Ekmekle Oynamak… – Emre Güntekin

Ekmekle Oynamak… – Emre Güntekin

22 Ocak’ta yayınlanan genelgeyle Tarım Bakanlığı, seyyar araçlarla ekmek satışı yapılmasına yasak getirmişti. Bu kararın İstanbul’da AKP-MHP bölokunun yeni halk ekmek büfeleri açılmasına karşı İBB’nin bir çözüm olarak ortaya koyduğu mobil halk ekmek büfesi uygulamasına karşı alındığı oldukça açıktı. Bakanlık tepkiler üzerine geri adım atsa da mesele kapanacak gibi değil.

İstanbul’da iktidar neden halkın artık en temel besin kaynağı haline gelmiş ekmeğe ulaşımıyla uğraşıyor? Elbette ilk adaylık döneminden itibaren Ekrem İmamoğlu, gelecekte muhalefet blokunun Erdoğan karşısına çıkarması muhtemel adaylar arasında yıldızı parlayan bir isimdi. Hala da anketlerde oldukça güçlü bir desteğe sahip olduğu görülüyor. Öte yandan Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mansur Yavaş da bir başka alternatif olarak yerel seçimlerden sonra yıldızını parlatan isimlerden biri. İktidarın hemen her fırsatta belediyelerin yetkilerini tırpanlayan ve halk ekmek örneğinde olduğu üzere icraatlerin önüne set çeken tavırlar takınmasının başat sebeplerinden birisi bu. Zira Erdoğan’ın ve siyasal İslamın yükseliş hikayesinde belediyelerin ne denli kritik rol oynadığı malum. İktidar CHP’li belediyelerin önüne çıkardığı engellerle yeni hikayelerin yazılmasını engellemeye çalışsa da ekmek meselesinde olduğu gibi bu çoğu zaman ters tepebiliyor.

Ekmek meselesine gelirsek… Bir süredir Türkiye’de “ekmek” artık bir besin kaynağı olmaktan çok siyasi bir anlam kazanmaya; giderek artan açlığın, yoksulluğun, işsizliğin, geçim sıkıntısının merkezine oturan bir kavram haline dönüşmeye başladı. Ekmeğin bu yönüyle ön plana çıkması iktidar için hayra alamet bir durum olmayabilir. Zira tarih ekmek isyanlarıyla çöpe atılan iktidarlarla dolu. 

Örneğin, Fransız Devrimi’nde 5 Ekim 1789 önemli bir tarihtir; zira binlerce yoksul kadının artan tahıl ve ekmek fiyatlarına karşı proptestoları kısa sürede dönemin monarşisinin safahatının bir simgesi olan Versay Sarayı’na karşı bir isyanı tetiklemişti. Kraliçe Marie Antoinette’ye atfedilen “Ekmek yoksa pasta yesinler!” sözü bu dönemin bir sembolüdür ve hala egemenlerin bakış açısında yerini korumaktadır. Bakınız Devlet Bahçeli…

Troçki de Rus Devrim Tarihi eserinde 1917’de Çarlığı deviren Şubat ayaklanması (ki yine kadınlar isyanın en ön saflarındadır) öncesinde bardağı taşıran son damlanın “ekmek fırınları önündeki o bitmek tükenmek bilmeyen kuyruk nöbetleri” olduğundan bahseder. 

