Kadın Kurtuluş Hareketinden Bir Kesit
Kadın hakları için yürüttüğü mücadelenin başlangıcı, Fransız Devrimi’yle yükselen eşitlik ve özgürlük dalgasına kadar götürülebilir. Fransız Devrimi sırasında da kadınlar kitlesel olarak yapılan gösterilere katıldılar. Fakat devrimin önderleri, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmasından yana değillerdi. Bu nedenle kadınlar için bu özgürlük dönemi uzun sürmedi, 1793’te kadınların örgütlenme haklarına son verildi, kulüp faaliyetleri yasaklandı ve kadınlar genel oy hakkının dışında bırakıldılar.
Komünistler 1848’e kadar genel olarak kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesiyle dayanışma içindeydiler. Fakat onlar da kadın konusunda kendi içlerinde çatışma yaşıyorlardı. Prodhon kadın kurtuluş mücadelesine şiddetle karşı çıkan ilk sosyalist oldu. Ona göre kadınlar evlerinde oturmalı, kocaları ve çocukların için mutlu bir hayat sağlamak için uğraşmalıydılar. Bu uğraş zaten toplumsal hayat ve üretime katılmalarına zaman bırakmazdı. Almanya’daki işçi hareketi, kadınların üretimde yer almasını dahi reddediyor. Onlara göre kadınların üretimde yer almasıyla işçilerin maddi durumu daha kötüye gitmektedir ve işçiler ailenin de yıkılmasıyla manevi bir değeri de kaybedeceklerdir.
Fakat Alman sosyalistler arasında Marksist kanadın temsilcilerinden Wilhelm Liebnecht ve August Bebel ise kadın konusunda farklı bir bakış açısına sahiptiler. Alman Marksistleri arasında kadın sorununa en büyük önemi veren Bebel, Kadın ve Sosyalizm adlı kitabında ‘‘Kadınlarla erkekler arasında kadınların aleyhine var olan elle tutulabilir hukuki eşitsizlik, ileri kadınlar arasında, kanunları değiştirmek yoluyla eşitlik sağlamak için siyasal haklar talebini ortaya çıkardı. Bu işçi sınıfını siyasal iktidarı ele geçirmek üzere ajitasyona yönelten düşüncenin aynısıdır. İşçi sınıfı için doğru ve haklı olan kadınlar için yanlış ve haksız olamaz.’’ demiştir.
Kadınlarla erkeklerin eşitliğini, sınıf mücadelesine katılmalarının gerekliliğini savunan sosyalist kanadın 1.Enternasyonal içinde başaramadığı ancak 2.Enternasyonal içinde gerçekleşti. 2.Enternasyonal’in 1891’deki kongresinde tek tek ülkelerdeki sosyalist partilere kadınlara sivil hukuk ve siyaset alanında erkeklerle eşit haklar sağlanmasını talep etme kararı alındı. Bu kararla birlikte Marksizm’le kadın hareketi arasındaki ilişki açısından bir dönüm noktası oldu ve işçi hareketi içinde Marksist bir kadın hareketi gelişmeye başladı. 2. Enternasyonal Clara Zetkin’in savunduğu, kadınların üretime katılmalarının sosyalist hareketin gelişimi açısından da önemli olduğu görüşü kabul edildi. Diğer yandan sosyalist kadın hareketi kendini burjuva kadın hareketinden ayrıştırmak için çaba gösterdi. 2. Enternasyonal’in 1907 Stuttgart Kongresi’nde ilkesel düzeyde kadınlara oy hakkının tanınması gerçekleşti. Aynı yıl 1.Enternasyonal Sosyalist Kadınlar Kongresi toplandı. Bir kadın enternasyonali kurulması ve örgütün başkanlığına Clara Zetkin’in getirilmesi kabul edildi. 1910’da toplanan 2.Kadın Enternasyonali 1857’de New York’lu kadın işçilerin kitlesel biçimde eyleme gittikleri gün olan 8 Mart tarihinin uluslararası emekçi kadınlar günü olarak kabul edilmesine karar verdi. 1857’de New York’ta 40 bin dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle tekstil fabrikasında greve başlamış, ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, sonrasında da çıkan yangında işçilerin fabrika önüne kurulan barikattan kaçamaması sonucu çoğu kadın 129 işçi can vermişti.
