Bolsonaro’dan Erdoğan’a Sağ Kimlikçilik – V. U. Arslan

Bolsonaro’dan Erdoğan’a Sağ Kimlikçilik – V. U. Arslan

Brezilya’da geçen hafta tamamlanan seçim süreci, Türkiye’deki seçim sürecine ayna tuttuğu için de özel bir ilgiyi hak ediyordu. Diğer taraftan buradan yürüteceğimiz tartışmanın çerçevesi, seçim düzlemini aşıyor. Bu konu, “Sol”un içeriği nasıl doldurulmalı ve aşırı sağın yükselişine karşı ne yapılmalı sorularıyla doğrudan bağlantılı.

Bolsonaro bu yıl başındaki anketlerde 15 puan kadar gerideydi. Lula için kolay bir zafer, Bolsonaro’nun aşağılayıcı yenilgisi ve Bolsonarizmo’nun da sonu beklenmekteydi. Brezilya’da ekonomik durum pek iyi değildi; işsizlik yüksek, büyüme düşüktü. Enflasyon Türkiye gibi rekorlar kırmıyordu ama %8-10 civarında yoksullaştırıcı bir seviyedeydi. Üstelik pandeminin dinci inkarı ve sürecin berbat yönetilmesi yüzünden 700 bin Brezilyalı hayatını kaybetmişti. Peki nasıl oldu da Bolsonaro Lula ile arasındaki farkı %1.5 gibi kıl payı bir farka kadar indirdi?

Brezilyalı Marksistlerin aktarımları cevabın netleşmesini beraberinde getiriyor: Seçim kampanyası kültürel alana sıkıştı ve Bolsonaro “sağ kimlikçi” politikaları tepe tepe kullandı. Dini değerler, ailenin kutsallığı, LBGTİ karşıtlığı, ahlak, kürtaj, suç, silahlanma hakkı, sokakların güvenliği, Brezilya bayrağı vb. konular seçim kampanyalarının baş gündem maddeleri oldu. Bu kültürel kutuplaştırıcı ve karşı tarafı şeytanlaştıran söylemler Brezilya’daki muhafazakar “sağ” duyuyu harekete geçirdi ve Bolsonaro Lula’ya adım adım yaklaştı.

Lula ise sağcı düzen politikacılarını etrafına topladı, serbest piyasayı kutsadı, ılımlı bir görüntü çizmek adına emek hareketinden uzak durdu, dindar bir profil çizmek için elinden geleni yaptı… Hamlesi ve cazibesi olmayan bu çapsız politikanın sonucu olarak Bolsonaro tartışmaları istediği alana, yani kültürel kamplaşma tartışmalarına çekti ve yükselişini başlattı.

Biz bu yükselişi Trump’tan da hatırlıyoruz. Onca fiyaskoya rağmen Trump da beklentilerin üzerine çıkarak başkanlık yarışını başbaşaya getirmişti. Temalar tanıdık: Göçmen karşıtlığı, Müslüman cihatçılığına karşı Hıristiyan kimliği, aile, suçla mücadele, kürtaj karşıtlığı, LGBTİ karşıtlığı, Amerikan vatanseverliği, “Wall Street elitlerinin horladığı” geleneksel Amerikan değerleri… Bu demagogların kendilerini düzene muhalifmiş gibi göstermeleri özellikle dikkat çekici.

Orban ve Modi gibi başka örnekler de benzer bir tablo çizecektir. Bunlardan yola çıkarak Erdoğan’ın önümüzdeki süreçte tırmandıracağı politikaları tahmin etmek güç değil. Açık ki “sağ kimlikçilik” yoğun biçimde işlenecek. Erdoğan geçen haftaki Diyarbakır gezisinde Demirtaş ve Mithat Sancar’ı kastederek halka nasıl sesleniyordu? “Bunlar Kürt değil!” Yani ilki Zaza, ikincisi Arap demeye getiriyordu. Buna geçmişte Kılıçdaroğlu’nun Alevi olması üzerine söylenenleri ekleyin. Buna LGBTİ+’yi, aileyi, türbanı, dini, bekayı, bayrağı, terörü vs. ekleyin.

