Ekonomik Kriz Kapıda Mı? – Derya Koca

Türkiye tarihinde uzunca bir süre hatırlanacak 7 Haziran seçimlerine çok az bir zaman kalmışken AKP’nin kaderinin ne olacağı en büyük tartışma ve merak konusu. Bu bağlamda da seçimde AKP açısından gidişatı belirleyecek önemli meselelerden biri olarak görülen ekonominin durumu en çok konuşulan konulardan biri. Mahfi Eğilmez, seçimlerle AKP’nin oy oranı arasında bir korelasyon olduğu tespitini dillendirirken Mustafa Sönmez gibi iktisatçılar da benzer görüşte. Kamuoyu nezdinde bu görüşün çok güçlü bir eğilim temsil ettiğini; hatta bu temelde bir kriz gelse de AKP’den kurtulsak fikrinin AKP karşıtı cephede yaygın kabul gördüğünü söylemek gerekiyor. Biz ise bu konuda ağır bir kriz olmadan AKP açısından denklemlerin değişmeyeceğini belirten Korkut Boratav ile hemfikiriz.

Mafhi Eğilmez’in büyüme oranları ile AKP’nin seçim sonuçları arasındaki ilişkiye dair tablosu (http://www.mahfiegilmez.com/2015/05/iktidar-partisinin-oy-oran-ile.html)

  2002 Genel 2004 Yerel 2007 Genel 2009 Yerel 2011 Genel 2014 Yerel 2015 Genel
Oy Oranı (%) 34,4 41,7 46,6 38,8 49,9 44,1 ?
Büyüme (%) 4,3 6,5 5,9 -6,9 10,3 4,5 2,1

 

AKP’nin 2002’de iktidara gelişinden itibaren kendisini meşrulaştırmak için başvurduğu temel söylem “ekonomik istikrar” oldu. 2001 krizi sonrasında iktidar olan ve uluslararası konjonktürün de el vermesiyle 2009’deki tökezlemeye kadar ekonomi cephesinde işleri tıkırında giden AKP’ye elbette ki bu durumun toplumsal destek kazanması ve bu desteği konsolide etmesinde büyük katkıları vardır. Ancak AKP, bu ekonomik itkinin dışında başka siyasal denklemleri (ilk ve ikinci iktidar döneminde demokrasi havariliği, sonrasında keskinleşen bir toplumsal kutuplaşmaya oturması gibi) başarıyla kullanabilmesiyle bu noktadadır.

2015: Bir Krize Gebe Mi?

1980 sonrasında yaşama geçirilen neoliberal politikaların en başarılı uygulayıcısı kabul edilebilecek AKP hükümetinin, 2002’deki iktidarının başlangıcından itibaren ekonomideki temel mottosu “uluslararası piyasaya tam entegrasyon, kuralsızlaştırma, esnekleştirme, güvencesizleştirme” olmuştur. Bu politikalar ulusal ve uluslararası sermaye çevreleri açısından Türkiye’yi bir cennete çevirirken, kredi temelli tüketimin kısa dönemli büyüsüyle emekçi sınıflar açısından cehennemin üstü bir süreliğine cilalanmıştır: “Tek haneye düşen enflasyon, dış dünyadan yılda 40 milyar doları bulan muazzam sermaye girişi, düşen dolar, patlayan ithalatın göz kamaştırıcı bolluğu, inşaat odaklı bir büyüme ve bütün bunlardan bütçeye akan dolaylı vergiler, bol kepçe özelleştirme gelirleriyle çalışkan, yatırımcı, üretici iktidar imajı…” (Mustafa Sönmez, 7 Haziran Sandığının Kilidi: İş ve Aş, Birgün, 27 Nisan 2015).

Ancak bu cilanın uzun sürelik bir gideri yoktur. 2015 itibariyle iktidar açısından bile anlatılacak pembe bir tablonun varlığından bahsetmek çok mümkün değildir.

Dünya çapında gelişmiş ülkeleri etkileyen 2008 krizi sonrasında bu ülkelerdeki sermaye spekülatif kazanç peşinde yüksek faiz oranları sunan Türkiye gibi çevre ülkelere yönelmiş; 2013 sonuna kadar çeşitli dalgalanmalar olsa da ülkeye yüksek miktarlarda sıcak para girişi olmuştur. Ancak gelişmiş ülkelerde (özellikle ABD’de) yaşanan toparlanma sonrasında sermaye girişlerinde azalmalar başlamış; 2014’te ise toplam sermaye hareketlerinde %40’a yakın daralma yaşanmıştır. Ülkeye akmaya devam eden yabancı sermayenin önemli bir bölümü de hisse senedi, tahvil gibi hızlı çıkış yapmaya elverişli yatırım kaynaklarına yönelmektedir.

Yabancı sermaye girişindeki daralmanın bir etmenini gelişmiş ülkelerde ekonominin toparlanması ve dolayısıyla sermayenin buralara doğru kayması oluşturuyorsa diğer etmenleri de ekonomik göstergelerdeki tökezlemelerin bariz hale gelmesi, iktidarını daimileştirmek için her türlü hamleye girişebilecek bir iktidarın siyasi istikrar açısından güven vermemesi (hele ki bu ülkede Gezi direnişi gibi bir topyekün kalkışma da yaşanmışken), Türkiye’nin sınır komşularında yaşanan iç savaşlar gibi faktörler oluşturmaktadır. 2013’te yayınladığı Finans Raporu’nda IMF, Türkiye’yi piyasa koşullarının kötüye gidişi durumunda en kırılgan 5 ülkeden biri olarak göstermekte; borç ödeme kapasitesinin gerilediğini ifade etmekteydi.

