Doğu Akdeniz’de Emperyalist Rekabet: Kazananlar, Kaybedenler – Emre Güntekin
Dünyada enerji kaynaklarının paylaşımına dayalı rekabet küresel ölçekte yeni gerilim alanları yaratmaya devam ediyor. Son dönemde Doğu Akdeniz de bu rekabetin yeni sahalarından biri olarak öne çıkıyor. Bölgenin önem kazanmasında 2009 yılı önemli bir dönüm noktası olarak kabul ediliyor. İsrail tarafından münhasır ekonomik bölgesinde yıllardır sürdürülen sondajlar 2009 yılında Hayfa’nın 90 km açıklarında 280 milyar metreküp olduğu tahmin edilen Tamar doğalgaz rezervinin bulunmasıyla sonuçlandı. 2010 yılında ise Hayfa’nın 120 km açıklarında yaklaşık 622 milyar metreküplük Leviathan doğalgaz rezervi bulundu. 2011 yılında Güney Kıbrıs Rum Kesimi (GKRK) tarafından 129 milyar metreküp, 2015 yılında ise Mısır ve İtalyan enerji devi ENI tarafından 849 milyar metreküp kapasiteli Zohr rezervi keşfedildi. Sonraki yıllarda da yeni yatakların keşfedilmesiyle birlikte bölge adeta Exxon, Noble Energy, ENI, Total, Shell gibi petrol ve enerji tekellerinin akınına uğradı ve bu firmalar bölge ülkeleriyle karlı anlaşmalar imzaladılar. İsrail’in Tamar ve Mısır’ın Zohr rezevlerinden elde edilen doğalgaz sonraki yıllarda işlenmeye başlandı. ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi’nin 2010 yılında yayınladığı rapora göre Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan Levant Havzası’nda 3,45 trilyon metreküp doğalgaz, 1,7 milyar varillik petrol rezervi bulunuyor.
Mısır hem Zohr rezervinin boyutları ve verimliliği hem de çıkarılan doğalgazı işleme ve transfer yeteneği ile Doğu Akdeniz’de kurulan denklemlerin merkezine oturmuş durumda. Ocak ayında denize komşu olan 7 ülke (Mısır, İsrail, GKRK, Yunanistan, İtalya, Filistin ve Ürdün) Mısır’ın evsahipliğinde bir araya gelerek “bölgesel bir OPEC” haline gelmesi muhtemel Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu kurdular. Mısır aynı zamanda forumun yönetim merkezi olarak önemli bir statü kazandı. Dahası Filistin’i de katmayı başararak bir yandan İsrail’le iş tutarken, diğer taraftan kendi kamuoyuna ve Arap dünyasına Filistin davasını yüz üstü bırakmadığı mesajını vermiş oldu.
Bu adımla birlikte Türkiye başta olmak üzere Lübnan ve Suriye gibi ülkeler Doğu Akdeniz’in enerji kaynaklarının paylaşımında fiilen devre dışı bırakılmış oldular. Hem de AB ve Dünya Bankası gibi uluslararası kurumların hakemliği altında. 20 Mart’ta ise Yunanistan, GKRK ve İsrail ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun da katılımıyla 6. Kudüs Zirvesi’nde buluşurken, en önemli başlıklardan biri elbette enerji kaynakları konusuydu ve zirve sonucunda ABD bölgedeki dış tehditlere karşı adeta bir koruma kalkanı işlevi göreceğini ilan etmiş oldu. Tabi ki bu mesaj kime verildi, manidar bir tartışma konusu. AB ve ABD açısından Doğu Akdeniz doğalgazının Rus doğalgazına alternatif haline gelmesi stratejik önem taşıyor.
Erdoğan rejimi bir anlamda Doğu Akdeniz’de hem İsrail ve Mısır’la kavgalı olmanın hem de on yıllardır Kıbrıs Sorunu’nun çözümsüzlüğünü kendi için en ideal çözüm haline getirmenin bedelini ödüyor. Doğu Akdeniz’de kurulan enerji denklemlerinde Türkiye’nin, iktidarın bütün efelenmelerine rağmen, esamesi bile okunmadı. Hatta Erdoğan’ın Katarlı “dostları” bile bütün eleştirilere rağmen Exxon Mobil ile bir konsorsiyum oluşturarak Doğu Akdeniz’de petrol arama yarışına katıldı.