19. yüzyıl sonlarından itibaren işçi hareketi içinde kadınlara, özellikle de kadın işçilere verilen önem arttı. Sosyalistler, kadınların kurtuluşunun ancak proletaryanın önderliğinde gerçekleşecek bir devrimin ardından mümkün olabileceğini savunuyorlardı. Kadınlar, işçi sınıfı partilerinin içinde örgütlenmeliydiler. Bağımsız kadın örgütleri kurmaları ve bu örgütlerle proletaryanın mücadelesinden ayrı bir kadın mücadelesi sürdürmeleri genel olarak kabul edilen bir görüş değildir.
Yeni Kadın Hareketleri
Yeni kadın hareketleri 1960’ların ortalarından itibaren daha çok sanayileşmiş ülkelerde ve bu ülkelerin kentsel bölgelerinde başladı. Hareketin içindeki kadınlar genellikle ortalamaya oranla iyi eğitim görmüş, orta sınıftan gelen kadınlardır. Bu kadın hareketinin geliştiği ülkelerde çalışan kadın nüfusu, nüfusun üçte birini oluşturuyordu. Kadınların aldıkları ücret erkeklerin ücretlerinin yarısıyla üçte biri arasında değişiyordu ve kadınların çoğu vasıfsız işlerde çalışıyordu. Üniversitelerin yüzde yirmi beşinden azını kadın öğrenciler oluşturuyordu. Erkekler, çocukların velisi sayılıyordu. Kadınların kürtaj hakkı tanınmıyordu ve kadınlar kürtaj olabilmek için kendilerini alçaltıcı açıklamalar yapmak zorunda kalıyorlardı. Sonuç olarak her alanla açık bir eşitsizlik söz konusuydu. 2. Dünya Savaşı sonrası refah ve tüketim toplumları, kadını ‘gerçek tüketici’ olarak keşfetmişler ve reklamcılığın her alanında ‘güzel ve bakımlı kadınlar’ yeni tüketici modeli olarak sunulmaya başlamıştı. Kadının, ailenin bakımı ve günlük ihtiyaçların karşılanması için çabalamak zorunda olduğu vurgulanıyordu. Tüm bu koşullar kadınların örgütlenmesinin ve mücadelesinin temelini oluşturuyordu. Fakat kadınların harekete geçmesinin asıl dinamiği 68 gençlik ve öğrenci hareketi oldu. Kadın hareketi, bu hareket içinde de ikincil durumda kaldı. Eylem ve kampanyalarla kadınların maruz bırakıldığı ekonomik, hukuki ve cinsel baskıya yöneldiler. Taleplerinin önemli kısmı eşitlikçiydi; eşit iş, ücret ve meslek hayatında eşit şans gibi. Bir kısım kadına cinsel obje olarak bakılmasını protesto ediyordu ve ‘‘Vücudum bana aittir.’’ sloganı üretildi.
Kadın Sorununda Devrimci Tavır
Marksistler ise kadının ezilmişliğinin kaynağının erkekler olmadığını, bu ezilmişliğin bir sömürü sistemlerinin sorunu olduğunu savunurlar. Kadın üretim sürecinden koparılıp eve hapsedilerek ev işlerinin üzerine yıkılmasıyla ezilmeyi gerçek anlamda tatmaya başlamıştır. Kadının kurtuluşu da (hem fiziksel hem de cinsiyetçi fikirlerin etkisinden) ev içi harcanan emeğin toplumun ortak işi haline gelmesiyle olacaktır.
Marx, Engels, Bebel gibi sosyalistler kadınların ezilişinin ortaya çıkışı ve sürüp gitmesini özel mülkiyetin (ve tabii ki buna bağlı olarak sömürüye dayalı sistemlerin) ortaya çıkmasına bağlamışlardır. Engels kadının ezilmesinin başlangıcını ortak mülkiyetten özel mülkiyete geçiş evresine yerleştirir: ‘‘Kadınlar toplumsal olarak üretken çalışmanın dışında bırakıldıkları ve ev işine hapsedildikleri sürece kadınların kurtuluşu ve erkeklerle eşitliği imkansızdır. Kadınların kurtuluşu ancak kendilerinin üretimde geniş ölçüde ve toplumsal boyutlarda yer alabilmeleri sağlandığı ve ev işi onları çok az uğraştırmaya başladığında mümkün olur.’’ Engels’in kadının kurtuluşu için çizdiği rota ancak sömürüye son verilen, ev işlerinin toplumsallaştığı ve kadınların tamamen çalışma yaşamının ayrılmaz bir parçası olacağı sosyalizmle gerçek anlamda münkündür.