Depremden 19 Yıl Sonra Durum Vahim!-Gökçe Şentürk

Depremden 19 Yıl Sonra Durum Vahim!-Gökçe Şentürk

Marmara Depremi’nin üzerinden tam 19 yıl geçti. Türkiye’de yaşanan en büyük felaketlerden biri olan depremde 17 bin 480 kişi hayatını kaybetmiş, 23 bin kişi yaralanmış, 505 kişi de sakat kalmıştı. Marmara Depremi, ortaya çıkardığı enkazla birlikte, depremin acı sonuçlarının yakıcılığı ve güncelliğiyle uzun süre konuşuldu. Müteahhitlerin rant düzeni, çarpık kontrolsüz yapılaşma ve deprem riskinin yüksek olduğu bölgelerde hiçbir önlemin alınmamış, hiçbir kontrolün yapılmamış olması gerçekliği en çıplak haliyle karşımızdaydı. Deprem sonrasında da devletin, afet sonrası bölgede gerekli ihtiyaçları temin etmesi ve düzenlemeleri yapması beklenen kurumlarındaki yolsuzluk; birikimlerin nereye gittiği belli olmayan şekilde harcanmış olması; çadırdan arama kurtarma teknik malzemelerine kadar hiçbir aracın hazır ve kullanılabilir, anında müdahale edilecek nitelikte olmaması hayatını kaybeden binlerin göz göre göre ölüme gittiğinin göstergesiydi. 45 saniyelik bir zaman dilimi milyonlarca insanı uzun sürecek bir karanlığa hapsetti.

Her 17 Ağustos bütün bir ülke olarak enkaz altında bırakıldığımız günleri hatırladığımız ve kaybettiklerimizi andığımız bir güne dönüşüyor. Ama en çok da bugün olası bir depremin çok daha büyük bir felakete ve can kayıplarına yol açabileceğinin tartışıldığı bir gün.

Çünkü özellikle 99’daki deprem sonrasında bugün, inşaat sektörü üzerinden rantiyeciliğin doruk noktasını yaşıyoruz. Ormanların, derelerin bir bütün olarak ekolojinin inşaat rantı uğruna yok edildiği, kentsel dönüşümle birlikte AKP ve yeni zenginlerinin kentleri talan ettiği bir süreçle karşı karşıyayız. 99 Depremi kendi hayatlarını milyonlarca dolar üzerine inşa ettikleri saray ve villalarında güvenle devam ettiren sömürücü, yağmacı, rantçı zihniyet için çoktan tarihin sayfalarına karıştı bile. Ama yine de utanmadan her yıl, yıl dönümünde yalandan acıklı mesajlarını vermeyi iyi bilirler. Sonra da dönüp hükümetle el ele deprem sonrasında çok konuşulan, olası bir deprem anında güvenli toplanma bölgelerinin imara açılmasıyla olmazsa olmaz toplanma alanlarına birer AVM, rezidans, gökdelen kondurmayı eksik etmezler.

İstanbul’da depremden sonra insanların sığınabileceği 493 yer belirlenmişti. Buralar afet dışı zamanlarda park olarak kullanılabilecekti. 493 toplanma alanı dahi aslında yeterli değildi. Dolayısıyla her mahallede toplanma alanının olması gerektiği konuşuldu ve kararlaştırıldı. Ama geldiğimiz nokta itibarıyla bu 493 yerin 4’te 3’ü yapılaşmaya açılmış durumda. Yani İstanbul’un toplanma alanları 1999’dan çok daha kötü durumda.

Türkiye topraklarının yüzde 92’si deprem kuşağında bulunuyor. 81 milyonluk ülke nüfusunun da yüzde 95’i bu deprem kuşakları üzerinde yaşıyor. İnşaat Mühendisleri Odası’nın (İMO) verileri yalnızca İstanbul’da bulunan yaklaşık 2 milyon binanın yarısının, hala olası bir deprem açısından ‘tehlike’ arz ettiğini gösteriyor. Yine İMO verilerine göre, Türkiye’nin 11 metropol kenti ve tüm sanayi tesislerinin yüzde 75’i de bu deprem kuşakları üzerine kurulmuş durumda.

Türkiye’de kazaların önlenebilirliği ya da afet öncesi ve sonrasında doğru eğitim, kontrol ve sistematik planlamayla can kaybının en aza indirgenmesi söz konusu bile değil. Sadece afetler için değil yaşanan pek çok kolayca engellenebilir kaza için de aynı şeyi söylemek mümkün. Çorlu tren kazası, Ordu’daki sel felaketi…. liste geçmişten bugüne uzar gider. Ve ne yazık ki daha da uzayacak gibi görünüyor. Çünkü neoliberalizmin azgın piyasacılığına, doymak bilmeyen aç kurtlar gibi ülkeyi parsellere bölerek bir inşaat cehennemine çeviren patronlara dur diyecek bir örgütlü güç olmadığı sürece giden ömürden oluyor. Can gittikten sonra hiçbir şeyin mutlak bir teskin sağlaması mümkün değil elbette ama hem Marmara Depremi hem de diğer felaket ve kazalarda suçu bulunanların ceza almak şöyle dursun açıkça ödüllendirilmesi de acıları katmerliyor.

Yakın zaman önce sonuçlanan Soma davasında en hallicesini gördüğümüz bu süreç Marmara Depremi’nden sonra da yaşanmıştı. Müteahhitlere yaklaşık 2 bin 100 dava açıldı. Bu davalardan bin 800’ü kamuoyunda ‘Rahşan affı’ olarak da bilinen, Şartlı Salıverme Yasası’ndan dolayı kapandı. Geriye kalan 300 davanın 110 kadarında ceza kararları çıktı. Diğer davalar ise 17 Şubat 2007’de zaman aşımına uğradı ve düştü. Özetle, hesap veren kimse olmadı. Ve ne yazık ki bu tabloda bugün karşılaşacağımız bir depremin sonuçları çok daha yıkıcı, çok daha tamiri zor olacak.

Doğal afetlerin ne zaman ne şekilde vuku bulacağı belli ölçülerde öngörülebilirdir. Fakat olası felaketlerin doğuracağı sonuçlar açıkça hesaplanabilir ve dolayısıyla da en öncelikli olarak can kayıplarını sonra da hasarı en aza indirgemek bugünün teknolojisinde ve insanlığın geldiği noktada gayet mümkün. Fakat insan hayatının kar maksimizasyonu uğruna hiçe sayıldığı bir dünya sistemi olan kapitalizm altındayız. Azgın serbest piyasacılığa dayalı birikim modeli olan neoliberalizm ve bilim düşmanı, rantçı, talancı günübirlik çıkarlar uğruna ülkeyi krizlere ve felaketlere mahkum eden tek adam rejimi altında yaşıyoruz. Dolayısıyla, bu mide bulandıran karışımdan çıkmak için bir arada olmaktan, örgütlü hareket etmekten başka çare yok.

KATEGORİLER
ETİKETLER