İktidar başından beri GKRK’nin Akdeniz kıyılarını Türkiye ve KKTC’nin haklarını gözardı ederek 13 parsele ayırdığını ve bu parsellerde uluslararası hukuka aykırı bir şekilde sondaj çalışmaları yürüttüğü savını ileri sürüyor. Bir ülkenin kıyıya sahip olduğu açık denizde 200 mil ile sınırlanan kendi münhasır ekonomik bölgesinde her türlü ekonomik faaliyette (bu balıkçılık da olabilir, doğalgaz ve petrol aramak da) bulunması BM’nin 1982 tarihli Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre yasal bir durum teşkil ediyor. GKRK’nin münhasır ekonomik bölge ilanı üzerine, 2011 yılında KKTC TPAO’ya ada açıklarında sondaj yetkisi vermişti. Geçtiğimiz yıl sonbaharda Türkiye Doğu Akdeniz açıklarında sondaj çalışmalarına başlayacağını ilan etmiş ve elindeki Fatih sondaj gemisini bölgeye göndermişti. Bu durum bölgede doğalgaz arama çalışmaları yürüten ülkeler tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Türkiye’nin hak iddia ettiği bölge ile GKRK’nin ilan ettiği münhasır ekonomik bölgenin çakışması gerilimin başladığı nokta. Temmuz ayında ise Yavuz sondaj gemisinin çalışmalara başlaması planlanıyor. Bir cümbüşün de buradan kopması şaşırtıcı olmaz. Zira artık neredeyse her bir sondaj gemisine bir askeri gemi eşlik ediyor.
Öte yandan geçtiğimiz yıl Şubat ayında Türkiye, Kıbrıs açıklarında doğalgaz arama çalışmaları için gelen ENI firmasına ait sondaj gemisini engellemiş ve suların ısınmasına yol açmıştı. Türkiye’nin bu müdahalesi sonrası, ABD bölgede faaliyette bulunan Exxon Mobil’e ait sondaj gemilerine eşlik etmesi amacıyla 6. Filo’yu Doğu Akdeniz’e göndermişti. Bu yılın Mayıs ayında ise GKRK bölgedeki faaliyetlerin güvenliğini sağlaması için Fransa’ya askeri deniz üssü kurma izni verdi. Geçtiğimiz günlerde Macron Türkiye’nin sondaj arama çalışmalarını sonlandırması gerektiğini ifade ederken, Erdoğan buna “sen kimsin?” diyerek yanıtladı ve gerekirse bütün fırkateynleri ve uçakları bölgeye yığmakla tehdit etti. Tehdit gerçeğe dönüşür mü, şimdiye kadar Erdoğan’ın tükürdüğü yalama kapasitesi düşünüldüğünde zor. 10 Haziran’da GKRK kendi münhasır ekonomik bölgesi içinde faaliyet yürüten Fatih sondaj gemisi personeli için tutuklama emri çıkarırken, Ankara’dan yine tehditler yükseldi.
Gelecekte bölgede tansiyon daha da yükselecektir. Elbette yüksek tansiyon ve buna eşlik eden milliyetçi hamaset ülke içinde tam Erdoğan rejiminin oyun sahası. Yakında Kıbrıs üzerinden Afrinvari bir atmosferin Türkiye halklarının karşısına çıkması kaçınılmaz görünmektedir. Erdoğan rejimi uzun yıllar boyunca Ortadoğu’da uyguladığı alt-emperyalist maceracılığın bir benzerini Doğu Akdeniz’de de sergilemeye çalışacak gibi görünüyor. Fakat arada bir fark var: Hem iç kamuoyundaki itibarı ve gücü daha zayıf hem de neredeyse bütün bölge ülkeleriyle ve müttefikleriyle kavgalı.
Son bir parantez de Kıbrıs halkları için açmak zorunluluktur. Doğalgaz meselesinin daha şimdiden zaten kangrene dönüşmüş olan Kıbrıs sorunun çözümünü imkansız hale getireceği hem de Kıbrıs’ı emperyalistlerin askeri bir dövüş sahasına dönüştüreceği ortadadır. Sosyalist bir çözüm dışında Kıbrıs halkları için seçenekler tükenmektedir.