Dersim Belediyesi Seçimleri: Eleştirinin Eleştirisi- V.U. Arslan
Fatih Maçoğlu’nun Dersim belediye başkanlığına adaylığını koyması sonrası başlayan tartışmalar durulmuyor. Tartışmadan ziyade tek yanlı bir yıpratma çabasından da söz edilebilir. Kürt ulusal hareketi çevresinden oldukça kalabalık bir kesim, koro halinde Maçoğlu’na saydırıyor. Bu meselede bazı temel konuları ortaya koymak gerek.
Maçoğlu’nun adaylığından ötürü sinir küpüne dönen arkadaşlara şunu hatırlatmak lazım: HDP (önceli BDP olarak) 2014’te tam 106 belediye başkanlığı kazanmıştı. Örneğin Diyarbakır gibi bir metropol 1999’dan beri HDP geleneğinin elinde. Az değil, kayyım atanana kadar tam 17 yıl. Van ve Mardin gibi büyükşehirler, Kürt illerindeki neredeyse bütün önemli merkezler ile Mersin’in Akdeniz ilçesi kayyımlar başlayana dek HDP’nin elindeydi. Peki, bu yerel yönetim deneyimleri için (aslında büyük fırsat anlamına geliyordu) bir başarıdan söz edebilir miyiz? HDP belediyeciliğinin başarısız olduğunu HDP’liler de kabul ediyor. Bu deneyimlerde klasik burjuva parti belediyeciliğinden fazla öteye gidildi mi? Hayır. Dahası, toplumcu-öz yönetimci bir yerel yönetim yaratmak gibi bir derdin olmadığı ortaya çıktı.
Durum bu kadar barizken Maçoğlu’nun adaylığına sinirlenmek de neyin nesi oluyor? HDP 100’den fazla belediye başkanlığını zaten yine kazanacak. Bunlardan birisini Maçoğlu alacak diye hop oturup hop kalmak nasıl bir anlayıştır? Üstelik Maçoğlu HDP listesinden seçilmeyi de önermiş, reddedilmiş. Madem beğenmiyorsun gider demokratik bir şekilde yarışırsın, halkın tercihine de saygı duyarsın. Yok, Maçoğlu gibi sevilen birine dümdüz hakaret edersen aslında kendini rezil etmiş olursun.
Dersim’i kaybetsen bile bu yüz küsur belediye içerisinde hiç değilse çıkar üç beşinde farklı bir pratik sergilersin, halkçı, özyönetimci, aşağıdan yukarıya sınıf perspektifli bir hikâye yazarsın şanın yürür. HDP’nin elinin altında taşı sıksa suyunu çıkaracak, rol bekleyen, siyasallaşmış yüz binlerce genç var; milyonlarca kişilik yoksul halk var. Şayet HDP sahip olduğu belediyelerde Maçoğlu benzeri halkçı anlayışı devreye sokmuş olsaydı Batı’da Kürt karşıtı şoven saldırganlığın beli kırılmış olurdu. Ama uzun yıllar boyunca HDP’den emek merkezli, katılımcı bir duruş göremedik. Hatta neoliberal anlayışa genel bir uyum söz konusu. Bu da sebepsiz değil çünkü HDP’nin lügatında sınıf diye bir mesele bulunmuyor.
Açık ki HDP’nin yerel yönetim anlayışı ile Maçoğlu’nun anlayışı arasında epey bir mesafe var. Tahammülsüz kesimlerin “nohut-fasülye sosyalizmi” diye akılları sıra küçümsediği şey aslında sınıf perspektifidir. Komünistleri komünist yapan da bu perspektiftir. Maçoğlu’nun “komünist başkan” etiketiyle tüm Türkiye’de emekçi kesimlerin sempatisini toplaması boşuna değildir. Emek siyaseti yükseldikçe sol güçlenecek, şovenizm zayıflayacaktır. Kimlikler kamplaşması devam ettikçe de sağ güçlenecek, HDP’yi de ezen şovenizm daha da amansız hale gelecektir. Bu yüzden Maçoğlu doğru yoldadır.
Ovacık modelinin kurumsallaşması ve gelişmesi, bu yüzden önemlidir. Bu durumda zaten AKP diktasının engelleme girişimleri ve hatta polisiye baskılar gündeme gelecektir. Nitekim Maçoğlu’nun danışmanı Hayati Güngören ve SMF’nin başka aktivistleri tutuklu bulunmaktadır. Ya da AKP’nin Ovacık’taki hazine arazilerini, yoksul çiftçiler kullanmasın diye, sermayeye pazarlama girişimleri de Maçoğlu projesinden duyulan rahatsızlığı işaret etmektedir. Yani “Maçoğlu baskı görmüyor” iddiasından yola çıkarak yapılan yorumlar sağlıksız bir zemine yaslandığı gibi gerçeklerle de örtüşmemektedir.
Sorun Kayyım mı?
HDP çevresi mağduriyet konusunu baş argüman yapmış durumda ve Maçoğlu’na buradan yükleniliyor. Ama 2009’da daha ortada kayyım falan yokken yine Maocu kanattan Murat Kur’a yapılanları da biliyoruz. Zira yarış yakın gitmişti ve 700 küsur farkla BDP adayı seçimi almıştı. Ama Murat Kur’un ne devlet ajanlığı kalmıştı, ne validen para aldığı… Hakaretin bini bir para, iş fiziksel müdahale boyutuna kadar gitmişti. O ajan dedikleri Murat Kur ise daha sonra 24 yıl cezaya çarptırılacaktı. Utanılması gereken bir durum ama bugüne kadar bir özeleştiri duymadık. Şimdi de benzer bir linç kampanyası internet üzerinden yürüyor. Bu agresifliğin internetten inip sahaya yansıması ise daha güç çünkü Maçoğlu’nun prestiji buna büyük ölçüde engel olacaktır.
Yani kayyım olsa da olmasa da Kürt ulusal hareketi kendisinden başkasına tahammülsüz. Bu yeni bir durum değil. Sosyalistlerden beklenen, her durumda itaat. Örgütsel, ideolojik ve politik açılardan bağımsız projeler geliştirilmesine iyi gözle bakılmadığı gibi derhal otoriter refleksler devreye giriyor.
Bir kez daha vurgulamak gerekirse HDP ile dayanışmak, şovenizmle hesaplaşmak, halkların kardeşliğini savunmak başka şeydir; HDP’nin liderliği altında toplanmak başka şeydir. Sosyalistler Kürt sorununda ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkı çerçevesindeki duruşlarından taviz vermeden kendi başarılarıyla emekçilere mal olmasını bilmelidir. Maçoğlu bu nedenle desteklenmeyi fazlasıyla hak ediyor.