Türkiye’de ekonomik kriz bahsi geçen ülkelere göre çok daha derinden yaşandığı için ve düzene muhalifmiş gibi yapamayacağı için Erdoğan’ın işi belki daha zor. Ama eğer burjuva muhalefet bloğu önümüzdeki aylarda gündemi domine edemezse Erdoğan sağ kimlikçi politikalarla yükselişe geçebilir. Son birkaç ayda bu durumu zaten yaşadık.

Adını Koymak Gerekir: Sağ Kimlikçilik

Dünya çapında otoriter ve aşırı sağ partilerin izlediği politikalar, “sağ popülizm” ya da “yeni faşizm” gibi kavramlarla çokça değerlendirildi. Bu tartışmalarda sürecin içeriğini tarif eden bir başka kavramı daha öne çıkarmamız gerekiyor: Sağ Kimlikçilik. Zira bu sağcı/aşırı sağcı politikacılar ve hareketler bir takım kimliklere ve kültürel aidiyetlere dayanıyor ve karşı kimlik ve kültürlerle mücadele vurgusu üzerinden yükseliyor. Denebilir ki sağ ve aşırı sağ zaten bu politikaları hep kullanmıştır. Doğru, ve ezilen kimliklerin karşı çıkışlarından yükselen sol kimlikçilik bir anlamda bu politikalara/pratiklere bir tepkidir. Çıkışı böyle ama günümüzde sol kimlikçilik, solu belirlediği ve ana akım siyasete etki ettiği ölçüde ölçüde sağ kimlikçiliğin beslendiği elverişli şartları oluşturmaktadır. Bu yüzden de sağ ve sol kimlikçiliğin yarattığı bir döngüden bahsedebiliriz. Örneklerden de görüldüğü üzere bu döngüden karlı çıkan son kertede aşırı sağ oluyor. Bunun farkında olan aşırı sağcı demagoglar da sağ kimlikçiliği temel stratejileri yapıyorlar.

Aşırı sağın yükseliş koşulları esasında ekonomik kriz tarafından yaratılır. Yoksullaşan orta ve alt sınıfların düzene karşı tepkisi gelişir. Eğer sol doğru politikalarla bu tepkiyi kendi arkasına alamazsa kendisini düzen karşıtı gösteren aşırı sağ partiler bunu fırsata çevirecektir. Düzen karşıtı tepkileri emekçi radikalizmi ile cezbetmek mümkündür ama emek siyasetini kimlik politikaları lehine terk etmiş bir solun kentler ve kırlardaki yoksullara seslenmesi mümkün olmaz. Yoksullaşan küçük burjuvazi, işçiler ve işsizler aşırı sağın söylemlerine kulak kabartacaklardır. İşimizi elimizden alan göçmenler, can güvenliğimizi tehdit eden Siyahlar, çocuklarımızı tehdit eden LGBTİ+’lar, toplumsal değerlerimizi yok eden tuzukuru marjinaller, ülkemizi bölmek isteyen Kürtler vb.

Mesele solun sınıf perspektifini terk etmesi ve dolayısıyla emekçileri kazanma şansının azalmasıyla kalmaz. Kimlikçilik, doğası gereği ötekileştiricidir. Sol kimlikçilik de esasında ayrılıklar üzerine kuruludur. Kadın-erkek, siyah-beyaz, göçmen-yerli, homoseksüel-heteroseksüel, Kürt-Türk, Alevi-Sünni vb. çelişkiler, uzlaşmaz çelişkiler olarak resmedilir. Çünkü ezen kimliktekiler, diğer kimliklerin ezilmesi üzerinden imtiyaz ve çıkara sahiptir. Bu durumda erkek, hetero, beyaz gibi ezen kimliktekileri dönüştürmek ve sisteme karşı ortak bir mücadele vermek söz konusu bile olamaz, çünkü ezen gruplar avantajlarını kaybetmek istemezler. Bir anlamda insan insanın kurdu olmuştur, herkes karşısındakinin gözünü oymaya hazırdır. İnsana ve topluma karşı dönüşüm inancının kaybolduğu bu ortam, aslında karamsarlığın, çaresizliğin ve kuşkuların hüküm sürdüğü distopik bir ortamdır. Her şeyin kökten yıkıldığı ve yenisinin inşa edildiği, bu arada ezilen kimliklerin eşitlik ve özgürlük mücadelesinin yürütüldüğü kapsayıcı bir devrim hareketi yerine mücadele, karşı kimliğe ve sisteme kendi varlığını kabullendirme çabalarına indirgenmiştir.

