Bir “Yeni Türkiye” Fantezisinin Çöküşü
Türkiye’de inşaat sektöründe ihtiyaçlar ve gelecek gözetilmeden yapılan yatırımlar sektörün bugün derin bir krizin içerisine yuvarlanmasının zeminini hazırladı. 2008 krizinin ardından yaşanan parasal genişlemenin yarattığı rüzgarla şişen sektör bugün geniş çaplı bir batışın eşiğinde. Yarım kalan projeler, satılamayan devasa bir konut stoku ve birbiri ardına iflas eden inşaat şirketleri… İçinde bulunduğumuz durumun kısa özeti böyle.
Geçtiğimiz günlerde Guardian, CNN başta olmak üzere birçok uluslararası medya kuruluşunda Türkiye’deki inşaat sektörünün çöküşü üzerine sembolik öneme sahip bir haber yer aldı. Haberin konusu Bursa’nın Mudurnu ilçesinde yapımı süren Burj Al Abbas konutları. 732 tane fiyatları 370 bin ile 530 bin dolar arasında değişen Disneyland temalı villa, AVM, otel ve iki kongre merkezinden oluşan 200 milyon dolarlık proje… 732 tane villanın 587 tanesi tamamlanmış halde. Proje adından da anlaşılacağı üzere zengin Arap müşterileri hedeflerken, bugün gelinen noktada büyük bir iflas söz konusu. Projeyi üstlenen Sarot Group bünyesindeki ‘Burj Al Babas Termal Turizm Pazarlama İnşaat Taahhüt Limited Şirketi’ geçtiğimiz Haziran ayında konkordato ilan etmiş, ancak yükümlülüklerini yerine getirememesi nedeniyle Kasım ayında iflas etmişti. Şirket iflasa gerekçe olarak 24 Haziran seçimlerinin ardından Dubai, Kuveyt ve Bahreyn gibi ülkelerden alıcıların petrol fiyatlarında yaşanan düşüş nedeniyle yatırımlarını kısmaları ve taksitlerini ödememesini göstermişti.
Bu örnekte esasında çöken salt bir inşaat projesi değil. AKP’nin iktidarının büyük bölümünde uygulamaya çalıştığı fantezi. İktidar, ülkeye sıcak para girişinde özellikle Arap sermayesini başat hedef olarak görüyor ve kentlerde el attığı alanları buna göre dizayn ediyor. Geçtiğimiz yıl Ekim ayında Türk vatandaşlığına geçişte uygulanan 1,5 milyon dolarlık sabit gayrimenkul yatırım şartı 500 bin dolara üşürülürken, iktidar bununla yabancı yatırımı artırmayı hedeflemişti. İnşaat sektörü bu konuda hala önemli bir yer teşkil ediyor. Fakat neye rağmen?
İstanbul Taksim Meydanı ve İstiklal Caddesi’nin tarihi dokusunun ve kültürel yaşamının yok edilmesi, Uzungöl ve Ayder Yaylası gibi doğal alanların otel inşaatlarıyla katledilmesi ve Mudurnu’daki Burj Al Babas gibi hemen her yerde pıtrak gibi biten projeler gerisinde telafisi mümkün olmayan hasarlar bırakıyor. İstedikleri satışı gerçekleştiremeyen şirketler birbiri ardına konkordato ve iflas sırasına girerken, geriye kamunun sırtına yıkılması muhtemel devasa bir borç, işsiz kalan on binlerce çalışan ve birer ucube gibi yükselen hayalet kentler kalıyor.
Çöküş sadece konut sektöründe değil. AKP iktidarının çılgın projeleri emanet ettiği şirketler yaşadıkları finansal sorunlar nedeniyle zor günler geçiriyor. 2016 yılında büyük bir şaşaayla açılan Osmangazi Köprüsü’nün ortaklarından İtalyan Astaldi firmasının Türkiye’deki ekonomik problemlerden kaynaklı olarak yaşadığı nakit sıkıntısı nedeniyle köprünün bir bölümünün veya tamamının satışa çıkarılacağı açıklandı. Astaldi’nin yanında köprünün ortaklarından olan Nurol, Makyol ve Özaltın İnşaat firmalarının da ekonomik olarak zor dönemler geçirdiği belirtiliyor. Geçtiğimiz yıl içerisinde konkordato ilan eden firmaların yaklaşık % 75’ini inşaat firmalarının oluşturduğu belirtiliyor.
