Devrimci Marksizm ve Troçki
1940 Mayıs’ında, Troçki, “Stalin Benim Ölümümü Arıyor” adlı makalesinde geleceği öngörür gibiydi. 3 ay sonra 20 Ağustos 1940’ta Meksika Coyocan’da Stalin’in ajanı Roman Mercader Troçki’yi kafasına vurduğu bir buz kıracağıyla ağır biçimde yaralamış ve Troçki bir gün sonra ölmüştü. Bu cinayet Stalin’in eski Bolşeviklere yönelik cinayetlerinin en sonuncusu ve en zarar verici olanıydı. Bunun nedenini 1935’te yazdığı bir makalede, Troçki’nin anlatımıyla dinleyelim: “… yaptığım işin ‘yeri doldurulamaz’ olduğunu söyleyemem, 1917-1924 döneminde bile. Halbuki şu anda yaptığım kelimenin tam anlamıyla ‘yeri doldurulamaz’ bir şey. Bu ifadede en küçük bir övünme yok. İki Enternasyonal’in çöküşü, bu Enternasyonallerin şeflerinden hiçbirinin altından kalkamayacağı bir sorun yarattı. Kişisel yazgımın özel koşulları beni bu sorunla karşı karşıya getirdi, ciddi bir tecrübeyle tepeden tırnağa silahlanmış olarak. İkinci ve Üçüncü Enternasyonal şeflerinden gına getirmiş yeni kuşağı devrimci bir metotla donatmak, ben hariç hiç kimsenin başaramayacağı bir görevdir.” (Troçki, Sürgün Günlüğü, s.63, Yazın Yayıncılık)
Nasıl Lenin 1.Dünya Savaşı’nda 2. Enternasyonal’in ihaneti karşısında Marksimin değerlerine sahip çıkıp onu yaşatmayı başardıysa, Troçki de, Lenin’in ölümünden sonra, yükselen bürokrasinin Rusya’da ve komünist partiler aracılığıyla bütün dünyada Marksist geleneği tahrif etmesine karşı savaştı ve katledildiğinde Marksist mirası temiz bir bayrak olarak gelecek nesillere bırakmayı başardı.
Troçki’nin bütün yaşamı işçi sınıfına ve onun sosyalizm mücadelesine adanmıştı. Troçki, ilk defa tutuklanıp hapse girdiğinde daha 19 yaşındaydı. 2,5 yıllık hapis sonrası Sibirya’ya sürgün edilmişti. İlk Rus Devrimi olan 1905 Devrimi sırasında devrimin başkenti olan Petrograd Sovyeti’nin başkanı oldu. 1917 Ekim Devrimi’nde devrimin kalbi olan Petrograd’ın Sovyet başkanı yine Troçki’ydi. Bolşevik Parti devrim çağrısı yapmaya karar verdiğinde, oluşturduğu Devrimci Askeri Komite ile sovyetik ayaklanmayı doğrudan örgütleyen oydu. Stalin, 6 Kasım 1918’de yazmış olduğu ‘En Seçkin Parti Liderlerinin Rolü’ makalesinde Troçki’nin devrim sırasındaki rolünü şöyle ifade ediyor: “Ayaklanmanın pratik örgütlenişi çalışmasının bütünü Petrograd Sovyet’i Başkanı olan Troçki’nin doğrudan liderliği altında yürütüldü. Kesin olarak söylemek mümkün ki, parti, garnizondaki dengenin bozularak ibrenin Soveyet’e kaymasını ve Devrimci Askeri Komite’nin çalışmasının yaşama geçirilmesindeki cesareti esas olarak ve herkesten önce yoldaş Troçki’ye borçludur.”
Devrimin dikkatli gözlemcilerinden Sukhanov, Troçki’yi şu haklı ifadelerle anlatıyordu: “Devrimci kurmaydaki görevinin dışında kendisini parçalarcasına Obukhovski fabrikasından Trubochny’ye, Putilov’dan Baltık’taki tesislere, binicilik okulundan kışlaya koşuşturup duran Troçki, sanki her yerde aynı anda konuşuyordu. Gerek yığınlar gerekse kurmay personel üzerinde kurduğu nüfuz kesin bir belirleyiciliğe sahipti. O günlerin en önemli şahsiyeti ve tarihin bu önemli sayfasının önde gelen kahramanı oydu.” (Sukhanov, Op.Cit., S.578)
Rus Devrimi’ni en iyi anlatan eser kabul edilen “Dünyayı Sarsan On Gün” kitabında John Reed, Troçki’nin Lenin’le birlikte devrimin en önemli önder olduğuna tanıklık yapar. Lenin’in milyonlarca kopyasının basılmasını ve diğer dillere çevrilmesini tavsiye ettiği bu harika eser Stalin döneminde Sovyet ve diğer resmi komünist partilerin basım listelerinden çıkarılmıştı. Bunun nedenini anlamak pek zor değil. Lenin’in kitap boyunca 63, Troçki’nin 53, Kamanev’in 8, Zinovyev’in 7 ve Stalin ile Buharin’in 2 kere geçmesi bile durumu açıklıyordu. Bu sayılar sadece gerçek durumu, devrim sırasında adı geçen kişiliklerin etkinliklerini anlatmaktan başka bir şey yapmaz.
