Boğaziçi Eylemlerine Dair Eleştirel Bir Bilanço – V. U. Arslan
Metropol merkezleri, üniversiteler, eğitimli orta sınıflar, gençler, Kürtler… Laikliği ve demokratik hakları önemseyen bu toplumsal grupların AKP’ye olan öfkesinde bir azalma yok, tersine bu gruplar içerisinde AKP karşıtlığı oransal olarak artmaya devam ediyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde Melih Bulu’nun kayyum rektör olarak atanması sonrasında patlayan protesto dalgası bu karşıtlığın taşıdığı enerjiyi gösterdi.
İlham veren çok güzel örneklere tanıklık ettik. Düşünün sabaha karşı evler uzun namlulu silahlar kuşanmış polislerce basıldığı halde; terörist vb suçlamalara, tutuklanma riskine ve yaygın polis şiddetine rağmen öğrenciler geri çekilmedi. Çok büyük çoğunluğu daha önce böyle bir deneyim yaşamamış, örgütsüz öğrencilerden bahsediyoruz. Baskılar, çıtayı yükseltiyor, cesareti ve direngenliği beraberinde getiriyor. Daha önceleri “concon” imajıyla bilinen Boğaziçi kendi mücadele geleneğini yaratıyor.
Boğaziçi’ni takip eden diğer üniversitelerde de eylemler yapıldı. Bu anlamıyla yaşananların bir öğrenci hareketinin Türkiye’de nasıl gelişeceğine dair bir tür prova olduğunu söyleyebiliriz. Ama tabandan gelen tazyik o kadar güçlü değildi, eylemler sınırlı kaldı. Sonraları daha çok sol bileşenlerin inisiyatifiyle yapılan küçük eylemler ise polis şiddetiyle bastırıldı. Bu arada daha önceleri solcuların elinde olan okulların düşmesinin acı sonuçlarını da görmüş olduk. Mesela Ankara ve Hacettepe Üniversiteleri’ndeki eylemler ODTÜ’dekilere nazaran çok sınırlıydı. Anti-faşist mücadeleyi kaybetmenin doğal sonucu gelenekteki gerilemeler oluyor.
Neler Eksikti?
Boğaziçi eylemleri prototip olarak Gezi’nin handikaplarını taşıyor. Kadıköy tamam, Boğaziçi tamam ama ya İstanbul’un yoksul varoşları? Onlar olmadan olmaz. O yüzden yeni bir Gezi başlıyor diye heyecanlanmak pek de anlamlı değildi.
Boğaziçi protestolarında ekonomik krizin vurduğu yoksul kesimlere hitap edilebilirdi. Melih Bulu İstifa talebinin yanısıra sınıfsal taleplerle birleştirilen bir takım öz öğrenci talepleri ile mücadele olgunlaştırılabilirdi. Marksist Fikir Toplulukları’nın bu konuda girişimleri olmuştu. Eğitimdeki fırsat eşitsizlikleri, eğitimin niteliksizleşmesi, özel okullara ayrılan kaynaklar, öğrencilerin parasızlık yüzünden çalışmak zorunda kalması, mezuniyetten sonra öğrencileri bekleyen diplomalı işsizlik ve büyük kredi borçları, atanayaman öğretmenler, ihraç edilen akademisyenler, rektör seçimlerinin geri getirilmesi, yurt eksikliği ve barınma sorunları, yetkili öğrenci sendikaları gibi can alıcı meselelerin öne çıkarılması gerekirdi. Bu sayede eylemlerin tüm öğrenciler, veliler ve emekçileri etkileme kapasitesinde sıçramalar gerçekleşecekti. Bu şekilde mücadele çok daha güçlü olurdu ve AKP çok daha fazla sıkışırdı.
Sorun İdeolojik
Yoksul emekçilerin sokağa inmesi AKP’nin sonu olacaktır. Burası çok net. Ama bunun için öncelikle emekçi halkı kazanmayı dert edinmek gerekir. Bu konuda 1968 öğrenci hareketinin Türkiye’de çok büyük başarıları olmasına rağmen geçmişle bugün arasında bağlantı maalesef kopmuş durumda. “Biz bu halkı kazanacağız, örgütleyeceğiz ve yeni bir ülke kuracağız” perspektifi yerine “biz bu toplumun marjinalleriyiz ve bu toplum öyle veya böyle bizi kabullenecek” anlayışı hakim olduğu için eylemler baştan kendi kendini sınırlamış oluyor. Bu postmodern hegemonya tabandaki bağımsız öğrencilerden daha çok örgütlü sol içerisinden geliyor.
Neticede sınıf mücadelesi alanı yerine “kültürel çalışmalar” alanında top koşturuluyor. Liberal kimlik solculuğu AKP’ye karşı mücadeleyi domine ettiği ölçüde ülkedeki mevcut kültürel kutuplaşmaları yeniden üretme hatasına düşülüyor. İşte Boğaziçi’nde yaşanan kritik bir hata AKP cephesine meseleyi istediği yere çekmek konusunda büyük bir fırsat verdi. “LGBTİ’ler Boğaziçi’nde Kabe’yi ayaklar altına alıyor” söylemi, AKP’nin gollük pası değerlendirmesi anlamına geldi.
Kendiliğinden eyleme geçen kitleler politik önsezileriyle daha doğru sonuçlara ulaşsalar da postmodern kimlik perspektifini her şeyin önüne koyan “örgütler” hata yapmakta ısrarcı. Politika üretemeyen ama polis şiddetini teşhir etmeye yönelik artçı eylemlerle motive olan bir diğer anlayış da kitlelerden bir o kadar kopuk.
Örgütlü olmak ve sınıfsal perspektifle mücadeleyi örmek, ileriye açılan tek perspektiftir. Türkiye’deki mevcut rezil düzenden ancak yeni bir ülke kurma mücadelesiyle kurtulabiliriz. Bunun için de emekçi halkı kazanmak, onları mücadelenin içerisine çekmek ve örgütlemek zorundayız. Türkiye’de 1968 ve önderlerini göklere çıkaran çok sayıda grup var ama gerçekte temel perspektif çoktan kaymış durumda. Bu yüzden öğrenci gençliğin 1968 ruhunu Marksizmle donanarak yaşatması mücadelesi çok önemli. Bu mücadeleyi veren MFT’li yoldaşların yolu açık olsun.