Benden Selam Söyle Anadolu’ya – Gökçe Şentürk

selectYalnızca dört kelimeden oluşan bu cümle biraz önce okunduğunda geçmişte kaldı. Oysa çoktan geçmişte kalan çok şeyi her okunduğunda bugüne çağırıyor. Türkçeye “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” olarak çevrilen asıl adı “Kanlı Topraklar” olan bir roman aslında bu. Yazarı Dido Sotiriyu, 1909’ da Aydın’da doğmuş fakat 1922’de Anadolu’dan ayrılarak Yunanistan’a göç etmek zorunda kalmış. Peki neden? İşte geçmişte kalanlar, bu sorunun cevabında. Dido Sotiriyu bu kitapta, Ege’de kardeşçe yaşayan Rum ve Türk Halklarının 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla kendilerine ait olmayan bir savaşın içine nasıl çekildiğini ve bu savaşın içinde bugünlere varan düşmanlığın nasıl ortaya çıktığını, o günleri yaşamış Manoli Aksiyotis karakteri üzerinden anlatıyor. O güne kadar komşu olan, acılarını, sevinçlerini paylaşan, birbirinin geleneklerine, değerlerine saygıyla yaklaşan bu iki halk ne oluyor da birbirini düşman görmeye başlıyor. Kitabın kahramanı Manoli Aksiyotis’in yaşam öyküsü anlatılırken halkları birbirine düşman edenin de emperyalizm olduğu tarafsız bir gözle anlatılıyor. Manoli karakterinin çocukluğundan başlayan hikaye bize hem o dönem bu iki halkın birbirlerine göre ekonomik durumlarını, hem de birbirleriyle sosyal anlamda kurdukları ilişkileri çeşitli karakterler üzerinden oldukça edebi bir dille anlatıyor.

Manoli de tıpkı Dido Sotiriyu gibi Aydın’da doğmuş. Kitabın başlarında Manoli’nin çocukluğuna tanıklık ederken aslında onun ailesi üzerinden o dönem Rum köylüsünün hayatını da resmedebiliyoruz zihnimizde. Buna imkan veren de hem yazarın samimi anlatımı hem de belki bir parça, ayrı tutulmaya çalışılan aynı hayatları yaşamanın getirdiği ortaklık.Çocukluğunu anlatarak başladığı romanın ilk cümlesi şöyle; “ On altı yaşıma basıncaya kadar ne ayaklarım yeni bir çift kundura gördü ne de sırtım yeni bir urba…” Manoli, bu durumu babasının haddinden fazla idareli hatta hasis denilebilecek tutumuna bağlarken aslında yaşadığı koşulların onu böyle davranmaya zorladığını belirtmekten de geri durmuyor. Büyüdükçe Manoli de tüm çocuklar gibi fark ettiklerini sorgulamaya, hakkında yalnızca duyum aldığı yerleri merak etmeye başlıyor.Öyle ki ona yaşam sevinci veren bu meraka ortak olurken, küçük bir çocuğun zihninde dolanırken, insan düşünmeden edemiyor; acaba çok daha fazla şey ‘bilerek’ geldiğimiz dünyada bir şeyleri unutarak mı büyüyoruz? Sanki sadece bir çocuğun aklına gelebilecek denli naif bir soru, ama cevabı anlamını bile bilmediği bir sözcükle korkutularak büyütülen çocuklarda saklı, üstüne üstlük söyleyen bile neye ortak olduğunu bilmiyorken. Manoli’nin hayatı üzerinden o döneme tanıklık edebildiğimizi söylemiştik. Halklar arasında oluşan dayanışmayı, bireyin toplumsal bir varlık olarak içinde bulunduğu koşullarda diğer insanlarla nasıl bir paylaşım içinde olduğunu en iyi şekilde onun cümlelerinde buluruz; “Her Allah’ın günü, dağlardan akın akın Türk köylüleri inerdi pazarımıza. Odun, kömür, kümes hayvanı, kaymak, yumurta, peynir, sözün kısası Anadolu’nun zenginliğini yapan ne varsa satar; ihtiyaçlarını bizim dükkanlardan alıp akşama dönerlerdi. Kimisi dostlarının evinde misafir kalırdı; bizimle birlikte yer, bizimle birlikte yatarlardı. Türk köylerine kocabaş hayvan, at veya süt almaya gittikleri zaman bizimkiler de oradaki dostlarının evinde ağırlanırdı. Ve dağ yollarında karşılaştığımız vakit, kocaman selamünaleykümler çekerdik karşılıklı…”

Türk ve Rum halklarının bu kardeşçe yaşamı 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla ise aniden değişiyor. Yunanistan, Rusya-Fransa-İngiliz emperyalistlerinin müttefiki olarak; Osmanlı İmparatorluğu, Almanya ve Avusturya-Macaristan’a karşı savaşa giriyor ve Osmanlı tarafı savaşı kaybedince Anadolu’yu işgal ediyor. İşte o vakitten sonra Osmanlı topraklarında yaşayan halklar arasında düşmanlık tohumları ekiliyor. O dönem Ortadoğu’da Türklerin yoğun yaşadığı bölgelerden başlanarak dağıtılan broşürlerden birinde şöyle yazar: “Eğer biz Türkler açsak ve ızdırap çekiyorsak, bunun bütün sebebi servetlerimizi ve ticaretimizi ellerinde tutan gavurlardır. Kardeşçe geçinmek size ne kazandırıyor? Siz samimi olarak onlara sevgi ve servetinizi ikram ediyorsunuz…” 

Bu satırları yazan bir Türk değildir. Bunları yazan yabancı sermayenin temsilcisi Deutsche Palestine Bank (Filistin Alman Bankası) yetkilileridir. Türkiye, Almanya’nın tarafında yer alır almaz, kıyı bölgelerinde oturan Rumlar da sistematik şekilde topraksızlaştırılmaya başlanmıştı. Birkaç saat içinde iç bölgelere göç etmek zorunda kalarak, nereye gideceklerini bilmeden yüklenebildikleri kadar eşyayla hasta, yaşlı, çocuk bilinmezliğe doğru çıktıkları yolda binlerce insan telef oldu.