Troçki sadece 1905 ve 1917’de Petrograd Sovyet’inin başkanı, Ekim Devrimi’nin iki önderinden biri değil, devrimden sonra da devrimin zaferi için her türlü yükü omuzlamış birisiydi: Dışişleri Komiserliği, Kızıl Ordu’nun kurucusu ve önderi, 3. Enternasyonal’in ilk 4 kongresinin tezlerinin Lenin’le birlikte mimarı.
Rusya’da ve uluslararası kamuoyunda Lenin-Troçki hükümeti olarak bilinen hükümetin devrim sonrasında önünde zorlu bir mücadele devam ediyordu. En hayati görevlerden birisi devrimin Beyazlara ve diğer emperyalist ülkelerin saldırılarına karşı savunulması için Kızıl Ordu’nun kurulmasıydı. Devrimi korumak için bu önemli görev devrimin en güvenilir liderlerinden birine Troçki’ye verilmişti. Deutscher, 1917 Ekim’inde eğitim görmüş kızıl muhafızların sayısının Petrograd’da 4 bin, Moskova’da ise 3 bin olduğunu söylüyordu. Kızılordu bu ufak sayılardan 2,5 yıl içinde beş milyona çıkacaktı. Lenin, Gorki ile bir söyleşisinde Troçki’den işte şöyle söz ediyordu: “Bir tek yıl içinde örnek bir ordu örgütleyen ve askeri uzmanların saygısını kazanan başka bir adam gösterin bana. Elimizde böyle bir adam var. Her şeyimiz var. Ve harikalar yaratacağız.” (Maksim Gorki, Lenine et le Pysan Russe, s. 95-96) Stalinist rejim tarafından, bu sözler, Lenin eserlerinin sonraki baskılarından çıkarılmıştır.
Troçki’nin hayatının en önemli dönemine, Marksist geleneği devam ettirmek için Stalinist bürokrasiye karşı mücadele verdiği döneme, geçmeden önce Troçki’nin Marksizme en büyük katkılarından biri olan Sürekli Devrim teorisini incelememiz gerekir.
Sürekli Devrim Teorisi
Her ne kadar Troçki, hayatının sadece son 15 yılını yeri doldurulamaz olarak görse de kökenlerini Marks’ta bulan sürekli devrim teorisi onun geri kalmış ülkelerde iktidarın işçi sınıfının eline geçmesi konusunda Marksizm’e önemli bir katkısıdır.
Sürekli devrim teorisine göre, 1789’da Fransız Devrimi’nde yaşanan durumun aksine, artık burjuvazi arkasına halk kitlelerini alarak iktidarı ele geçirmek için feodalizmin hâkim sınıflarına karşı bir devrime girişmeyecektir. Çünkü burjuvazinin proletaryadan korkusu feodalizme yönelik nefretinden büyüktür. Bu nedenle demokratik görevler ancak köylülük ve küçük burjuva unsurları peşine takan proletarya tarafından gerçekleştirilebilir. Ama proletarya kendisini demokratik görevler ile sınırlandıramaz. İktidarı aldığı andan itibaren, proletarya, diktatörlüğünü inşa etmeye başlar. Bu diktatörlük öncelikle demokratik görevleri yerine getirir ve devrimin diğer ülkelere yayılmasıyla eş anlı olarak sosyalist görevlerin gerçekleştirilmesine başlar.
Troçki eşitsiz ve bileşik gelişme yasası nedeniyle geri ülkelerin gelişmiş ülkelerle aynı rotayı -önce burjuva demokratik devrim, sonra sosyalist devrim- izlemek zorunda olmadığını söyler: “Geri bir ülke ileri ülkelerin maddi ve ideolojik kazanımlarını sahiplenir… İleri ülkelerin çekicisinin peşine takılmak zorundaki geri bir ülke sıraya uymaz: tarihsel olarak geri bir durumun sunduğu imtiyaz… bir halka, bir dizi ara aşamayı atlayarak, daha zamanı gelmeden önce, yaratılan her şeye ulaşma imkanı tanır ya da daha doğrusu onu buna zorlar… Amerika’yı sömürgeleştiren Avrupalılar tarihe yeniden başlamadılar… Tarihsel bakımdan geri bir ulusun gelişmesi, zorunlu olarak, tarihsel sürecin farklı evrelerinin özgün bir kombinasyonuna yol açar.”(Troçki, Rus Devriminin Tarihi I: Şubat Devrimi: Çarlığın Devrilmesi, s. 14-15, Yazın Yayıncılık)
Troçki ülkenin büyüklüğüne oranla küçük ama yoğunlaşmış bir sınaiye sahip Rusya’da proletaryanın politikaya etkisinin ABD gibi gelişmiş bir ülkeden daha belirleyici olabileceğini söyler. Bu nitelikleriyle “işçilerin ileri bir ülkeden önce, ekonomik olarak geri bir ülkede iktidara gelmeleri mümkündür.” (Troçki, Sürekli Devrim, Sonuçlar ve Olasılıklar, s. 200, Yazın Yayıncılık) Ancak Troçki ulusal arenada başlayan bu devrimin diğer ülkelere yayılmaması koşulunda yenilgisinin kaçınılmaz olduğunu vurgular. 1848 devrimlerinden sonra Fransa’daki girişimlerin başarısızlığını açıklarken Marks da devrimin ulusal sınırlarla sınırlı kalmayıp yayılmasının ölüm kalım meselesi olduğunu vurgulamıştı.