Sonuç şaşırtıcı değil. Yıllardır ekonomi inşaat sektörüne sırtını yaslarken, birazcık sermayesi olan hemen her girişimcinin gözü ilk olarak bu sektöre yöneldi. Neredeyse bütün Avrupa’da 20-30 binleri aşmayan müteahhit sayısı Türkiye’de bu süreçte 400 binin üzerine çıktı. Ekim ayında İnşaat Müteahhitleri Konfederasyonu bunlardan 100 bin tanesinin batma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu açıklamıştı.
İnşaat karlı bir sektör, ancak burada da siyasi bağlantılar, rant ilişkileri ön plana çıkıyor ve AKP’nin dağıttığı kamu kaynaklarının büyük çoğunluğu belli firmalara gidiyor. Küçük sermayeli girişimlerin ise iktidar ilişkilerine sırtını yaslayamadığı ölçüde, özellikle ekonomik krizle birlikte şişen maliyetleri karşılamaları imkânsız hale geliyor ve batışlar birbiri ardına patlak veriyor.
İktidar ise batan sektörü kamu kaynaklarını seferber ederek kurtarma derdinde. Çünkü inşaat sektörünün çöküşü, iktidarın inşaat ve altyapı yatırımları üzerinden yarattığı büyüyen, gelişen Türkiye imajının da çöküşünü somut hale getirecek. Çünkü çöküş sadece sektörle sınırlı kalmayacak: Beraberinde sektöre hammadde tedarik edenlerden, finansman sağlayanlara, yüzbinlerce çalışana kadar herkesi batışa sürükleyecek. Batışı geciktirmek için bu nedenle ucuz kredi için kamu bankalarının kaynakları seferber ediliyor, yabancı alıcının işleri kolaylaştırılıyor, vergi teşvikleri getiriliyor. Fakat çöküşü önlemekten ziyade, ertelemekten başka bir amaca hizmet etmeyecek.
Maket üzerinden satılan projelerin bitmemesi, parsayı toplayıp müşterilerini ortada bırakıp kaçan müteahhitler, özellikle kentsel dönüşümle evlerinden olan insanların ortada kalmaları sadece ekonomik değil, sosyal problemleri de tetikliyor. Geçtiğimiz yıl kentsel dönüşüme giren Fikirtepe’de çadırda yaşamak zorunda kalan mağdurların hikâyeleri gündeme gelmişti. Mağdurlardan Bayram Uluocak, “Sözleşmeyi 2012 yılında yaptık. Evlerimizi 2016 yılında boşalttık. Bize bir yıllık kirayı verdiler daha sonra kira almadık. Mağduruz. Çadırlarımızı buraya kurduk. Bu çadırlarda kalmaya devam edeceğiz. Şu an şirket hiçbir girişimde bulunmuyor. Paramız yok diyor ve inşaatı yapmıyor. Buradan 172 tane daire sattı ve borsaya yatırdı. 56 trilyon lira parayı aldı bankalara tahsilat yaptırdı. Arkadaşlar senetlerini ödüyorlar ama cevap vermiyor. Şirketten umudumuzu kestik. 15 gündür çadırlarda kalıyoruz. Bizim gibi mağdur olan 340 aile var.” ifadeleriyle yaşadıklarını özetlemişti. Kısacası batan müteahhit bir şekilde yaptığı vurgunla hayatını zenginlik içinde sürdürmeye devam ederken, evlerini kaybeden yoksullar sokakta yaşamak zorunda bırakılıyor.
Bu tabloyu yaratan AKP iktidarıdır. Plansızlık, geleceği düşünmeden atılan adımlar, yolsuzluklar, rant paylaşımı… İnşaat sektörünün yansıttığı resim esasında inşa edilmeye çalışılan “Yeni Türkiye”nin resmidir. Burj Al Babas örneğinde olduğu üzere batan esasında iktidarın inşaat rantı üzerinden yarattığı fantezidir.