Diğer yandan 1914 tarihli geçici askerlik kanunuyla ‘Osmanlı sülalesi’ dışında kalan her erkek askerlik hizmetini yapmakla mükellef kılındı, ama gayrimüslimlerin çok azı normal askerlik yapabildi. Çoğunluk amele taburları denen geri hizmet birliklerine alındı. Zaten bir süredir, ‘dahili tümörler’ olarak görülen Rumlar amele taburlarında ölümün diğer bir adıyla karşılaştılar. Açlık, bit, günde on sekiz saate varan çalışma koşulları… Amele taburlarından kaçanlar içinse durum belki daha da beterdi. Üstüne üstlük savaşın getirdiği yokluk sadece onları değil bir zamanlar kardeş oldukları Türkleri de vurmuştu. Bazıları o sefalette nefes almanın yolunu amele taburlarından kaçan eski dostlarını ihbar etmekte buldu. Belki biraz ekmekti elde edebilecekleri belki de askerlikten kurtulabilirlerdi. İşte böylesine yoksulluğun sefaletin içerisinde birbirlerinin üzerine basarak hayatta kalmak zorunda kalan halklar birbirine düşman edildiler.

1. Dünya Savaşı’yla birlikte başta Avrupa halkları olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde halklar birbirine düşman edildi. Savaş tüm vahşetiyle sürüyordu. Bir Türk köylüsü olan Manoli’nin yakın arkadaşı Şevket, Türk köylerinde Rumlara karşı yürütülen propagandayı Manoli’nin annesine şöyle anlatıyordu, aklının bir türlü ermediğini belirterek: “Başlangıçta, kimseyi zehirleyemediler. ‘Haydi canım diyordu köylüler, bunlara mı inanacağız, kendi gözlerimize mi? Rumlarla yıllardan beri dostluk içinde yaşadık biz. Aramıza niye kin sokalım?’ Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır amma, yalan söz de kuzuyu kurda döndürür. İnsan dediğin zayıf mahluk. Köye gelenler de bizim menfaatimizin sizleri ortadan yok etmekte olduğunu söylüyorlardı. ‘Gavurlar ortadan kalkınca, arazileriyle malları bizim olacak’ diyorlardı. Hadi bakalım.” 1. Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı İmparatorluğu yenilmiş, İtilaf devletleri tarafından Anadolu işgal edilmişti. İngiliz ve Fransız emperyalizmi Yunanistan’ı kendi çıkarları için kullanarak Anadolu’ya saldırttılar. Bu kez Yunanlılar Anadolu topraklarında Türk halklarının canını ve malını istiyordu. Bu süreçte Yunan üniforması giyerek savaşa katılan Manoli o günleri şöyle anlatıyor: “… Ve bir an olsun jandarmalar bizim evlerimize girdiği vakit duyduğumuz dehşeti hatırlayamıyorduk. Oysa daha dün bu yüzden Türklere hayvan diyorduk biz. Savaş barbar silahlarını bizim ellerimize vermişti şimdi; kuvvet bizim tarafımızdaydı, efendi bizdik…” Böyle anlatıyordu işte değişen safların, konumların içinde, giderek nasıl tükendiğini insanlığın. Ait olmadığı bir savaşta ‘efendi olmak’ neyi ifade ediyordu? Oysa bir türlü inanamasa, akıl erdiremese de o kardeşi bellediği Şevket’e düşman olmak zorundayken askerler kendi aralarında Rusya’da başa geçip savaşı bitiren sakallıdan söz ediyorlardı kendi tabirleriyle. Hem de o sakallının bundan sonra zengin de yok fakir de dediğine inanamayarak. İnanmakta ne denli güçlük çekerlerse çeksinler başka diyarlarda da olsa tıpkı kendileri gibi dünyanın yükünü omuzlayanların, kendi kavgalarında zafere ulaştığını düşünmek derinden etkiliyordu onları. Aslında tüm dünyada yoksul emekçi kitlelerin ortak duygusuydu bu. Yazar, birbirlerini ayırt edemedikleri zamanlardan aynı eve, köye, şehre belki de dünyaya sığamayacak hale gelen(getirilen) halklardan bahsederken bu acımasız kıyıma dur diyebilecek olana da göz kırpmıştır Ekim Devrimi’ne bir nevi selam yollayarak. Ve savaş biter…

Yunanistan “kaybetmiştir.” İngiltere’de patlak veren işçi direnişleri, Yunanistan’da başlayan savaş karşıtı hareket nedeniyle birlikler geri çekilmek zorunda kalmıştır. Manoli iltica etmek zorundadır artık. “Anayurduna selam söyle benden, Kör Mehmet’in damadı! Benden selam söyle Anadolu’ya… Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin… Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların, Allah bin belasını versin…” diyerek giden ne ilk ne de son kişidir Manoli. Şimdi aynı selamı Orta Doğu’da terk etmek zorunda kaldıkları topraklara bırakanlar var

KATEGORİLER
ETİKETLER