“İşçiler, nasıl burjuvaziyle yanyana kendilerini özgürleştirebileceklerine inanıyorlardıysa, aynı biçimde, öteki burjuva uluslarla yanyana, ve Fransa’nın ulusal sınırları içinde bir proleter devrimi tamamlayabileceklerini düşünüyorlardı. Ama Fransa’nın üretim ilişkileri, dış ticaretiyle, dünya pazarındaki konumuyla ve bu pazarın yasalarıyla koşullanmıştır; Fransa, dünya pazarının despotu İngiltere üzerinde de etkisi olacak bir Avrupa devrimci savaşı olmadan bunları nasıl kırabilirdi?”(Karl Marks, Fransa’da Sınıf Savaşımları: 1848-1850, s.42, Sol Yayınları, Ankara: 1996)
1905 devriminden sonra formülize edilen bu teori sanki gelecekte olacakları anlatır gibidir. 1917 Ekim Devrimi, sürekli devrim teorisinin en önemli ispatı olacaktı.
Troçki Bolşevik Mirasa Sahip Çıkıyor
Lenin, Alman devriminin başarısız olması durumunda Rus devriminin kaybedeceğini bir çok defa vurgulamıştı. Gerçekten de öyle oldu, devrim dalgasının Almanya ve Macaristan’da kaybetmesinin ardından uluslararası sermaye Rusya’daki işçi iktidarını boğmak için karşı devrimci orduları örgütledi. Çıkan iç savaşta tam 6 milyon insan öldü, bunların 4 milyonu Kızılordu saflarındaydı. İşçi sınıfının en kararlı unsurları ve komünistler cephede ilk ölenlerdi. İç savaş boyunca sanayi yok olma noktasına geldi, şehirler açlıktan kırıldığı için boşaldı. İç savaş devrimi boğamamıştı ama öldürücü darbeyi de vurmuştu. Rusya, iç savaştan en dinamik kesimlerini kaybetmiş, çökmüş olarak çıktı. İşçi sınıfının maddi varlığının hemen hemen sona erdiği koşullarda Bolşevik Partisi kendini sovyetlerde işçi sınıfı yerine ikame etmek zorunda kaldı. Ayrıca on binlerce parti üyesi işçi devleti memuru haline geldi. Bu memurları seçecek, denetleyecek ve gerektiğinde görevden alabilecek işçi sınıfı iç savaş boyunca atomize olmuştu. Bu koşullar, işçi iktidarını yıkan bürokrasinin ayrıcalıklı bağımsız bir güç olarak ortaya çıkışının maddi temellerini oluşturdu. İç savaştan sağ çıkmayı başaran işçi devletini önemli bir tehlike daha bekliyordu: şehirleri daha fazla beslemek istemeyen köylüler. Yeni Ekonomik Politika (NEP) ile birlikte köylülelere istedikleri tavizler verildi; özel sektörün bir serbest pazar oluşturmasına imkan sağlandı. Şehirlere gıda arzını artırmak için girişilen bu politikanın bedeli, işçi sınıfının gücünün mülk sahipleri lehine azalması ve bürokrasinin hem partide hem de işçi devletinde konumunu hızlı bir şekilde güçlendirmesi oldu. İç savaş ertesinde, Bolşeviklerin hükümet olmaya devam edeceğinin anlaşılmasıyla parti kariyeristlerin akınına uğradı. bu da güçlenen bürokrasinin partide yükselebileceği zemini sağladı. Stalin’in hızla yükselişi ile bürokrasinin hızlı gelişimi paraleldi. Durum bir süre sonra ayrıcalıklı bürokrasinin kendini bir sınıf olarak örgütleyip proletarya iktidarının temellerini yavaş yavaş yıkmasıyla sonuçlanacaktı. Lenin de bürokrasinin güçlenişinin ve devletteki yozlaşmaşmanın farkındaydı: “Bizim şu andaki devletimiz bürokratik bozuklukları olan bir işçi devletidir… Devletimiz öyledir ki, tamamen örgütlü proletarya kendisini ona karşı korumalıdır; eğer işçilerin devletimizi korumalarını bekliyorsak, işçi örgütlenmelerinden, işçilerin kendilerini kendi devletlerine karşı korumaları için yararlanmalıyız…” Lenin bu gidişatı yaşamının son yıllarında iyiden iyiye hissetmişti. Partinin merkez komite üye sayısının 100 çıkarılmasını