Belki de bu konuda yakın tarihte akla gelen en çarpıcı ve radikal örnek 2008 yılında Mısır’da yaşanan ekmek isyanlarıdır ki, bu dönemde Afrika’nın birçok ülkesinde aynı nedenlerle isyanlar yaşanmış ve bu süreç bir nevi Arap Baharı’na ön ayak olmuştu. Kriz ve yoksulluk kıskacındaki Mısır’da, 2008 yılında ekmek kuyruklarında en az 11 kişi yaşamını yitirirken; gıda fiyatlarındaki hızlı yükseliş ve Mübarek rejiminin ekmek fiyatlarındaki sübvansiyonları kriz gerekçesiyle kesmesi toplumun yoksul emekçi katmanlarında büyük bir öfke yaratıyordu. Eylemlerin merkez üssü ise Ortadoğu’nun en büyük tekstil fabrikasına ev sahipliği yapan Mahalla El Kübra kentiydi. Halihazırda 2008 öncesi dönemde de hak gasplarına, neoliberal saldırılara ve hayat pahalılığına işçi sınıfının grevlerle en sert tepkiyi verdiği yerlerden biri olan Mahalla el Kübra’da 6 Nisan 2008’da ilan edilen grev neredeyse Mısır’ın bütün büyük işçi merkezlerini içine çekecek ve hayatı durduracak bir grev dalgasının fitilini ateşlemişti. Bu radikalizm Mısır için hiç yabancı değildi. Zira, 1977 yılında Enver Sedat yönetimine karşı da merkezinde aynı sanayi merkezlerinin yer aldığı ekmek isyanları çıkmış ve protestolarda 79 kişi katledilmişti.

Bunları şunun için anlatıyoruz. Ekmek üzerinden dönen tartışma içinde yaşadığımız kapitalist sistemin köklü sınıfsal çelişkileriyle doğrudan bağlantılı. Ekmek fiyatlarına ve iktidarın yoksul emekçilerin ucuz ekmeğe erişimine çıkardığı engelleri tartışmanın bir adım ötesi kapitalist eşitsizliğin ve zenginliğin dağılımındaki adaletsizliğin sorgulamasıdır. Aç kalan, kendisinin ve ailesinin en temel ihtiyaçlarını karşılayamayan, ay sonunu getiremeyen, çocuklarına gelecek sağlayamayan, borçlarını ödeyemeyen bir emekçi erinde gecinde bir avuç azınlığın lüks, şatafat, sefahat dolu yaşamlarına karşı öfkesini büyütecektir. İdeolojik prangalar ancak belli bir noktaya kadar bu öfkenin önünde bariyer işlevi görür.

Türkiye, yakın geçmişte Mısır ne yaşadıysa neredeyse ağır çekim bir kopyasını yaşıyor. Neoliberal tarım politikaları ülkeyi gıda temininde neredeyse bütünüyle dışa bağımlı hale getirirken, bu süreç kaçınılmaz bir şekilde emekçi sınıfların en temel gündelik gıda ihtiyaçlarını bile karşılayamamasına yol açıyor. Türkiye siyasetine ekmeğin böylesine bodoslama girmesinin sebebi bu. Özellikle ekonomik krizin derinleştiği anlarda ekmek yoksul emekçilerin en büyük besin kaynağı haline geliyor. Aşağıdaki rakamlar bunun göstergesi.

Et yoksul vatandaşların sofrasını terk edeli epey uzun bir zaman olmuştu; günümüzde geçtik eti artık tavuk, süt ve süt ürünleri, yumurta gibi temel besinler de yavaş yavaş sofralardan uzaklaşıyor. Gelen zamlarla fiyatı arşa doğru yükselen ayçiçek yağının hikayesini geçtiğimiz günlerde yazmıştık. Örnekler çoğaltılabilir.

Sözün özü, ekmek üzerinden dönen çekişme bize Türkiye’de yoksulluğun tablosunu daha net görebilme şansı sunuyor. Mesele gündemdeki yerini korudukça yoksulluğun ulaştığı boyutlar kendisini daha çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Uzun halk ekmek kuyrukları, -4 C’de insanların ucuz elma kuyruğuna girmesi, ucuz ayçiçek yağı satışına kimi marketlerin sınırlama getirmesi, İŞKUR önlerinde oluşan uzun işsizlik kuyrukları… Bunlar artık Türkiye’nin sıradan manzaraları. Dahası Türkiye’de toplumsal muhalefetin merkezinin belki de yıllar sonra yeniden yoksul emekçi sınıflar etrafında şekilleneceğini gösteren alametler. 

Ekmek kavgası her geçen gün daha da keskinleşirken, sınıf merkezli bir mücadelenin ne denli önem arz ettiğini anlamak için çok beklememiz gerekmeyebilir.

KATEGORİLER