Likiditenin bol olduğu yıllar boyunca ekonominin lokomotifi inşaat sektörü olmuştu. Özellikle AKP’ye yakın sermaye grupları bu süreçten büyük bir gelişme elde ederek çıktılar. Tayyip Erdoğan’ın “İnşaat olmazsa ülke bitmiş demektir” dediği sektör açısından hızlı genişleme yerini şimdilerde durgunluk ve daralmaya doğru bırakıyor gibi görünmekte. 2013 yılında %7 büyüyen inşaat sektörü, 2014’ün ilk dokuz ayında ancak %2.2 büyüme gösterebildi. 2013’teki büyümenin motoru da büyük oranda kamu yatırımlarıydı. Faizlerin durumu, dolardaki artış vatandaşın konut edinme eğilimlerini, uzun vadeli borca girme isteğini de büyük oranda etkilemekte. TÜİK’in her ay yaptırdığı tüketici eğilim anketine göre 2014’ün son çeyreğinden Mart 2015’e kadar gelecek 12 ayda konut edinme eğiliminde %25’lik sert bir düşüş göze çapıyor.

2015 Türkiyesi’ne dair kötü ekonomik göstergeler bunlarla sınırlı değil. Borçların geri ödenmesinde de tıkanma kendisini daha belirgin şekilde göstermeye başladı. Son bir yılda batık tüketici kredisi oranı %50 artarken; gıda, toptan ticaret, inşaat gibi sektörel kredilerdeki batık artışı ise yüzde 20’leri buluyor. Tüketici Birliği, 3 milyona yakın kişinin yasal takip altında olduğunu, 9 milyon insanın kart borcunun yalnızca asgari tutarını ödeyebildiğini söylemekte. Batık kredi sayısı neredeyse küresel krizin vurduğu 2009 seviyesine yükselmiş durumda: 1 milyon 18 bine fırladı. Ödenmeyen kredi kartı borç toplamı da 2002’de 222 milyon lirayken, 25 kat artarak 2015’te 5,8 milyar liraya kadar ulaştı. 13 yıllık AKP iktidarının krediye dayanarak kazancından daha fazla harcama döneminin sonu yaklaşıyor. 350 milyar lirayı aşan hane halkı borç yüküne %11’lerde gezinen işsizlik rakamını (ki gerçekte 6 milyon işsiz bulunmakta), 17 milyon işgücünün %35’inin asgari ücret ve altında çalışmasını (her üç kişiden biri de güvencesiz çalışmakta); yardıma muhtaç sayısının 2015’te 30,5 milyona dayanmasını ekleyin. Faizlerin yükseldiği, liranın dolar karşısında son bir yılda %25 değer kaybettiğini de düşünürseniz kredi ödemelerinde sıkıntıların daha çok kendini göstereceğini, kredi kullanımına dayalı tüketim harcamalarının giderek gerileyeceğini söylemek çok olmasa gerek. Zaten, tüketici ve üreticilerin genel ekonomik duruma ilişkin değerlendirme, beklenti ve eğilimlerini özetle gösteren bir bileşik endeks olarak her ay TÜİK tarafından yayınlanan Ekonomik Güven Endeksi de tabloyu özetliyor:

Ekonomik Güven Endeksi Ocak Şubat Mart
2014 98,2 90,2 91,7
2015 90,7 88,5 74,9

 

TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, “İşler durgun, tahsilatlar sıkıntılı” diye yakınırken sermaye çevrelerinin de ekonomik gidişattan hoşnut olmadığını gösteriyor. Özellikle dolardaki artış, AKP döneminde kazanılan özelleştirme ihalelerinin bedellerini ödemek için yurtdışından döviz cinsinden alınan borçlar yandaş sermayenin gırtlaklara takılacak cinsten. Şimdiden bazıları kazandığı özelleştirme ihalelerinden çekiliyor bile. Temmuz 2014’te 2,8 milyar dolarlık teklif vererek şans oyunları lisansını alan Net Şans – Hitay O.G.G., 9 milyon dolarlık teminat mektubunu yakmayı göze alarak kazandığı ihaleyi imzalamayacağını açıkladı; sonuçta 10 ayda kurdaki artış el yakar cinsten.

Ekonominin işlemesinde yardım eli olarak kullanılan cari kamu harcamalarının da sınırları daralmıştır.

Türkiye’de 2015 sonuna kadar ekonominin geleceğini belirlenmesi önemli rol oynayacak birkaç faktör var: petrol fiyatları, FED (ABD Merkez Bankası)’in Eylül ayındaki faiz kararı, ECB (Avrupa Merkez Bankası)’nin olası parasal genişleme kararı, Rusya’daki krizin durumu, Ortadoğu’daki gelişmeler. Bu gelişmeler doğrultusunda AKP dönemindeki büyüyen Türkiye balonu iyice inecek gibi görünüyor.

KATEGORİLER
ETİKETLER