“Ekmek ve Gül” İçin Emekçi Kadınlar Mücadeleye!

Emekçi kadınlar yüzyılı aşkın süredir kendilerini kölece çalışmaya tutsak eden, bu sömürünün devamı uğruna toplumsal eşitsizliğin maddi koşullarını döşeyen kapitalizme karşı mücadele veriyorlar ve çıkış yolu arıyorlar. Kapitalizm ortaya çıktığı günden bu yana çarklar bir şekilde dönüyorsa, bu çarkları döndüren emekte kadın emeğini yadsımak mümkün değildir. Üstelik en kötü çalışma koşulları, en uzun saatler, toplumsal eşitsizliğin bir yansıması olarak en düşük ücretler ve bir yandan da ev işleri üzerinden ikinci bir sömürü kadınların payına düşmüştür. Bunun en önemli getirisi de kadınların sınıf mücadelesi tarihinde isyanların fitilini ateşleyen bir öfkeyi kucaklarında biriktirmeleridir. 8 Mart’ın ortaya çıkışında da, Paris Komünü’nü korumak için savaşan komünarlar arasında da, Ekim Devrimi’nin ilk adımı sayılan 1917 Şubat Devrimi’nde de kadınlar “Ekmek İsyanları” ile sahnededir.

 2011 yılının yaşandığı dünyada da kadınların isyan etmemesi imkânsız. Türkiye’den bakacak olursak dizginsiz sömürü, düşük ücretler, bunlara eklenen toplumsal baskı araçları (töre uğruna işlenen namus cinayetleri, devletin baskıya uğrayan kadınlara uyguladığı ayrımcı politikalar vs.), cinsiyetçilik kadınlar açısından dünyayı yaşanılmayacak bir cehenneme çevirmektedir. İki yıl önce İkitelli’deki sel felaketinde servis niyetine kullanılan, kapısının açılabileceği bir kolu bile olmayan minibüste can veren 9 kadın işçiyi hatırlayın. Kapitalistlerin, örneğin bir “Sevgililer Günü”nde “en değerli varlıklarımız” olarak yansıtmaya çalıştığı kadınlara verdiği değeri ölçmenin bundan daha çıplak bir aracı var mıdır? Marksistler açısından kadın sorununun çözümü kapitalist sömürü düzenine karşı verilecek mücadeleyle de doğrudan bağımlıdır. Kapitalizm kadının ezilmesinin maddi koşullarını sürekli yeniden üretmektedir. Bu sadece maddi üretim süreciyle de sınırlı kalmamakta, kadınlar sistemin televizyonu, gazete köşelerindeki “medya serserileri” tarafından aşağılanmakta ve ayrımcılığa maruz kalmaktadır.
 
Tabi ki bu süreç başından itibaren eşitsiz bir şekilde ilerlemektedir: Kapitalizm toplumu olduğu gibi, kaçınılmaz bir şekilde kadınları da iki karşıt sınıfa ayırmıştır. Hiçbirimiz herhalde bir Güler Sabancı’nın, Ümit Boyner’in, Selma Aliye Kavaf’ın İkitelli’deki sel felaketinde ölen dokuz kadın işçiyle, kayıp çocukları için mücadele eden ve mücadele geçmişlerinin her bir satırında polis saldırıları, işkenceler, gözaltılar yer alan “Cumartesi Anneleri”nin sadece kadın olmalarından dolayı aynı sorunları yaşadıklarını söyleyemeyiz. Emekçi kadınlar burjuva feminizmine, kendisini “sosyalist” kılıfına sokarak feminizmin sivri yanlarını törpülemeye çalışan küçük burjuva akımlara karşı kendi kaderlerinin kapitalist kadınlarla aynı olmadığını haykırmalıdırlar. Bu, emekçi kadınların 1857’de grev sırasında katledilen Amerikalı kadınların, Paris Komünü bastırıldıktan sonra gözleri kapitalist kadınların şemsiyeleriyle oyulan kadın komünarların mirasını yarınlara devretmek için üstlenmeleri gereken bir sorumluluktur.
 
Unutulmamalıdır ki kadınlar ancak sermaye düzeniyle bağlarını koparabildikleri ölçüde özgürleşebilirler, erkeklere karşı ne kadar çok mücadele ederlerse değil. Türkiye’de yakın geçmişe baktığımızda emekçi kadınların sokaklarda verdiği örnek alınması gereken direnişlerle karşılaşırız: DESA Direnişçisi Emine Arslan, 4-C saldırısına karşı birçoğu kocalarına, ailelerine rağmen Ankara’da kurulan çadırlarda yerini alan TEKEL işçisi kadınlar, NOVAMED direnişini gerçekleştiren kadınlar ve daha pek çokları kadınların mücadele ettikçe üzerlerindeki esaret zincirlerini kıracaklarını, TEKEL örneğinde yaşandığı gibi erkek işçilerle kadın işçilerin kapitalist sömürü karşısında hiçbir çıkar farklılığı olmadığını ve birlikte mücadele etmelerinin önünde hiçbir engel olmadığını göstermiştir.
 
Kadının kurtuluşu mücadelesinin önündeki tek engel, diğer ezilenlerin kimliklerin hak arama mücadelelerinde de sıkça ortaya çıktığı gibi sorunu sınıf mücadelesinden bağımsız ele almaktır. Unutulmamalıdır ki; ister Kürt olsun, ister Alevi olsun, ister kadın ancak işçi sınıfı mücadelesinin yükselmesi ezilen kimliklerin hak arama mücadelesine itilim sağlayabilir. Kadınlar, kadın olmaktan kaynaklı sorunlarına odaklandıkları kadar bu sorunun nesnel nedenlerini de ele almalıdırlar. Kadın hareketi içerisinde burjuva-feminist düşünceler tam da bu sorgulama işleminin önüne bir set çekmektedirler. Bu setin kırılması ancak sınıf mücadelesinin yükselmesiyle gerçekleşecektir. Böylece saflarda belirgin ayrışmalar yaşanarak, burjuva kadınların değil emekçi erkeklerin kadınların en yakın müttefiki olduğu gerçeği kendisini ortaya koyacaktır.
 
Kadınların onların önüne mücadele programı olarak erkek cinsine karşıtlığı koyan ve kadınların ezilmesinin ana kaynaklarının üzerini örten feminizmden ziyade, tarihsel olarak mücadelelerinden feyz alabilecekleri kadınların mirasına ihtiyacı var. Kadınların, Alman Devrimi’nin önderi Rosa Luksemburg’u, Amerikan işçi sınıfının mücadele tarihinde kendisine önemli bir yer açan Jones Ana’yı, Paris Komünü’nde kanının son damlasına kadar savaşan binlerce isimsiz kadın komünarı hafızalarının bir köşesine not etmeleri gerekmektedir.
 
Ya bu sistem kadınları ezmeye, ikinci sınıf insan muamelesi yapmaya devam edecek; ya da kadın ve erkek emekçiler el ele bu düzeni kökünden devirecek! Kadınlar içinde özgürlüğün bundan başka formülü yok!
KATEGORİLER
ETİKETLER