Canlarımız Üstünden Yükselen Sermaye İmparatorluğu – Güneş Gümüş
Ülkeyi koca bir emekçi mezarlığına döndürdüler. Her gün en az bir işçinin ölüm haberini alıyoruz ama toplum neredeyse kanıksadı. İş kazası diye resmi kayıtlara bile geçmeyen moto kuryelerin yaptığı kazaların sayısı ise bilinmez durumda. Yetmezmiş gibi kar hırsıyla iş güvenliğini umursamayan patronların eliyle büyük felaketlere; çok sayıda işçinin katledilmesine tanıklık ediyoruz. Düşünün Marmara gibi küçücük bir denizde denizciler 6 saat kurtarılmayı bekleyerek ölüyor. Erzincan İlyiç’te daha önce siyanür sızıntısından ceza almış bir madende siyanür dağı kayarak 9 işçiye ölüm getiriyor. Bu nasıl bir çürümüşlük dedikten sonra hep daha fazlası geliyor! AKP rejiminin ve onun dağıttığı rantlarla yükselen yandaş sermayenin ülkedeki çürümenin başlıca aktörlerinden olduğu şüphesiz. Ama mesele iktidarla sınırlı değil. Marks’ın 150 yıldan fazla bir zaman önce Kapital’in birinci cildinde sermayenin kan ve gözyaşları akıtarak dünyaya geldiğini anlatıyordu. Bugün de yoluna aynı şekilde devam ediyor. Özellikle de kapitalizmin daha kuralsız işlediği, sermayenin toplumsal rıza kazanma kapasitesinin zayıf olduğu için baskının ön planda olduğu geç kapitalistleşmiş ülkelerde! Hele de neoliberalizm koşullarında!
Türkiye’de 1980’li yıllardan itibaren hayatlarımızın içine eden neoliberalizm, emekçilerin yoksulluğu, canının hiçe sayılması ve toplumsal çürüme üstünden yükselen bugünkü sermaye rejiminin mimarı. Dünya yeni bir ekonomik düzen alırken Türkiye sermayesinin de buna uyarlanması için sosyalist solun ve işçi hareketinin belinin bükülmesi gerekiyordu. Neoliberalizm, 1960’lı ve 1970li yıllarda sosyalist solun ve işçi hareketinin muazzam güçlü olduğu bir devrin 12 Eylül darbesiyle kapanmasının avantajıyla piyasanın sermaye lehine yeniden düzenlenmesinin adı oldu. Bir yandan ülkede kamunun sermaye birikimi özelleştirme adı altında özel sektöre transfer edilirken diğer yandan da uluslararası piyasalara yönelik ihracat odaklı bir ekonomi modeline geçiş yaşanıyordu. AKP dönemi Özal ile başlayan neoliberalizmin zirve noktası oldu. Özelleştirmeler sonrası aslen kamuda örgütlü olan sendikaların zayıfladığı, işçi hareketinin ivmesinin aşağı doğru olduğu bir dönemde iktidar olan AKP, bu avantajla, emek düşmanlığını sermaye için tam gaz uyguladı. Düşünün ülkede 2024’te toplu sözleşme kapsamına giren işçi sayısı tüm işçilerin yüzde 9’uyla sınırlı.
Yıl | Toplam İşçi Sayısı | Fiili Sendikalaşma Oranı (Toplu Sözleşme Kapsamındakiler) |
1988 | 5.918.000 | % 26,9 |
1995 | 7.089.000 | % 17,7 |
2002 | 8.890.000 | % 11,6 |
2009 | 10.703.000 | % 7,2 |
Emeğin haklarının yıkıma uğratılmasıması, küresel işbölümünde Türkiye’nin üstlendiği pozisyonun doğrudan bir gereği oldu. Avrupa’nın hemen kenarında, ihracat için pazar sıkıntısı çekmeyen Türkiye; emek yoğun üretim üzerinden dünya piyasalarına açılacaktı. 1980’lerden bu yana geçen 40 yılda bu rol nitelikte ölçüde değişmiş değil. Ülkenin en büyük 500 şirketini belirleyen İstanbul Sanayi Odası’nın raporuna göre bu şirketlerin %65’i düşük ve orta teknlojili üretim yaparken Yüksek teknoloji kullanımı gerektiren üretim yapan şirketlerin payı %6 ile sınırlıdır. Sermaye yoğunluğu ve emek verimliliği düşük üretimle uluslararası rekabette ayakta kalmanın yolu emeği ve doğayı en vahşice sömürmekten geçer. Türkiye’de de olan budur. Uzun saatler çalışıp enflasyonun da yardımıyla düşük ücretlere mahkum edilen milyonlarca işçinin sırtına basarak sermaye yükselmektedir. Bu koşullarda 65 yaş emekli olmak için erken görülür; zaten alınan maaşla çalışmadan yaşamak da mümkün değildir. İşçinin hayatını koruyan iş güvenliği önlemleri gereksiz masraf ve vakit kaybına dönüşünce de iş cinayetlerinin ardı arkası kesilmez. Bu ortamda doğanın payına da talan edilmek düşer; Kazdağları, Erzincan İlyiç, ülke çapına yayılan HES’ler, otel açmak için yakılan ormanlar… Liste uzar gider. Sermaye ise bu dönemin baştacıdır. İş cinayetlerine imza atsa da, vergi ödemese de, türlü yolsuzluğa-kara para işlerine girse de ekonomik büyüme odakli bir düzende sermaye hep el üstünde tutulacaktır.
Bu düzen emekçiyi köle yapma düzenidir ve gücünü işçilerin örgütsüz olmasından; mücadele etmemesinden almaktadır. En ufak bir kitlesel kıpırdanma bile diğer işçilere ilham olabileceği tehdit gibi görülüp önü alınmaya çalışılır. Bakın Metal Direnişine, bakın 2022 başındaki işçi eylemlerine ya da yakın zamanda hayat pahalılığı karşısında eriyen ücretler için yükselen işçi eylemlerine. Sermayenin korkusu yersiz değil. Bize düşen bu korkuyu gerçek kılmak; toplumu dönüştürebilecek asıl gücün, emekçilerin örgütlenmesini sağlamaktır.