Che: Bir Efsanenin Kavgası – Demet Koca
Bugün Che’nin 53. ölüm yıldönümü ve genç kuşakların ilham kaynağı olan figürlerden biri olarak anılmayı hala hak etmektedir. Popüler kültür Che’yi bir tüketim nesnesi olarak düşüncelerinden ve mücadelesinden bağımsız bir ikona dönüştürürken; bizler için Che’yi devrimci mücadelesi ve düşüncesiyle hatırlamak önem arz etmektedir.
Che’nin Politikleşmesi
1928’de Arjantin’de doğan Che orta üst sınıf bir ailede dünyaya geldi. 1948-53 yılları arasında tıp eğitimi alan Che bu süre boyunca arkadaşı Alberto Granado ile Latin Amerika’da motorsiklet turuna çıkarlar. Bu gezi sırasında Latin Amerika yoksullarının hastalıkları ve sağlık ihtiyaçlarıyla ilgilenen Che yoksul halkın durumundan etkilenir. Bu gezilerin ve tıp eğitiminin sonucunda artık birşeyler yapmak gerektiğine karar verir.
Che’nin ilk adresi Guatemala olur. Guetemala’da seçimle iktidara gelen reformist lider Jacabo Arbenz Guzman’ın ABD destekli bir darbeyle devrilmesi Che için dönüm noktası olur. Darbeye karşı resmi komünist siyasetin hareketsiz kalmasıyla Che’nin mücade alanı da sınırlanmış olur. Devrik lider reformist Arbenz’in yabancı destekçilerin ülkeyi terk etmesi emriyle Guatemala macerası sona erer.
Guatemala deneyimi Che’nin siyasi yöneliminde belirleyici bir rol oynar. ABD emperyalizmine karşı düzen içi yollarla ayakta kalınamayacağını fark eden Che artık silahlı mücadeleyi yöntem edinecektir.
Fidel Castro ile Tanışma ve Harekete Katılma
Che yeni mücadele alanları arayışındayken bu sırada Kübalı Castro kardeşler bir gerilla mücadelesi örgütlemeye başlamışlardır. 1955’te Che önce Raul sonra Fidel Castro ile tanışır ve onlarla birlikte 26 Temmuz Hareketi’ni başlatırlar.
Fidel Castro gençliğinde Chibas önderliğinde ki Küba Halk Partisi (Ortodoks Parti) üyesidir.Bu parti ise serbest piyasa ve özel mülkiyete saygı çerçevesinde sol popülist-reformist bir partidir. Partinin çizgisi ulusalcı bir anti-emperyalist bir hatta sahiptir.
Bu kökenden gelen Castro, 26 Temmuz Hareketi’nde de benzeri bir siyasi çizgiyi yürütmeye devam edecektir. Bu hareketin hedefi Batista diktatörlüğünü devirmek ve ABD’ye karşı Küba’nın bağımsızlığını ve ulusal kalkınmacı bir programı savunmaktır. Ancak ne Castro ne hareketi anti-kapitalist değildir.
Bir Strateji Olarak Gerillacılık
Che’nin ABD emperyalizmi ve kıtanın geri kalmışlığı karşısında düzen içi yollarla ileri gidilemeyeceğini kavraması kuşkusuz devrimci bir kırılmadır. Ne var ki bu kırılmadan çıkan sonuç düzeni yıkmak için bir devrimci işçi sınıfı hareketi yaratmak olamamıştır. Che Latin Amerika da yükselen gerillacılığa sürüklenmiştir.
SSCB ve onun kontrolü altında ki uluslararası komünist hareketin çürümüşlüğü ve alternatifsizlik ortamı Che gibi düzenden kopan devrimci unsurların siyasi savrulmalarına zemin hazırlamaktaydı. Örneğin Küba halkı Batista diktası altında ezilirken Stalinist Küba Komünist Partisi Batista’nın kuyrukçuluğunu yapmaktaydı. Bu durumda özellikle devrimcileşen aydınların bu çürümüşlükten kaçmasında şaşılacak bir şey yoktu. Ne var ki Devrimci Marksist bir örgütlenmenin bulunmaması nedeniyle bu kaçış kolay kolay bir Bolşevik Parti modeline yönelemiyordu.