ve bu üyelerin genç işçilerden oluşmasını ısrarla istedi. Ne var ki, bu isteğini hayata geçirme fırsatı bulamadı. (Burada bir parantez açmak gerekli. Lenin böyle bir fırsata sahip olsaydı da, bürokrasinin yükselişini engellemek için merkez komite ve partide yapılacak değişikliklerin yetmeyeceğini; bürokrasinin üstünde yükseldiği maddi temeller -Rusya gibi geri bir ülkede sıkışıp kalan işçi iktidarının imdadına dünya devriminin yetişmemiş oluşu- yok edilmeden bu sürecin durdurulmayacağını kısa süre içinde anlardı.) Vasiyetinde de Stalin’in genel sekreterlik görevinden alınmasını talep ediyordu, ama bırakın vasiyetinin gerçekleşmesini vasiyet kamuoyundan hatta partiden saklandı. Mektuptan sadece merkez komitenin haberi oldu. Lenin yaşamının son kavgasını bürokrasiye karşı vermişti, ama kavgasını sonuna kadar götürmesini ölümü engelledi. Lenin’in ölümünden sonra Ekim devrimini savunma görevini Troçki devraldı.
Bu doğrultu da Troçki ilk olarak Sol Muhalefeti örgütledi. Sol Muhalefet Troçki’nin Rusya’dan sürgününe ve Sol Muhalefet üyesi devrimcilerin imhasına kadar, devrimin uluslararası alanda yayılması ve işçi sınıfının iktidarın öznesi pozisyonuna tekrar kavuşması için çabaladı. Stalin ve bürokrasinin, işçi sınıfının liderliğine yönelik giriştiği imha kampanyası sırasında zorla sürgün edildikten (1927) sonra da Troçki Marksizm’in, Bolşevizm’in özünü korumak için Rusya’daki değişime ve bürokrasiye karşı uluslararası arenada mücadele verdi. Uluslararası Sol Muhalefet aracılığıyla bütün dünyada Stalinizmin tahrifatlarına, işçi sınıfına ihanet anlamına gelen politikalarına karşı mücadele etti.
Tek Ülkede Sosyalizme Karşı Dünya Devrimi
1917 Ekim Devrimi’nin ilk günlerinden itibaren Bolşevikler devrimin kaderini uluslararası arenada yeni işçi devrimlerinin gerçekleşmesine bağlamışlardı. Lenin: “Biz her zaman için hareketimizi uluslararası bir devrime bağladık ve bunda kesinlikle haklıydık… Biz her zaman önemle belirttik… tek bir ülkede sosyalist devrim gibi bir şeyi başarmak olanaksızdır.” diyordu. Lenin Mart 1919’da devrimin yayılmasının neden hayati olduğunu şöyle anlatıyordu: “Yalnız tek bir ülkede değil bir ülkeler sisteminde yaşıyoruz ve Sovyetler Cumhuriyeti’nin emperyalist devletler ile yan yana uzun bir süre varolacağı düşünülemez. Sonunda ya biri ya da öbürü kazanmak zorundadır.”
1924’e kadar Stalin de devrimin yayılması gerektiği yönünde söylemler veriyordu. daha 1924 Nisan’ında Stalin “Tek bir ülkede çabalar burjuvaziyi devirmek için yeterlidir, bizim devrim tarihimizin doğruladığı da budur. Fakat Sosyalizmin nihai zaferi için -sosyalist üretimin organizasyonu için- yalnız başına tek bir ülkenin, özellikle Rusya gibi aslen kırsal bir ülkenin çabaları yeterli değildir; birkaç gelişmiş ülkenin proletaryasının çabaları gereklidir.” (Stalin, Ancak birkaç ay içerisinde, Stalin tam tersi bir pozisyon alacaktı. Aralık 1924’de yayınlanan aynı kitabın ikinci Rusça baskısında bu bölüm yoktur, onun yerini şu satırlar almıştır: “İktidarı pekiştirdikten ve köylülüğün öncülüğünü ele geçirdikten sonra, muzaffer proletarya bir sosyalist toplum kurabilir ve kurmalıdır…”
Bu tarihten sonra enternasyonalizm ve dünya devrimi sadece Troçki ile birlikte anılır olmuştu. 1928 yılındaki Komünist Enternasyonal’in 6. kongresinden sonra bir daha dünya devrimi kavramı Stalinist hareket tarafından kullanılmadı.
