Çöküşten Günümüze Rusya’nın Hikayesi: Putin’in İktidarı ve Putinizm – Emre Güntekin
2000’li yılların başında iktidara yükselen Putin Rusya’nın 21. yüzyıldaki kısa tarihine öylesine güçlü bir damga vurdu ki, yazı dizisinin ilk üç bölümünde aktardığımız 90’lı yıllar Rusya tarihini Putin’in iktidara yükselişini hazırlayan olaylar bütünü olarak okuyabilmek mümkün.
Time dergisi 2007 yılında yılın insanı seçtiği Putin için “Bir Çar Doğdu!” manşetini atarken, başbakan seçildiği günden 2007 yılına kadar geçen siyasi tarih açısından oldukça kısa dönemde Putin, Rusya’yı eski şaşaalı imparatorluk günleriyle kıyaslanır bir duruma taşımaya başlamıştı. Korkunç İvan Rusya’sı, Deli Petro’nun Rusya’sı, Stalin Rusya’sı ve Putin Rusya’sı… Rusya’nın bu üç sembolik tarihsel dönemi, birbirleriyle kıyaslanmaya başlanmıştı. Çarlık ve Stalin Rusya’sı birbirine tarihsel olarak benzeyen dönemlerdi. Muhaliflerin baskılandığı, yok edildiği; birinde imparatorluk diğerinde süper güç olma ideallerinin var olan bütün ekonomik kaynakların seferber edilerek var edilmeye çalışıldığı korkunun iktidarları hüküm sürüyordu. Putin Rusya’sı da bu iki tarihsel döneme dönüş iddiasını her alanda ortaya koymaya devam ediyor.
Yazı dizisinin son bölümünde tarihsel olayların kısaca üzerinde durarak konuyu daha çok Putin iktidarının karakteri, kısaca Putinizm nedir sorununa ayırmak doğru olacaktır. Zira dünyada Putin bir rol model olarak günümüzde etkisini iyiden iyiye artırmış durumda. Misali hemen yanı başımızda. Putin ülkelerini demir yumrukla yönetmek isteyenler için eşsiz bir iktidar örneği ortaya koyuyor. Fakat bunu mümkün kılan en önemli faktör Rusya’nın siyasal ve tarihsel olarak böyle bir geleneğe sahip olması, aynı zamanda bu iddiayı ayakta tutabilecek maddi temellere sahip olmasıdır. Yani Rusya’da işler sadece vatandaşın ağzına vurup ekmeğini almakla yürümüyor.
Putin şu anda yaklaşık 50 milyar tonluk petrol rezervine (dünya 3.sü), 182 milyar ton kömür rezervine (Çin ve ABD’den sonra dünya üçüncüsü), 1,8 trilyon dolar değere sahip olduğu tahmin edilen nadir bulunan element madenlerine, dünya doğalgaz rezervlerinin % 24’üne sahip bir ülkenin başında. Dünyanın en büyük ekonomileri sıralamasında gerilerde olsa bile zengin enerji kaynakları, devasa bir coğrafya ve insan kaynağına sahip olması, askeri kapasitesi ve eskiden hüküm sürdüğü coğrafyalarda artan nüfuzu ile ekonomik gücünün ötesinde bir politik güce sahip. Dolayısıyla bu durum Putin’e dünya siyasetine müdahale edebilme anlamında geniş imkânlar tanımaktadır.
Peki, Putin yeni Çarlığını nasıl inşa etti? Öncelikle 90’lı yıllar boyunca SSCB’den artan kalan zenginlikleri yağmalayan oligarkların ve onların finanse ettiği devlet adamları tarafından istikrarsızlığa itilen Rus devlet aygıtının aynı şekilde devam edemeyeceğini eski bir istihbaratçı olarak oldukça farkındaydı. Putin ilk iktidar döneminde Çeçen Savaşı kadar öncelik verdiği bir konu da oligarklarla mücadele oldu. Mihail Hodorkovskiy, Vladimir Gusinski, Platon Lebedev, Evgeniy Çiçvarkin ve Bilalov Kardeşler gibi zenginler hakkında tutuklama kararı çıkarılırken, birçoğu çareyi yurt dışına kaçmakta buldu. En büyük darbeyi yiyenlerden birisi Yeltsin yönetiminin en önemli destekçilerinden olan Boris Berezovski oldu. Berezovski 2003 yılında Londra’ya kaçmak zorunda kaldı. Daha sonra pek çok kez Putin’den Rusya’ya dönmek için af dileyip izin istediyse de 2013 yılında karanlık bir şekilde öldürüldü. Geçmişte Rusya’nın en büyük petrol şirketlerinden biri olan Yukos’un sahibi Hodorkovski de 2003 yılında tutuklanmış ve vergi kaçakçılığı nedeniyle şirketlerine el konulmuştu. O da hapiste geçirdiği yaklaşık 10 yılı ölüm korkusuyla tamamladı, sonrasında Rusya’dan ayrılmak zorunda kaldı. Putin’in oligarkları nasıl muma çevirdiğine dair ilginç bir örnek de 2009 yılında yaşandı. Küçük bir sanayi kenti olan Pikolova’da fabrikaların ardı ardına kapanması ve işçi maaşlarının ödenmemesi üzerine Putin tabiri caizse kente baskın düzenlemiş; iş adamlarına hazırladığı anlaşmayı zorla imzalatmış ve başta imzalamayan Rusya’nın en zengin iş adamlarından Oleg Deripaska’yı kameraların önünde fırçalayarak anlaşma metnini imzalatmıştı.
