitor için kaleme aldığı son yazısında daha vahime doğru bir gidişat olduğunu belirtiyor: “2016’nın temmuz-eylül dönemini kapsayan üçüncü çeyrekte büyüme değil tersine, yüzde 0.5’e yakın bir küçülme ya da negatif büyüme gerçekleştiği büyük bir ihtimal. Bu, 2009 ortasından bu yana ya da 27 çeyrektir ilk defa yaşandı. Ayrıca, devamında düşük temponun süreceğine ilişkin de birçok ön göstergeden söz edilebilir.”
Reuters için yapılan bir söyleşi de Maliye Bakanı Naci Ağbal, “problemin farkındayız, ekonomi yavaşlıyor” diye kötü gidişatı dillendiriyor. TÜSİAD Başkanı da “Temel sıkıntı güven erozyonu. Güven olmadan ne yatırım ne harcama ne de büyüme olması mümkün. İş dünyasının kurumları bu konuda endişelerini ekonomi yönetimine iletiyorlar. İvedi olarak güvenin yeniden tesisine ihtiyaç var” diye sıkıntılarını ifade ediyor. AKP’nin, TÜSİAD’ın korkakça dile getirmek istediği OHAL serzenişlerini dert edindiği yok tabii. Onlar çözümü iç talebi artırmak için faiz oranlarını düşük tutmakta-taksit sayısını ve borçlanma limitlerini artırmakla mega projeler aracılığıyla altyapı yatırımları üzerinden kamu harcamalarını artırmakta görüyor. Geçtiğimiz günlerde bu amaçla Varlık Fonu yasası çıkarılmış; mega projeler için ayrı bir bütçe oluşturulmuştu. Mega projelerin ekonomiyi canlandırması hedefleniyor ama bu projeler birçok riski de beraberinde getiriyor. Öncelikle bu projeler için ihtiyaç duyulan borçlanma yurtdışından devlet güvencesinde yapılıyor.
Borcun herhangi bir nedenle ödenememesi durumunda Hazine bu yükün de altına girmiş oluyor. Örneğin üçüncü köprü, Avrasya tüneli, Gebze-İzmir otoyolu için yatırım tutarı 11 milyar dolar iken 8,7 milyar dolar kredi kullanıldı. Hazine garantör olduğu için alınan riskler kamu bankalarının aktif yapısını da bozuyor. Mega projeler kamuya başka bir yük daha getiriyor. Bu projeler için devlet tarafından verilmiş büyük talep garantileri var. Örneğin Üçüncü Köprü için günlük 135 bin araç geçişi garantisi verilmiş.

Oysa ki 2015 yılında Fatih Sultan Mehmet köprüsünden günde 110 bin araç geçmiş; yani FSM kapatılıp bütün araçlar üçüncü köprüye yönlendirilse bile devlet zarar edecek. Aynı şekilde Avrasya Tüneli’nden 70 bin aracın geçiş garantisi verilmiş durumda. Toplam işletme süresi 15 yıl olan Gebze-Orhangazi- İzmir Otoyolu Projesi için 40 milyar TL (yaklaşık 13 milyar dolar); işletme süresi 8 yıla yakın olan Kuzey Marmara Otoyolu Projesi (Üçüncü Boğaz Köprüsü dâhil) için de yaklaşık 6 milyar dolar; Üçüncü Havalimanı içinse ilk 12 yıl için toplam 6.3 milyar avroluk sadece dış hat ve transitleri kapsayan yolcu garantisi sağlandı. 25 yıl işletme hakkı tanınan sağlık kampüsleri içinse kamu hastaneleri kiracı olarak 27 milyar dolar kira ödeyecek. Bunlar bütçenin yükünü gelecek dönemde artıracak kalemler olarak bir kenarda duruyor.

Durumun Vahameti Artıyor

AKP’nin ekonomik toparlanma için diğer bir umudu iç talep artışı da faiz indirimlerine, kredi
kullanımı teşviklerine rağmen gerçekleşmiyor.Hedef olarak iç talep artışını konuluyor ama bu artışın dinamikleri ortada yok. 15 Temmuz öncesine ait işsizlik verileri, resmi rakamlara göre, son 87 ayın zirvesine %11,3’e çıkmış durumda. Önümüzdeki aylarda işsizliğin daha da artacağı kesin gibi. 15 Temmuz sonrası kamudaki tasfiyeleri ve özel sektördeki kayyım etkilerini eklediğimizde tablo daha da vahimleşecek. Ki bunun üstüne 2016 üçüncü çeyreği ve devamındaki küçülmeyi ekleyin. Ya da döviz borçları nedeniyle iflas eden, veyahut küçülmeye giden şirketlerdeki işçi çıkarmaları. Ondan sonra ekonomik kötü gidişin zincirleme etkisi daha da net görünecektir. 14 yıllık iktidarı boyunca uluslararası konjonktür hep AKP’nin lehineydi.

Şimdi ise durum değişti. Yükselen ekonomileri vuran kriz, FED’in faiz artırma yönündeki eğilimi/ kararları, ABD Başkanlığına Trump’un seçilmesi zaten içerde sıkıntılı olan ekonomiyi daha çok zora sokuyor. Uluslararası siyasi ve ekonomik gelişmeler nedeniyle dünya çapında yükselen ekonomilerde hissedilen etki, Türkiye ekonomisinin kırılganlığı temelinde Türkiye’de daha şiddetli oluyor. Bir de bunun üzerine AKP’nin OHAL rejimiyle, başkanlık dayatmasıyla siyasi risk ve belirsizlikleri artırması, sermaye için güven ortamını alt üst etmesi eklenince olası bir krizin koşulları daha çok ısınıyor.

KATEGORİLER
ETİKETLER