Gerillacılık Marksist bir yöntem değildi. Marksizmin radikallik anlayışı emekçi sınıfların kapitalist düzeni yıkacak düzeyde bir sınıf örgütlenmesi yaratmaktır. Oysa devrimci bir sınıf örgütlenmesi yaratmak sabır ve uzun uğraş ister. Oysa küçük burjuvazinin radikalizmi acelecidir ve kestirme yollar arayışındadır.Sonuçta işçi sınıfının yerine az sayıda gerilla ikame edilir.
Nitekim Küba’da da Castro 80 gerillayla yola çıkmış, Batista devrildiğinde en iddialı rakamlara göre 800 silahlı gerillaya ulaşabilmiştir. Yaygın efsane, gerilla grubunun Batista’yı devirdiği yönündedir. Oysa gerçekler başkadır. Batista devrildiğinde artık üzerine oturabileceği bir koltuk bulunmamaktaydı. ABD Batista’dan desteğini çekmişti ve rejimin tutunacağı hiç bir dalı kalmamıştı. Durumu fark eden Batista ülkeden kaçmış ve Havana’da koca bir iktidar boşluğu doğmuştur. Castrocu gerillaların avantajı iktidarı hedeflemeleri olmuştu ve iktidar boşluğu olan başkente gelerek devrimin sembolü olmayı başardılar.
Küba’da liberallerin dağınık durumu ve Stalinist Küba Komünist Partisi’nin ihanetçi (Batista kuyrukçusu) pozisyonu Batista’ya karşı süregiden halk hareketinin Castro tarafından kontrol edilebilmesine zemin yaratmıştır. Kitle hareketinin enerjisini tabandan yükseltecek siyasi alternatifin bulunmayışı gerillacılığın istisnai zaferini sağlamıştır.
Devrimden İktidara Che’nin Pozisyonu
Che, Castro’nun 26 Temmuz Hareketi’ne katıldıktan sonra Küba Devrimi’nin önde gelen figürlerinden birine dönüştü. Che’nin popülerliği daha devrimden önce başlamıştı aslında. Gerillalar arasında savaş yetenekleriyle de öne çıkan Che kısa süre içinde kritik görevleri üstlenmeye başlamıştı.
Castro ve Hareket iktidara gelince Che’nin de rolü giderek artmaya başladı. Hapishane komutanlığından Batistacı karşı-devrimcilerin yargılanması görevine, toprak reformu işlerinden Merkez Bankası başkanlığına oradan da Sanayi Bakanlığı’na giderek önemli görevler üstlenmeye başladı. Ve özellikle uluslararası platformlardaki ateşli konuşmaları, 68 kuşağına ilham kaynağı olabilecek bir sembol olarak ön plana çıkmasıyla birlikte devrimin uluslararası temsilcisine dönüşmüştür.
Ne var ki Che’nin iktidar yolculuğu çok da uzun sürmeyecektir. Che sürekli olarak halk kitleleriyle kaynaşmaya ve onların inisyatif almasını sağlamaya çalışarak, dahası kıtasal bir devrim olmadan Küba Devrimi’nin yalnızlaşacağını düşünürken; Castro yönetimi ise daha pragmatik bir yol seçerek Küba’daki rejimin ayakta kalabilmesi için SSCB’ye sırtını yasladı. Che’nin çizdiği yol Moskova’daki Stalinist bürokrasinin huzurunu kaçıracak cinstendi; çünkü kıtasal bir devrim demek SSCB ile ABD arasında kurulan iki kutuplu statükonun dağılması demekti.
Antiemperyalizm, SSCB’ye Karşı Tavır ve Enternasyonalizm
Che’yi devrimci mücadeleye iten sebeplerin başında anti-emperyalizm gelmekteydi. Özellikle ABD’nin Latin Amerika genelinde uyguladığı emperyalist politikalar kıta halklarının ayaklarına vurulmuş prangalar durumundaydı. Kıtada ki yoksulluğun emperyalizmden kurtulmadıkça sona eremeyeceğini fark eden Che anti-emperyalizmi mücadelenin başına yazmıştı.
Ancak mücadele içerisinde geliştikçe Che’nin anti-emperyalizminin anti-kapitalist içeriği daha da netleşecekti. Castro siyasi eğitimini sol reformist bir hareketten almışken Che baştan itibaren kısmen de olsa Marksizm formasyonuna sahipti. Küba‘daki iktidar Che’nin sosyalist hedeflerini iyice netleştirecekti. Yeni iktidarın yönetici katmanlarının SSCB esintili devlet kapitalizmi modeline karşı Che halkı özneleştiren ve toplumsal eşitliği hedefleyen bir hattın savunuculuğunu üstlenecekti.