Tabi ki bu olgu, Putin’in oligarklara topyekûn bir savaş açtığı şeklinde yorumlanmamalı. Putin kendi düzenine sadık, sözden çıkmayacak oligarklara yatırımlarını Rusya içerisinde yapmaları, siyasete karışmamaları ve iktidarın çıkarlarını sarsmamaları şartıyla geniş bir hareket alanı tanıdı. Putin’in serveti ve yandaşlarına tanıdığı maddi ayrıcalıklar, yolsuzluklar Batı’nın da özel olarak ilgilendiği bir konu. ABD’de yolsuzlukları araştıran Hazine Bakanlığı Müsteşar Vekili Adan Szubin 2016’da BBC’de Putin’e dair elde ettikleri bilgileri şu şekilde açıklamıştı: “(Putin’in) Arkadaşlarını, yakın müttefiklerini zenginleştirdiğini, dostu olarak görmediklerini ise devlet kaynaklarını kullanarak ötekileştirdiğini gördük. Rusya’nın enerji varlıkları ya da devlet ihaleleri olsun, Putin bunları kendisine hizmet edeceğini düşündüğü kişilere yönlendirirken, diğerlerini dışarda tutuyor. Bana göre bu bir yolsuzluk tablosudur.”
Tarihler 7 Ekim 2006’yı gösterdiği sırada Rusya’da sadece Putin’in 54. doğum günü kutlanmıyordu. Birileri Putin’e doğum günü hediyesi olarak Rusya’nın önde gelen bağımsız gazetelerinden Novaya Gazeta’nın yazarı ve insan hakları savunucusu Anna Politkovskaya suikastini vereceklerdi. Rusya’da Putin’in iktidara yükselmesinin ardından Putinizm inşa edilirken bankacı, gazeteci, iş adamı ve siyasetçi pek çok muhalif faili meçhullerle susturuldu. Bunlar içerisinde en dikkat çeken suikastlerden biri Politkovskaya’ya yapılan oldu. 2006 yılına gelinirken kendisi için “Niçin hala hayattayım? Ciddi konuşmak gerekirse bunun bir mucize olduğunu düşünüyorum. Gerçekten bir mucize” diyordu. Gazetecilik yaşamının son on yılını büyük oranda Çeçenistan’da yürütülen savaşa, yapılan insan hakları ihlallerine ve özellikle Putin döneminde yürütülen kirli savaşa ayırmıştı. Bu sırada Çeçenistan’da bir Rus birliğinin yaptığı toplu tecavüz ve katliamları açığa çıkarmış, Beslan katliamı sırasında arabulucu olmak istemiş, fakat uçakta giderken içtiği çaydan şaibeli bir şekilde zehirlenmiş ve uzun bir süre komada kalmıştı. Yazdığı haberler nedeniyle Rus Gizli Servisi FSB tarafından kaçırılmış ve günlerce bir sığınakta işkence gördükten sonra basının çabalarıyla kurtarılmıştı. Öldürülmeden iki gün önce yapılan bir söyleşide “Kadirov’un doğum günü için şahsen tek bir hayalim var: Bir gün, yasal standartlara harfi harfine uygun bir mahkemede, işlediği tüm cürümlerin listesi çıkarılmış ve incelenmiş bir şekilde sanık sandalyesinde otururken hayal ediyorum onu” demişti. Yazı dizisinin bir önceki bölümünde Kadirov’un Putin iktidarının sadece Çeçenistan’da değil, Rusya’nın diğer bölgelerinde de pis işlerini yürüttüğünü belirtmiştik. Bu yüzden Politkovskaya’nın katilini de çok uzakta aramak gerekmiyor. Yine 1 Kasım 2006’da eski FSB ajanlarından Alexander Litvinenko Londra’da fenalaşmış ve sonrasında radyoaktif bir madde ile zehirlendiği anlaşılmıştı. Litvinenko’nun suçu ise 1998 yılında öldürülen işadamı Boris Berezovski ile ilgili sırları ifşa etmekti. Tarihler 27 Şubat 2015’i gösterdiğinde ise bu kez namlunun ucunda Boris Nemtsov vardı. Geçmişte enerji bakanlığı ve başbakan yardımcılığı da yapmış olan Parnas Partisi Eşbaşkanı Nemtsov, Moskova’da Kızıl Meydan yakınlarında uğradığı silahlı saldırıda katledildi. Rusya’da geniş bir kesim, suikastin Putin iktidarına muhalefet etmenin bedeli olabileceği konusunda hemfikir. Son olarak bu listeye geçtiğimiz Nisan ayında katledilen Novy Peterburg gazetesi yazarı Nikolay Andruşçenko’yu eklemek gerekiyor. Gazetenin genel yayın yönetmeni Denis Usov’a göre Andruşçenko’nun öldürülme nedeni FSB ile İçişleri Bakanlığı bürokratlarının karıştığı bir yolsuzluk dosyası. Usov ayrıca gazetelerinin her zaman için bir ayağının çukurda olduğunu ekliyor. Gazetenin yazarlarından Yuriy Şutov 2014 yılında cezaevinde yine şaibeli bir şekilde yaşamını yitirmişti. Toparlayacak olursak Putin’in iktidarı her türlü muhalif unsur üzerinde yükselen bir korku dağına dayanıyor. Rusya’da 1991-2015 yılları arasında 325 gazeteci öldürülürken bunların 205’inin Putin döneminde gerçekleşmiş olması tesadüf değil.