Troçki sürgününe kadar Alman ve Çin devrimlerinin başarıya ulaşması ve devrimi yayma perspektifinden vazgeçilmemesi için mücadele etti. Rusya’dan sürülmesinden sonra da dünyanın bir dizi ülkesinde oluşan devrimci durumların, karşı-devrimci Stalinist bürokrasiye rağmen, işçi iktidarı ile sonuçlanması için var gücüyle çalıştı. 1943’te ABD Başkan yardımcısı Henry Wallace’ın şu sözleri burjuvazinin de Troçki’nin mücadelesinin anlamını ne kadar iyi kavradığının kanıtıdır: “Eğer Rusya dünya çapında devrimi kışkırtan Troçkist fikre bir kez daha kapılırsa 3. Dünya Savaşı kaçınılmaz olur.”( Wallace’ın konuşması 9 Mart 1943 tarihli New York Times’ta yer aldı. )
Halk Cephesine Karşı Birleşik İşçi Cephesi
Menşevik bir siyaset olan Halk cephesi politikası, Stalinist bürokrasinin faşizme karşı mücadele taktiği olarak İspanya, Fransa ve nicelerinde uygulanmadan önce kendisini Çin Devrimi sırasında gösterdi. Açık bir sınıf uzlaşmacılığı olan bu siyaset, Çin’deki devrimci durum sırasında Çin Komünist Partisi’ne burjuva milliyetçisi Kuomintang içine girmesini salık verdi. 1917 Ekim Devrimi’ne rağmen, Menşevik bir politika olan burjuvazinin liderliğinde demokratik devrim çizgisinde ısrar eden Stalinist bürokrasi, böylece komünistleri ve dolayısıyla işçi sınıfını burjuvazinin kuyruğuna taktı. Troçki, Çin Komünist Partisi içinde güçlü olan Uluslararası Sol Muhalefetin üyeleri aracılığıyla bu karşı-devrimci politikaya karşı savaştı. Sürekli Devrim teorisini, Lenin’in Nisan Tezlerini ve en nihayetinde bu teorilerin ispatı olan Ekim Devrimi’ni unutsak dahi, Bolşeviklerin yıllarca yürüttüğü mücadele içinde işçiler ve köylüler arasındaki ittifak hiçbir durumda ve asla partilerin kaynaşmasıyla sonuçlanmamıştı. Stalin ve Lenin arasındaki ideolojik farkı gelin kendi ağızlarından dinleyelim:
1925’de Stalin, Doğu komünistlerine şunu salık veriyordu: “Komünistler, birleşik bir ulusal cephe politikasını aşmalı ve işçilerle küçük burjuvazi arasında devrimci bir koalisyon politikasını benimsemelidir. Bu koalisyon, Kuomintang modelinden sonra, üyelerini işçi sınıfı ve köylülük içinden devşiren tek bir partinin yaratılmasıyla ifade bulabilir.”(Stalin, “Doğu Halkları Üniversitesi’nin Politik Görevleri” adlı konuşma, 18 Mayıs 1925 ya da 1926 basımlı Leninizmin Sorunları, s. 264) (Bu sözler, kitabın yeni baskılarından çıkarılmıştır.)
Bu sözleri Lenin’in 1906’da söylemiş olduğu şu sözlerle karşılaştırın: “Son öğüdümüz: Kentin ve kırın proleterleri ve yarı-proleterleri, ayrı örgütlenin! Hiçbir küçük mülk sahibine güvenmeyin, hatta en küçüklerine veya ‘çalışanlarına’ bile… Biz köylü hareketini sonuna kadar destekleriz, ama hatırlamalıyız ki, bu başka bir sınıfın hareketidir, sosyalist devrimi başarabilecek ya da başaracak olan sınıfın değil.”(Lenin, Eserler, Cilt IX, s. 410)
1908’de Lenin şunları söylüyordu: “Proletarya ve köylülük arasındaki ittifak, gerçekten söyleyelim ki, hiçbir durumda farklı sınıfların ya da proletarya ve köylülüğün partilerinin kaynaşması anlamında yorumlanmamalıdır. Sadece kaynaşma değil, her türden uzatmalı anlaşma da işçi sınıfının sosyalist partisi için ölümcül olacak ve devrimci demokratik mücadeleyi zayıflatacaktır.”(Lenin, Eserler, Cilt XI, kısım 1, s. 79)
Troçki, komünistlerin Kuomintang’dan bir an önce kopması ve devrimi liderliğini eline alması için mücadele etti. Ancak, Stalinist bürokrasinin Çin proletaryasının Çan Kay-şek’in liderliğindeki burjuvaziye boyun eğmesine yol açan çabaları trajik bir yenilgiyi beraberinde getirdi. Devrimin yenilgisinden sonra Komünist Parti’sinin yüz binlerce üyesi Kuomintang tarafından katledildi. Sağ kalanlarsa şehirlerden kaçmak zorunda kaldılar.
