Doların Tahtı Sallanıyor mu?-Emre Güntekin

Doların Tahtı Sallanıyor mu?-Emre Güntekin

Küresel krizler kapitalizmin ortaya çıkışından bu yana döngüsel olarak gerçekleşmekte ve sistemin çelişkilerini açık bir şekilde ortaya dökmektedir. Böyle dönemler sisteme alternatif yeni devrimci arayışların ortaya çıkmasına zemin hazırlarken, bu zeminin toplumun alt sınıfları tarafından nasıl değerlendirileceği belirli koşullara bağlıdır. İşçi sınıf mücadelesinin seyri ve ona öncülük edebilecek Bolşevik bir öncünün var olup olmadığı sorusunun cevabı krize karşı devrimci bir çözümün belirleyicisi. Aksi durumdaysa, egemen sınıflar sistemi düzen içi çözümlerle tekrar restore ederler. Bugüne kadar kapitalizmin bütün çelişkilerine rağmen ayakta kalabilmesinin sırrı da burada yatıyor.

Günümüzde yaşadığımız kriz, henüz tam bir buhrana dönüşmemiş olsa da, önemli politik ve ekonomik sonuçlar doğuracaktır. Son on yılda ABD’nin küresel hegemonyası ciddi anlamda tartışmalara açıldı ve Rusya, Çin gibi yeni aktörler artık tek kutuplu bir dünyada yaşanmadığını her fırsatta belirli ediyorlar. Öte yandan Trump yönetiminin başlattığı ticaret savaşları, ABD ile eski müttefiklerinin ilişkilerini zorluyor.

ABD hegemonyasının en önemli dayanaklarından birisi olarak doların rezerv para konumunda olması bugünün önemli tartışma başlıklarından birisi. Özellikle Türkiye’de krizin başlamasıyla beraber iktidar çevrelerinde “dolar imparatorluğu” yıkılıyor söylemlerinden geçilmiyor. Türkiye’deki tartışma içeriği itibariyle toplumdaki anti-ABD’ciliği besleyen demagojik söylemleri aşamasa da, özellikle yakın gelecekte ekonomik olarak ABD’yi geçmesi öngörülen Çin’in yükselişiyle birlikte doların konumu tartışmaya daha açık hale gelecektir.

Öncelikle emperyalist rekabette gücünü artırmak isteyen her ülke için kendi para biriminin rezerv para özelliği taşımasının önemli iktisadi avantajları vardır. Doların uluslararası olarak geçerli rezerv para olması sayesinde ABD’li şirketler herhangi bir para biriminin kur baskısına maruz kalmaksızın ticaretlerini kendi para birimleriyle gerçekleştirebiliyor ve borçlanabiliyor. ABD, dış ticaretinde ortaya çıkan açıkları kendi para birimi üzerinden ödeme yaparak kapatma imkânına sahip.

Öte yandan uluslararası finans piyasalarında başlıca değişim aracı olarak dolar kullanılıyor. 1995 yılında doların döviz alım-satımları içerisindeki payı %83 iken, bu oran 2016 yılında %85’e yaklaşmış. Tüm dünyada dolar ticari bir değişim aracı olmasının yanı sıra yatırım aracı olarak da kabul görüyor. Özellikle, yerel para birimleri en ufak bir krizde değer kaybeden Türkiye gibi ülkelerde. Sadece bireysel yatırımcılar ve şirketler değil, ülkelerde Merkez Bankası rezervlerinin büyük kısmını dolara ayırıyorlar. IMF’nin istatistiklerine göre 2015 yılında ülkelerin resmi döviz rezervlerinin % 64’ünü dolar oluşturuyordu. ABD dolarıyla birlikte avro, sterlin, Japon yeni ve İsviçre frangı uluslararası ödemelerde kullanılan başlıca para birimleri olarak karşımıza çıkıyor. Bu ülkelerin finansal sistemlerinin uluslararası sermayeye açık olması, değerlerinin stabil olması, ülkelerinin ekonomilerinin gücü ve yatırımcı güvenini kazanmış olması buna imkan tanıyor.

