Egemenler Savaşırken Biz Örgütlenelim!
24 Aralık, 2013
17 Aralık 2013 hep hatırlanacak günlerden biri olarak Türkiye tarihindeki yerini aldı. Aslında herkesin malümu olan büyük yolsuzluklar, cemaatin düğmeye basmasıyla ortalığa saçıldı. AKP, bundan sonra sadece TOMA ile biber gazı ile anılmayacak. Rüşvetler, vurgunlar, döndürülen dolaplar, iktidar savaşları da bu kokuşmuş portrenin görüntülü – belgeli yansımaları olarak toplumsal hafızaya kazındı.
Aslında büyük fırtınanın kopmakta olduğu belliydi. Hatırlanacak olursa AKP ve Gülen Cemaati arasındaki gerilimin ilk net ifadesi Mavi Marmara olayı idi. MİT müsteşarı Hakan Fidan olayı ise gerilimdeki zirveyi ifade ediyordu. AKP’nin cemaatin belkemiği olan dershaneleri kapatmaya kalkışması ise köprülerin atıldığına dalaletti. Bu andan itibaren kaçınılmaz olan kapışma, Hakan Şükür’ün AKP’den istifası ile başladı ve 17 Aralık’ta operasyonun düğmesine basıldı. Tahmin ettiğimiz gibi bütün yüzsüzlükleriyle mağduru oynarak üste çıkmaya çalışıyorlar. AKP şimdi kolları sıvamış kilit konumdaki cemaat mensuplarını tasfiye etmeye koyuldu. Diğer taraftan başka operasyonların, belge ve kasetlerin sırada olduğu görülüyor. AKP’yi kuyruğundan yakalayanlar, yerel seçimlere kadar işlerini görmeye devam edeceklerdir.
ABD’nin Rolü
Gülen cemaatinin izlediği çizgiyi ABD’den ayrı düşünmek imkânsız. Peki, ne oldu da bir zamanlar T.Erdoğan ve partisini ihya eden ABD, şimdi AKP’ye karşı harekete geçti? ABD’nin AKP’ye biçtiği bölgesel misyonların günü geçmekle kalmadı, AKP’nin bölgesel bir güç olma hayalleri ABD çıkarları ile çatışmaya başladı. AKP’nin İsrail, Irak, İran politikaları ABD’nin canını sıkarken Obama gösterdiği beyzbol sopasıyla Ankara’ya gayet net mesajlar veriyordu. Akabinde Mısır ve Suriye’de de işlerin kökten bir şekilde değişmesi, ılımlı İslam projesinin rafa kaldırılması anlamına geldi. AKP süreci okumak yerine İslamcı reflekslerine uygun şekilde bildiğini okumaya devam edince ipler daha da gerildi. NATO kapsamındaki TSK’ya Çin füzesi satın alma girişimi ya da Şangay İşbirliği Örgütü’ne adaylığın basın önünde açıklanması da AKP’nin fazla bağımsız hareket ederek tehlikeli sulara açıldığını gösteriyordu. Şimdilerde AKP, işlerin sadece sandıktan doğru yürümediğini acı bir şekilde kavrıyor. Köşeye sıkıştıkça bir zamanlar çıkarttıklarını ilan ettiği Milli Görüş gömleğine yeniden sarılmaktan başka çaresi kalmayacak. ABD’nin Ankara büyükelçiliğini hedef alarak “kimseyi ülkemizde tutmak zorunda değiliz” diye efelenmesi de bunun işareti.