Toparlayacak olursak, halk cephesi politikasının özü sınıf işbirliğine dayanıyordu. Stalinist komünist partiler sınıf hareketinin en radikal dönemlerinde, ‘ılımlı’ burjuva ortakları korkup cepheden ayrılmasınlar diye işçi sınıfının mücadelelerini baltaladılar. Bu politika nerede uygulandıysa felaketten başka bir şey getirmedi, getiremezdi. Troçki’nin birleşik işçi cephesi siyaseti ise asıl düşmanın sermaye düzeni ve kapitalistler olduğunu bilerek, devrimci işçilerle henüz reformist olan işçilerin sınıf çıkarları doğrultusunda birleşik bir cephede bayrakları asla karıştırmadan omuz omuza mücadele etmesini savunuyordu. Böylelikle hem burjuvaziye karşı verilen mücadelede güçlü bir direniş cephesi yaratılacaktı, hem de reformist işçilerin kendi uzlaşmacı sosyal demokrat liderlerinin gerçek yüzünü görmeleri sağlanacağından onların da komünist kampa geçişini hızlandırılacaktı. Böylelikle komünistler, hem kendi bağımsız devrimci sınıf siyasetlerini izleyebilecekler hem de reformizmin kitle tabanının devrimciler lehine boşalmasını sağlayacaklardı.
Faşizme Karşı Mücadele
Rusya ve 3. Enternasyonal’de, 1930-1933 dönemi arasında “3.Dönem”e girildiği fikri hakimdi. Buna göre, 1. dönem kapitalizmin krizlerinin ve devrimlerin dönemiyken, 2. dönem istikrar dönemi, 3. dönem ise kapitalizmin sonunu getirecek dönemdir. Bu teoriye göre faşizmle sosyal demokrasi ikiz kardeşlerdi ve Almanya “tedrici ve adım adım faşitleşiyordu”. Bu anlayışa göre, sosyal demokratlarla hiçbir şekilde ortak cephe oluşturulamazdı. Faşizmi yenebilmek için önce sosyal demokrasiyi yenmek gerektiğini öne sürüyorlardı. 14 Eylül 1930’da KPD’nin yayın organı Rote Fahne, seçim sonuçlarını şöyle değerlendiriyordu:
“Hitler’in seçim zaferi gelecekteki yenilgisinin tohumlarını taşıyor. 14 Eylül Nasyonal Sosyalizm’in Almanya’da en üst noktaya çıktığı gündür. Bundan sonra sadece yenilgi ve gerileme gelebilir. Dün, Bay Hitler’in en büyük günüydü, ama seçim zaferleri yenilgilerinin de başlangıcıdır”. Rote Fahne hızını alamıyordu: “Hitler’den sonra da bizim sıramız gelecek.” Bu yaklaşım, işçileri yaklaşan tehlike karşısında canla başla savaşmaktan alıkoyuyor, faşizmin iktidarında işçi hareketinin ezileceğini yok sayıyordu. Bu da işçi sınıfında bilinç bulanıklığı yaratıyordu.
Troçki, bütün enerjisini Almanya’da faşizme karşı mücadelenin Marksist yönetimini, yani KPD ile sosyal demokratların birleşik işçi cephesi oluşturmasının önemini anlatmaya harcıyordu. Troçki’nin önerdiği birleşik işçi cephesi politikası Ekim Devrimi günlerine uzanan bir maziye sahipti. Bolşevikler, general Kornilov ile birlikte bir darbe hazırlığında olan ancak daha sonra darbenin sovyetleri ve dolayısıyla kendisini ezecek olduğunu fark eden Krenski’yi kaderine terk etmeyip burjuva demokrasisini korumuşlardı. Böylece de karşı-devrimin sovyetleri ezmesini engellemişlerdi. Bolşeviklerin, o zaman ‘Kornilov’u yenmek için Krenski’yi yenmek gerek’ demeye hakları vardı. Onlarsa Menşeviklere ve Sosyal Devrimcilere bir birleşik mücadele cephesi önerdiler. Troçki, yaşadıkları olaya tanıklık ediyor: “Sendikal örgütlerin verdiği kefalet sayesinde hapisten kurtulup hücreden çıkınca dosdoğru Ulusal Savunma Komitesinin bir toplantısına katıldım ve orda beni hapiste tutan Krenski’nin müttefikleri Menşevik Dan ile Sosyal Devrimci Gots’la birlikte Kornilov’a karşı mücadele sorunlarını inceleyip bazı kararlar alınmasını sağladım.” (Troçki, Faşizme Karşı Mücadele, s.151, Yazın Yayıncılık)) Lenin durumu şöyle ifade ediyordu: “Devrimci proletaryanın, Bolşeviklerin ezilmesine, cephedeki katliamlara ve işçilerin silahsızlandırılmasına yardım ettikleri için, Sosyal Devrimciler ve Menşeviklerden, denebilirse “öç almak” amacıyla bunları karşı devrime karşı desteklemeyi “reddebileceklerini” düşünmek, en büyük hata olurdu…”(aktaran Troçki, Faşizme Karşı Mücadele, s. 108)