Sol politikalar kimlik çatışmaları üzerine kurulduğunda kültürel kutuplaşmanın getirdiği diyalektik zıtlık ilişkisi gereği “öteki” kimlikler sağa doğru itilecektir. Örneğin ABD’de yoksul beyazların Trump’a meyletmelerinde olduğu gibi. Nihayetinde sağ kimlikçilik daha büyük bir toplumsal gruba seslenebildiği için sandıklarda da büyük avantaj elde eder.

İmtiyazlar yaklaşımı üzerinden şekillenen sol kimlikçilik, ezilen alt kimliklerin çeşitli dalları üzerinden de durmadan iç gerilimler üretir. Bu çıkmazı aşmak adına kesişimsellik teorisi üretilse de bunun hayatta bir karşılığı bulunmaz. Farklı ezilen kimlikleri birleşmeye yöneltecek maddi çıkar birliği yoktur. Tersine çoğu durumda bir ülkedeki baskın kimlik çatışması diğer kimlik ayrılıklarını etkisiz hale getirir. Örneğin Türkiye’de Türk-Kürt etnik gerilimi yükseldiğinde Türk ve Kürt kadınlarını erkeklere karşı kızkardeşlik ideolojisinde bir araya getirmenin koşulları ortadan kalkar. Mesela türban taktığı için geçmişte (ya da halen) ayrımcılığa maruz kaldığını düşünen bir kadına Alevi başka bir kadın, “asıl mağdur olanın Aleviler, mağdur edenin de muhafazakarlar” olduğunu söyleyecektir. Örnekler çoğaltılabilir.

Sınıf mücadelesinin dinamikleri ise çok daha farklı işler. Kriz koşullarında yoksullaşan emekçiler bir iş yerinden tutun da tüm ülke çapında birleşmezlerse haklarını alamazlar. Yani farklı kimliklerden gelen emekçileri birleşmeye zorlayan objektif maddi koşullar vardır. Ve hakları için mücadeleye girişen emekçiler, süreç içerisinde sınıf bilinci geliştirirler ve egemen fikirlerden kopmaya başlarlar. Irkçılık, cinsiyetçilik, homofobi ancak bu şekilde emekçi saflarında yenilgiye uğratılır. Marksist devrim fikri insanları ve toplumu değiştirebileceğimize dair bir iyimserlikte hareket eder ve bu iyimserliğin sınıf mücadelesinde maddi temelleri bulunur. Kapitalist toplumdaki hastalıklı ayrımcı fikirlerin ortadan kalkması için ise devrim gereklidir.

Söylemeye gerek dahi yok ki Marksistler ezilenlerin mücadelesinin bir parçasıdır, tabi ki kendi antikapitalist sınıf perspektifleriyle. Diğer taraftan Marksistler bilhassa öğrenci gençlik hareketinde kimlik-kültür solculuğuyla ideolojik bir rekabet içerisindedir. Üniversiteler mevcut sistemde sınıf atlamanın, kariyer yapmanın, iyi yaşamanın, yurtdışına kapağı atmanın mekanizması olduğu için sınıf mücadelesine yabancı küçük burjuva eğilimleri bağrında fazlasıyla taşır. Buna rağmen sorunların kaynağında kapitalist sistemin olduğunu hisseden ama bu sistemi yıkmanın nasıl mümkün olduğu konusunda bir fikri olmayan geniş bir öğrenci kitlesi daha var. İşte bu kesimleri Marksizme kazanmak ve sınıf mücadelesinin neferleri haline getirmek büyük önem taşıyor. Sadece sınıf mücadelesine kan katmak için değil, sol içerisinde Marksist hegemonyanın kazanılması için de bu kesimin sınıfçı enternasyonalizme kazanılması şart.

KATEGORİLER