Che’nin SSCB ile olan ilişkileri de karşısına çıkan her dönemeçte yeni sarsıntılarla karşılaşacaktır. Zira SSCB, Küba’yı şeker kamışı üreten ve bir uçak gemisi olarak hareket eden bir uydudan başka bir şey olarak görmeyecekti ve bu durum Che’yi fazlasıyla rahatsız edecekti. Buraya yaptığı gezilerle de tabloyu daha net görmeye başlayan Che,ilerleyen süreçlerde SSCB’de ki anti-demokratik ortama ve SSCB’nin kendi bloğundaki devletleri uydulaştırma politikasına karşı çıkacaktır. Nihayetinde SSCB’nin Latin Amerika ve Afrika ülkeleri üzerindeki hedeflerini emperyalist olarak niteleyecektir.
Che’nin Küba’da ki bürokratik aygıta ve SSCB’de ki çürümüş rejime yönelik bu yöndeki eleştirileri onun istenmeyen adam olması sonucunu doğuracaktır.
Che Stalinizm’in tek ülkede sosyalizm ve kapitalist dünya ile barış içerisinde bir arada yaşama iddialarının ne kadar gerçek dışı olduğunun farkına varacaktır. Nitekim Küba’da baş gösteren sıkıntılara çözüm yolları sınırlıdır. Ya ABD’ye teslim olunacaktır ya da SSCB’nin uydusu olunacaktır. Bunun dışında tek yol devrimi Latin Amerika kıtasına yaymaktan geçebilir. Bunun farkında olan Che tutkulu bir enternasyonalist olarak Küba’da ki bürokratik aygıttan ve onun önüne serdiği fırsatlardan uzaklaşıp devrimi (özellikle Latin Amerika da) yaymak için mücadeleye girişecektir.
Che’nin bu şekilde devrime adanmışlığı ölümünün ardından yarım asır geçmiş olmasına rağmen bugün hala devrimcileşen kuşaklara ilham olmasını sağlamaktadır.
Bolivya Ve Gerillacılğın Tıkanışı
Che’nin Kongo’daki arayışlarının sonrasında 1967 yılında yolu Bolivya’yla kesişir. Burada Küba’da deneyimlediği gerilla stratejisini tekrarlamak ister. Aslında artık gerillacılığın sınırlarını görmektedir ancak devrimci Marksist bir alternatifle yolları kesişememiştir. Che’nin Marksizm yolculuğu ideolojik bir çizgiyi takip etmekten çok pratikte karşısına çıkan dönemeçlerde aldığı tavırlarla derinleşmiştir. Yine de özellikle Stalinist çürümeye karşı ömrünün son dönemlerinde Ekim Devrimi’nin Lenin’le birlikte lideri ve Kızıl Ordunun efsanevi komutanı Troçki’nin eserlerine yöneldiği bilinmektedir.
Che’nin Bolivya mücadelesinin sonu trajik oldu. Che ve gerillalar ne Stalinist bürokrasiden ne de Küba’dan gerekli desteği bulamazlar. ABD ve CIA Bolivya ordusundan yarattıkları özel ekiple Che’nin peşine düşerler. Küba’da devrilmek üzere olan Batista diktasına karşı gerillaların halktan destek alması durumu Bolivya’da tekerrür etmez. Netice de izole olan gerilla mücadelesi tıkanır ve Che neredeyse dünyanın gözü önünde katledilir.
Che’nin Mirası
Dünyanın dört bir yanına adını duyurmuş,devrimci mücadeleye atılan her gencin büyük merakla okuduğu, dönüp baktığı devrimci hiç kuşku yok ki Che’dir.
Che, 68 gençlik hareketine büyük ilham kaynağı olmuş bir devrimcidir. Dünyanın neresinde olursa olsun eylemlerde Che’nin hem posterlerini hem de politik yansımasını görmek mümkün. 20. Yüzyılda Stalinizmin bütün çarpıtmalarına rağmen sosyalizm düşüncesi bugün hala insanlığın önündeki tek kurtuluş alternatifi olarak belirebiliyorsa bunda özel rolü olanlardan birisi de Che Guevara’dır.