Birleşik içi cephesi taktiği Komünist Enternasyonal’in 3. ve 4. kongrelerinde hazırlanan tezlerle de onaylanmıştı. Bunlara göre: “Birleşik cephe sorunu, -kendilerini işçi sınıfına dayandıran çeşitli politik örgütler arasında bir bölünmenin bu dönemde kaçınılmaz olmasına rağmen- kapitalizme karşı mücadelede işçi sınıfı için bir birleşik cephe sağlanmasının acil ihtiyacından doğar… Eğer Komünist Partisi, Komünist işçilerle Komünist olmayan işçiler (sosyal demokratlar da dahil) arasında ortak, eşgüdümlü eylemlerin her an mümkün kılınması amacına yönelik örgütsel yollar aramamış olsaydı, işçi sınıfının çoğunluğunu, kitle eylemi temeli üzerinde kazanmaktan aciz olduğunu göstermiş olurdu… Eğer işçi kitlelerini sadece kendi bayrağımız çevresinde toplayabilseydik … ve eğer gerek parti gerekse sendika, bütün reformist örgütleri bir çırpıda aşabilseydik, elbette en güzel şeyi sağlamış olurduk. Ama o zaman da, bizzat birleşik cephe sorunu bugünkü biçimiyle varolmazdı…”(aktaran Troçki, Faşizme Karşı Mücadele, s.201)
Sosyal demokrasinin faşizmin bir kanadı olduğu ve Hitler’i yapabileceklerini küçümseyen Stalinist taktikler işçi sınıfını faşizm tehdidi karşısında savunmasız bırakıyordu. 1931 Kasım’ında Troçki olacakları görmüş ve mücadelesini bu sonu önlemeye adamıştı: “Nasyonal Sosyalist’lerin iktidara gelişleri her şeyden önce Alman proletaryasının en ileri kesiminin imha edilmesi, örgütlerinin yok edilmesi ve (proletaryanın) kendi gücüne ve geleceğine olan inancının kaybolması demek olacaktır. Almanya’da çelişki ve zıtlaşmalar son derece tehlikeli bir duruma geldiği için de, Alman Nasyonal Sosyalizminin işleyebileceği cinayetlerinin yanında İtalyan faşizminin cehennemi iyice sönük ve neredeyse insani bir deney gibi gözükecektir.” (Troçki, Faşizme Karşı Mücadele, s. 137-8)
Troçki, yaklaşan felaketin boyutlarını tekrar tekrar vurguladı: “Komünist işçiler; siz yüzbinler, milyonlarsızınız, gidecek bir yeriniz yoktur, size yetecek kadar pasaport bulunmayacaktır. Faşizm iktidara gelirse kafalarınızın ve kemiklerinizin üstünden korkunç bir tank gibi geçecektir. Kurtuluş yalnızca amansızca bir kavganın sonundadır. Yanız sosyal demokrat işçilerle gireceğiniz bir mücadele birliği zaferi getirebilir. Komünist işçiler, acele edin, çok az zamanınız kaldı!”(Troçki, Faşizme Karşı Mücadele, s. 157)
Troçki, devrimci Marksizmi net ve sağlam şekilde kavramasıyla Almanya sınıf savaşımının gelecekteki seyrini neredeyse tüm ayrıntılarıyla öngörebilmişti. Ama olacaklar kader değildi. Nasyonal sosyalistlerin 11 milyon oy aldığı Kasım 1933 seçimlerinde Sosyal demokratların oyu 7 milyon Komünistlerin oyu ise 6 milyondu. İkisinin toplam oyu Nazilerden fazlaydı. Kaldı ki sınıf savaşımının kritik sorunları oy sandıklarında çözülmez. Nazilerin küçük burjuva kökenli oylarının yanında sol partilere giden oylar tüm hayatı kontrol edebilme gücüne sahip işçi sınıfının oylarıydı. Komünist ve sosyal demokrat işçilerin tabanda kuracağı anti faşist militan birliğin Nazileri ezip geçeceği kesindi. Bu, proletaryanın küçük burjuvaziye karşı üstünlüğünün bir ifadesidir. Bütün bunlara rağmen, Naziler hiçbir direnişle karşılaşmadan iktidara geldi ve 6 milyonu Yahudi olmak üzere 10 milyon insanı katletti, bütün işçi örgütleri bu dönemde yok oldu. Stalinistler Nazilere tek bir kurşun sıkmadan teslim oldu.