Peki, bütün bu kirli politikalara rağmen Putin iktidarı neden bu kadar geniş bir halk desteğine dayanarak varlığını sürdürüyor? Novoya Gazeta muhabiri Roman Şleynov Wall Street Journal ile yaptığı bir röportajda “Putin’in Kremlin’in kapısında çantalar dolusu paralar aldığını gösteren fotoğraflar da bassak, kimsenin umrunda olmaz.” derken haksız sayılmaz (Bizim ülkemizde bunun yaşanmışı var). Fakat her şey Putin’in istediği gibi gitmeyebilir. Bu yılın Nisan ayında birçok kentte on binlerce kişi, gelecek yıl başkanlığa adaylığını koymayı planlayan Alexei Navalny’nin çağrısıyla sokaklara çıkmış ve büyük bir polis şiddetine maruz kalmıştı.
Fakat Putin’i destekleyen Rus kamuoyunun dert ettiği konular arasında yolsuzluk, muhaliflere karşı uygulanan kirli yöntemler son sıralarda geliyor. Putin iktidara geldiği gün ortaya koyduğu en önemli iddia SSCB’nin çöküşünün ardından Batı’nın maskarası olmuş Rusya’yı kangrenleşmiş sorunlarından arındırarak yeniden süper güç konumuna yükseltmekti. On yıl boyunca Batı tarafından aşağılanan, sefalet ve yoksulluğun pençesine sürüklenen, SSCB’nin mirasını yağmalayan politikacıların bitmek tükenmek bilmeyen siyasi hırslarıyla boğuşan Rus halkı, Putin’i eski şaşaalı günlere gönderecek lider olarak görüyordu; daha doğrusu başından itibaren Putin Rus devlet aygıtı tarafından bu iş için en uygun lider olarak ön plana çıkarıldı. Putin iktidarı süresince Rusya, sadece Çeçenistan’da değil; Gürcistan, Suriye ve Ukrayna’da Batı bloğuyla bilek güreşine girmekten çekinmedi ve başarılı oldu. Kırım’ı yeniden Rusya’ya katmayı başardı ve özellikle eski SSCB coğrafyasında izlediği agresif dış politikayla tek kutuplu dünya düzeninin sona erdiğini ilan etmekten çekinmedi.
90’lı yılların Rusya’sı ile 2000’lerin Rusya’sı arasında muazzam bir fark olduğu ortada. Bütün bunlar Putin’i popüler kılıyor. Yeltsin ile Putin’in kişilikleri arasındaki fark da Rusya’nın durumunu özetliyor. Yeltsin, neredeyse basın önüne çıktığı her an bir falsoya imza atan, Batı’nın ayyaşı olarak bilinen bir karakterdi. SSCB sonrası geçiş döneminde muazzam zenginliği yağmalamak için pusuya yatan akbabaların aradığı karakterdi. Putin ise tam tersi. Tam da mujike uygun bir karakter: Üstsüz ata biniyor, dövüş sporlarıyla uğraşıyor, kaplan besliyor, dobra ve kaba konuşuyor… Bu tavırlardan da anlaşıldığı üzere profesyonel bir halkla ilişkiler ekibiyle çalıştığı kesin.
Dört yazı ile Rusya’nın 30 yıla yaklaşan hikâyesini anlatmaya çalıştık. Bu yazıya bakıldığında Putinizm’in aslında orijinal bir politik yönelim olmaktan öte içeride kendisinden başka hiçbir siyasal varlığın kafasını kaldırmasına izin vermeyen otoriterlik ve ülke ekonomisinin zengin ekonomik kaynakları sayesinde yükselen bir emperyalist yayılmacılığın bileşimi olduğu gözlemlenebilir. Putin Rusya tarihinde kendisine Deli Petrolardan, Stalinlerden kalan mirası bu anlamda başarıyla taşımaktadır. Fakat Stalin’in de Çarların da heykellerinin de su götürmez iktidarlarının da birer mezar kazıcısı vardı. Çarlığı Bolşevikler devirdi; fakat Stalin, Petro’nun mirasını devrimi ezerek yeniden canlandırdı. Bugünkü Rusya ile Stalin’in Rusya’sı zamane ayrılıklar dışında niteliksel olarak ancak renklerdeki ton farkında bahsedilebilir. Günümüzün çarlığı da elbet bir gün zamane Bolşeviklerini karşısında bulacaktır.