Devrimin Laboratuvarı Olarak İran – V. U. Arslan
“Egemen sınıflar için değişikliğe gitmeden egemenliği sürdürmek mümkün olmazsa; üst sınıflar arasında şu ya da bu biçimde bir buhran, egemen sınıfın politikasında, baskı altındaki sınıfların hoşnutsuzluğuna ve parlamasına sebep olacak bir çatlamaya götüren buhran ortaya çıkarsa…” (Lenin, Proletarya İhtilali ve Dönek Kautsky, Bilim ve Sosyalizm Yay., Şubat 1969, s.16)
Lenin “devrimci durumu” bu şekilde tarifliyor. Bunun dışında Lenin’in vurguladığı yığınların sıkıntılarının uç noktaya varması ve kitlesel eylemlerde keskin artışlar olması bakımından da İran’da bir devrimci durumun varlığından söz edilebilir.
İran’daki mollalar tarihlerindeki en büyük meydan okuma ile karşı karşıyalar. Bastırılan her isyandan sonra kitleler güçlenerek ve radikalleşerek geldiler. Katliam yapmanın sonuç vermediği de görüldü. Bu yüzden sokakları büyük ölçüde terk ettiler. Grevler karşısında da çaresizler ama kontrolü tamamen yitirmiş değiller. Mollalar katında bazı çatlaklar görülüyor ama devlet aygıtı yerli yerinde duruyor ve işleyişini sürdürüyor.
Devlet aygıtında bir çözülme olmadan devrimci durumun rejimin yıkılmasıyla sonuçlanması mümkün olmayacak. Kapitalist mollalar ideolojik tutunumu olan bir egemen sınıf, dolayısıyla devlet aygıtının çözülmesini bu yıl Sri Lanka’da gerçekleşen Rajapakse kliğinin devrilmesiyle hatta Mısır diktatörü Hüsnü Mübarek’in devrilmesiyle karıştırmamak gerekir. Mübarek devrildiğinde burjuva devlet aygıtı kaldığı yerden yoluna devam etmişti. Ama İran’da molla rejimi yıkıldığında devlet aygıtının ana gövdesinin kökünden sökülüp atılması gerekecek. Bu da eli kanlı ve yolsuzluğa batmış geniş bir kitleyle büyük bir hesaplaşmayı zorunlu kılacak. İşte bu yüzden molla devlet aygıtı dişiyle tırnağıyla ayakta kalmak için mücadele ediyor.
Mollaların kabusu olan kitlelerin en büyük dezavantajı örgütsüzlük. Mollaların alternatifinin şekillenmemiş olması başta ordu olmak üzere devlet aygıtındaki kilit noktaların çözülmesini geciktiriyor, zira tabandan gelen büyük tazyike rağmen kritik noktadaki elitler, hayatlarını riske ederek belirsizliğe ve olası kaos durumuna öncülük etmek istemezler.
Diğer taraftan eylemlerin gücünden bir şey kaybetmeksizin sürmesi, daha geriden gelen katmanların da isyana katılmasını beraberinde getiriyor. Tıpkı kritik sektörlerdeki işçilerin de siyasi grev hareketlerine katılması ya da tüm ülkede esnafın kepenk kapatma eylemlerine başlaması gibi. Bu noktada sürecin belirli bir noktasında etkili bir genel grev hareketinin doğması ve bu hareket içerisinde şuraların (sovyetlerin) ortaya çıkarak ülkede bir “ikili iktidar”ın oluşması söz konusu olabilir. Şura aygıtının ortaya çıkması hem tüm toplumun takip edeceği bir liderliğin oluşması ve eylemlerin merkezileşmesi anlamına gelecek hem de isyanın antikapitalist bir içerik kazanmasına yol açacaktır. Molla rejiminin düşüşü sonrası için dillendirilen ve çok da uçuk olmayan felaket senaryolarına (etnik/mezhepsel iç savaşlar, yabancı müdahaleler ve işgaller) karşı şuralar hükümeti programı tek kesin çözümdür. Felaket senaryoları gerçekleşmese dahi devrim süreci, mollaların tasfiyesi ile durdurulmaya çalışılırsa İran toplumunun laiklik dışındaki diğer bütün büyük sorunları çözülmeden kalmış olacak. Bunların başında sınıfsal ve ulusal talepler gelecek. Böyle bir çözümsüzlük ortamında temel insan hakları ve demokratik hakların bile geleceği büyük bir belirsizlik içerisinde olacaktır. Bu yüzden devrimin yarı yolda kesilmesi büyük bir tehlikedir. Ancak devrimin sürekli kılınmasıyla emekçi halkın, gençliğin ve ezilen halkların problemi çözülebilir. Bu yüzden işçi sınıfı ve gençliğin öncü katmanlarının devrimin programını kitlelere tartıştırması ve sosyalist bir kopuş için güç toplaması hayati önemdedir.
Şayet şu anki devrimci durum bir yenişememe şeklinde uzar giderse bu durumda İran’ı bekleyen tehlikelerden birisi de Bonapartizm olacaktır. Egemen sınıflarla emekçi sınıflar arasındaki mücadelede bir pat durumu ortaya çıkarsa tarafsız gibi görünen bir diktatör otoriter bir yönetim kurar ve sistemin sınıfsal çerçevesi korunmuş olur. Egemen sınıfların böyle bir iktidar devrine razı olmaktan başka şansı yoktur, devrimci atılımlarla sonuca gidemeyen ve yorulan emekçiler de kısmi kazanımlarla yetinmeyi tercih edebilir. Fehim Taştekin’in gündeme getirdiği senaryolardan bir tanesi bu Bonapartizm senaryosudur. “…şu ana kadar ordu ile birlikte doğrudan seferber olmayan Devrim Muhafızları, ‘İslam devrimini koruma’ misyonunu milliyetçi-ulusalcı bir dönüşüme tercih edip ipleri ele alabilir. Mollaların gerileyip askerlerin belirleyici olduğu, başörtüsü gibi bireysel özgürlüklerin tanındığı ama siyasi özgürlüklerin olmadığı bir dönüşüm süreci. Bu ihtimali sağlığı kötüleşen dini lider Ali Hamaney’den sonrası dönem için dillendirenler de var.”
Devrimci öncü güçlerin çok zayıf olması İran için büyük bir kayıp durumunda. Bonapartizm tehlikesi, etnik boğazlaşma, Türkiye’nin de aralarında olduğu bir takım emperyalist güçlerin müdahalesi gibi olasılıklar bu boşluktan doğru ortaya çıkıyor. İran’da mevcut isyanda da görüldüğü üzere sosyalist fikirler oldukça yaygın. Gerek işçi hareketinde gerek öğrenci hareketinde gerekse de Kürtler de olduğu gibi ezilen ulus hareketlerinde sosyalist etki azımsanmayacak boyutta. Ama bu nesnel gelişmelere denk gelen öznel faktörler yani sosyalist parti ve hareketler sürecin çok gerisinde. Bırakın İran’ın içini sürgündeki gruplar içerisinde bile kayda değer bir sosyalist özne kendisini gösterebilmiş değil. İşte bu sorunu çözmek için acil bir şekilde gerekli adımları atmak gerekiyor. Zira küçük bir oluşum bile kitlelerin sola kaydığı bu gibi dönemlerde büyük bir atılım yapabilir ve gerçek bir alternatife dönüşebilir. Bu tarihsel gücün oluşumu konusunda biz Türkiye’deki devrimcilere de birtakım sorumluluklar düşüyor.