CHP’nin Rolü
Kılıçdaroğlu’nun aralık ayı başında ABD’nin davetine icabet etmesini de aynı fotoğrafın bir parçası olarak görmek gerekiyor. ABD’den CHP’ye gösterilen ilgi, CHP’yi çocuklar gibi sevindirdi. ABD’deki görüşmeler yetmezmiş gibi 17 Aralık’taki yolsuzluk operasyonunun hemen ardından Kılıçdaroğlu ABD Büyükelçisi Ricciardone ile biraraya geldi. Ricciardone’nin konutundaki 1.5 saatlik görüşmeyi ABD büyükelçiliğinin talep ettiği bildirildi. Belli ki CHP ipleri tümden ABD’ye bırakmış. CHP’nin başına geçeceği hesap edilen M.Sarıgül, eski MHP’li Mansur Yavaş, Hatay’da aday gösterilen eski AKP’li belediye başkanı Lütfü Savaş gibi isimler, emperyalist kapitalizme daha uyumlu bir CHP’nin yeni yüzleri. Bir yandan AKP’nin alternatifi yaratılırken diğer yandan da AKP’ye karşı biriken öfkenin Gezi Direnişi’nde kendisini gösteren yeni politik radikalleşme eğilimlerinin CHP eliyle soğurulması ve sistem karşıtı bir yükselişin önünün kesilmesinin istendiği ortadadır.
HDP’nin Durumu
Kürt ulusal hareketi ve HDP’nin toplumsal muhalefeti kucaklama potansiyelinin olmadığı son yolsuzluk operasyonu sürecinde kendisini bir kez daha gösterdi. BDP milletvekillerinden gelen ilk tepki, AKP’ye bir ameliyat yapılmakta olduğu ve asıl hedefin kendileri olduğu şeklindeydi. Öcalan’dan gelen “devlet heyeti ile olan görüşmelerimiz olumlu geçiyor” demeci de son süreçte AKP’nin yıpratılmaması gerektiği şeklinde yorumlanmalı. Kürt ulusal hareketinin Kürt sorununda PKK’siz bir çözümü dayatan Gülen Cemaati’ne hiç de hoş yaklaşmaması anlaşılabilir bir durum. Ama AKP’nin Kürt sorununda eldeki en iyi iktidar alternatifi olarak kabul edilmesi (tartışmalı bir fikir) Kürt ulusal hareketini oldukça sağa düşürüyor ve Türkiye’deki toplumsal muhalefet ile arasına duvar örüyor. AKP’ye öyle ya da böyle ileri anlamlar yükleyen bir siyasi çizginin Gezi ruhu denilen Türkiye’deki toplumsal mücadele dinamiğini kucaklaması imkânsızdır. Gezi direnişinin en keskin günlerinde Kürt ulusal hareketinin takındığı negatif tavır da bu kapsamdaki bir başka örnektir.
Siyasal İslam Alternatifi Çürürken Devrimci Olanaklar Zemin Kazanıyor
Haftanın 6 günü günde ortalama 10 saatten fazla çalışan, yarı aç yarı tok yaşayan emekçilerin büyük kısmının oylarını AKP’ye verdiğini biliyoruz. Ama tüm yaşam biçimci kutuplaşmalara karşın karunlaşan AKP bu desteği de kaybedecektir. Artık şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki siyasal İslam’ın AKP elindeki çözülmesi, 17 Aralık itibariyle büyük bir ivme kazanmıştır. T.Erdoğan kendi eliyle gençliği radikalleştirmişti, muhafazakâr yoksul emekçiler de artık farklı alternatiflere bakmaya başlayacaktır. Antikapitalist Müslümanlar gibi yapılanmaların bu süreçte öne çıkmaları tesadüf değil. Diğer taraftan güçlenen sistem karşıtı eğilimlerin hakkını verebilmek gerek. Devrimci Marksistler olarak örgütlenmek, güçlenmek, öne çıkmak gerekiyor. Ancak bu şekilde geleceğe umutla bakılabilir. Yoksa Tayyip-Gülen çatışmasından medet umacak hale geliriz. ABD’den, Gülen’den el isteyen CHP’den de hayal kırıklığı ve utanç dışında hiçbir şey çıkmaz. 1990’ların derslerine iyi çalışmak gerekir.