4. Enternasyonal’e Giden Yol
Almanya’da Nazilerin iktidara gelmesi ve Stalin egemenliğindeki Komünist Enternasyonal’in bunu engellemek için hiç bir dişe dokunur çaba göstermiş olmaması Stalin’in dünya işçi hareketi arenasında oynadığı karşı-devrimci rolü Troçki’nin gözleri önüne serdi. Troçki, 1933’de yeni bir enternasyonal oluşturma çağrısını yaptı. 4. Enternasyonal’in gerekliliğini onun şu sözleri açıklıyordu: “Faşizm tehdidi karşısında harekete geçmeyen ve bürokrasinin rezil eylemlerine uysalca boyun eğen bir örgüt, böylece ölü olduğunu ve yeniden canlandırılamayacağını kanıtlar.”
Stalinist bürokrasinin İspanyol Devrimi’ne ihaneti Troçki için son noktaydı. Hayatının son yıllarının bütün enerjisini, 1933’de gerekliliğini ortaya koyduğu 4. Enternasyonal’in inşası için harcadı. Öte yandan Troçki bu kararı almakta geç kalmıştı. Sürgün edildiği 1927’den 1933’e dek Uluslararası Sol Muhalefet resmi komünist partilerin içinde kalmayı, orada proleter mevzilerin savunusunu yapmayı kendisine hedef olarak seçmişti. Troçki’ye bu konuda haksızlık da yapmamak gerekir. Daha önce yaşanan hiçbir deneyim Bolşevik Parti’nin içinden Ekim devrimini boğazlayacak karşı devrimin çıkacağını göstermiyordu. Karşı devrimin hep dışarıdan kapitalist sınıfların öncülüğünde gerçekleşebileceği hesap ediliyordu. Yine de karşı devrimin bürokratik özünü kavrayan, bu konudaki yaklaşımları sistematikleştiren yine Troçki’den başkası değildi.
4.Enternasyonal ve Troçki bir yandan emperyalist sisteme karşı savaşırken diğer yandan da Stalinist rejimin doğrudan fiziki imhaya yönelen saldırılarını göğüslemeye çalıştılar. John Molynuex dediği gibi, “Yeni bir enternasyonali derhal kurmak sözkonusu olamazdı. Bunu dereceli olarak inşa etmek gerekecekti. Ne yazık ki, bunu yapmak için gerekli objektif koşullar son derece elverişsizdi. 1. Dünya Savaşı’nın başında tecrit edilmiş durumda olmasına rağmen Lenin, en azından Bolşevik Partisi biçiminde sağlam bir ulusal temelin avantajına sahipti. Buna rağmen 3. Enternasyonal Rus Devrimi’nin zaferinden ancak 2 yıl sonra kurulabildi. Troçki ne böyle bir temele sahipti ne de hayatı boyunca ikinci bir proletarya devrimi zaferi görmek kendisine nasip oldu.” (Molyneux, Marksizm ve Parti, s. 167, Belge Yayınları) 4. Enternasyonal’in dayanağı olabilecek ulusal temel olan Rus Sol Muhalefeti’nin Ekim devrimi geleneğinden gelen tüm kadroları ve militanları Stalinist aygıt tarafından katledilmişti. Yine Rusya’dan sonraki en büyük seksiyon olan Çin Sol Muhalefeti Stalinist ve burjuva karşı devrimciler tarafından yok edildiler. Troçki’nin damatları, çocukları, torunları ve önde gelen yoldaşları siyasal cinayetlerin kurbanı oldular. Öyle ki öne çıkan devrimci Marksist militanlar Fransa’da, Vietnam’da dünyanın birçok yerinde katledildiler. Tüm bu olağanüstü baskı koşullarında 4.Enternasyonal gereken kadro birikimini sağlayamadı. ABD, İngiltere, Fransa’daki ufak yapılar bir yana bırakılırsa 4.Enternasyonal’in dünya çapında yapısal gücü yoktu.
Zayıflığına rağmen 4.Enternasyonal’den gerek emperyalizm gerekse de Stalinistler son derece korkuyorlardı, zira 4.Enternasyonal ve lideri Ekim Devrimi geleneğini, Bolşevizm’i ve proleter dünya devrimini simgeliyordu. Bu yüzden, bir an evvel yok edilmek istendi.
Troçki 1940 yılında katledildiğinde proletaryanın uluslararası devrim davasına büyük bir darbe vuruldu, çünkü Troçki’den sonra 4.Enternasyonal’in üstlenmeye çalıştığı misyonu taşıyabilecek lider ve kadrolar yoktu. Hiçbir zaman bunların yetiştirilmesine fırsat bulunamamıştı. Sonuçta, Troçki’nin ölümünden sonra 4.Enternasyonal dağıldı. Öte yandan Troçki ve Troçki zamandaki 4.Enternasyonal Bolşevizm bayrağının yere düşmemesini sağlayarak o bayrağı gelecek kuşaklara devretmeyi başardılar. Lenin Bolşevizm’in yaratıcısı, Troçki ise onu hayatı pahasına koruyarak gelecek nesillere devreden kişidir. O bayrağı daha yükseklere taşımak biz genç komünistlerin boynunun borcudur.