Uluslararası çapta, dolarla yapılan ödemeler ABD bankacılık sistemini bir durak olarak kullanmak zorunda. Bu durum ABD bankacılık sistemine hem işlem ücretleri olarak getiri yaratıyor hem de istihdam yaratıyor. Fakat bu kadarla sınırlı değil: ABD bu yolla doları politik bir sopa olarak kullanabilme avantajına sahip. İran, Küba, Venezuella örneğinde olduğu gibi hedef aldığı ülkelere ambargo uygulayabiliyor, yaptırımlarda bulunabiliyor veya Volkswagen örneğinde olduğu gibi diğer ülkelerin firmalarına yüklü cezalar getirebiliyor. Son olarak Süleyman Soylu ve Abdülhamid Gül’e yaptıkları gibi dilediğinin mal varlıklarını dondurabiliyor.

Çin’in günümüzde dünyanın en büyük dış ticaret hacmine sahip ülkesi ve en büyük ikinci ekonomisi olmasına rağmen, ülke para birimi RMB (Renminbi)’nin önünde rezerv para olmak için önemli bir engel bulunuyor. ÇKP (Çin Komünist Partisi) yönetimi ülkenin finansal piyasalara açılması konusunda ciddi kısıtlamalar uyguluyor ve RMB’nin değerinin kontrolünü sıkı bir şekilde elinde tutuyor. Yabancıların uluslararası alım satım işlemlerinde RMB’yi kullanması da yasal engellerle kısıtlanıyor.

ÇKP yönetimi 2009 yılında RMB’nin uluslararası rezerv para olarak kabul görmesi bazı kısıtlamaları kaldırmıştı. Fakat ekonomik büyüklüğüne rağmen RMB’nin doların yerini alabilmesi uzak bir geleceğin konusu. ABD, İngiltere’den dünyanın patronluğunu devralırken aradan on yıllar geçmesi gerekmişti. ABD ekonomisi 1870 yılında İngiltere’den daha büyük bir ekonomi haline gelmişti; ancak dış ticaret hacmi olarak ancak II. Dünya Savaşı sonunda İngiltere’yi geçebilmişti. Tabii ki ABD’nin tahtı devralma sürecinde kapitalizm insanlık tarihine iki dünya savaşı, bir büyük buhran, birçok kanlı iç savaş ve faşist diktatörlükler hediye etmişti. Kısacası, RMB’nin yürüyüşü de insanlığa benzeri kanlı hediyeler getirebilir. Bunun gerçekleşebilmesi için ABD emperyalizminin küresel ölçekte politik ve askeri hegemonyasının da kırılması gerekecektir.

Son olarak, TL’nin ABD doları karşısında değer kaybetmesinin ardından özellikle Çin ve Rusya gibi ülkelerle yerel para birimleri cinsinden ticaret yapılması gündeme gelmişti. Bu durum ithalat ve ihracatları birbirini karşılayan ülkeler için matematiksel olarak mümkün gözükebilir. Ancak hiçbir ülke sürekli değer kaybeden bir para birimini rezervlerine katmak istemeyecektir. Sonuçta Çin de Rusya da ticaret için hala dolara bağımlı durumdadır.

Doların rezerv para konumuna rağmen, ABD yönetiminin  gümrük vergisi uygulamaları ve yaptırımları AB, Çin ve Rusya gibi güçlü ekonomileri kendi para birimleri ile ticaret yapma konusunda daha çok düşünmeye itiyor. AB ülkeleri İran’a yönelik yaptırımlara karşı çıkarken, petrol ticaretinde avronun kullanılması gündeme geldi. Çin de dünyanın en büyük petrol ithalatçısı olarak petrol alımlarında yuanı kullanacağını belirtmişti.

Bunlar şimdilik doların uluslararası konumunu yıkabilecek büyüklükte gelişmeler değil. Ancak kapitalist kriz, le dünyanın denklemlerinin ve aktörlerinin değişim dinamiklerini de harekete geçirecek olasılıkları görünür kılıyor. Kriz, yeni çözüm haritalarını egemen sınıfların masasına getiriyor.  Gelecekte yeni aktörler, yeni iktisadi ve politik yönelimler daha sık gündeme gelecektir. Bu sırada işçi sınıfının da tıpkı 1917 Ekim’inde olduğu gibi kapitalist krize en kesin çözümü getirmesi olasılıklar içerisinde tutulmalıdır.

KATEGORİLER
ETİKETLER