Bastille Baskını ve Kıpırdayan Hayaletleri – V. U. Arslan
1789’da bugün, yoksul ve aç Paris halkı, silah elde etmek ve siyasi mahkumları serbest bırakmak için Orta Çağ tiranlığının simgesi olan Bastille Kalesi’ne baskın düzenledi. Bu isyan, insanların “Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik” adına feodal aristokrasinin prangalarından kurtulmasıyla, insanlığın en büyük başarılarından biri olan Fransız Devrimi’nin sembolü oldu.
Bastille’in alınmasının etkileri muazzamdı. Tüm dünya halklarına insanlığın hapishanesi düşmüş gibi geldi. Mesele İnsan Hakları Beyannamesi’nden çok daha fazlasıydı: İnsan olmanın getirdiği hakları almak için ayağa kalkan halkın devrimci gücünün beyanıydı Bastille’in düşüşü.
14 Temmuz 1789, devrimin sonu değil, yalnızca başlangıcıydı. Devrimin ilk aşaması, iktidarı, soyluların sözde “reformist” kanadıyla ittifak halinde, büyük burjuvazinin en muhafazakâr kanadının ellerine verdi, tıpkı Rusya’da 1917’de Şubat Devrimi’nin başlangıçta iktidarı Kadetler ve Milyukov’un ellerine vermesi gibi. Ancak tıpkı 1917’de olduğu gibi devrim, radikalleşmek zorunda kalacaktı, zira karşı devrimin çabalarını kırmak için gericilik köklerinden sökülüp atılmalıydı.
Kırlarda soyluların şatoları yanıyordu, kilise hedefti, her daim hainlik peşindeki monarşi hamleler yaptıkça giyotine daha da yaklaşıyordu. Önce kralın yetkileri sınırlandırıldı. 1791’de kabul edilen anayasa halk tarafından seçilecek bir parlamentonun yasama ve yürütme yetkilerini kralla paylaşmasını öngörmekteydi. Devrimci süreç durmayacaktı.
Fransa’daki devrim Avrupa çapında gericiliğin alarm zilleri çalmasına yol açmıştı. Feodal sınırlamalardan kurtulan bir Fransa’nın ekonomik ve askeri alanlarda yaşayacağı atılım gayet ürkütücüydü. Öte yandan Fransa’da ortaya çıkan, insan haklarından, eşitlikten ve özgürlükten yana bu devrimci hareketin tüm Avrupa’ya yayılması ve mevcut monarşilerin geleceğini tehdit etmesi kaçınılmazdı.
Yoksul halkın radikalliğinden ürken burjuvazi, kralı ve soyluları safına çekerek Fransa’nın toplumsal ve ekonomik yapısında, her üç tarafın da çıkarlarına olan düzenlemeleri yapmak hesabındaydı. Ama Fransa’da soylu sınıfı Britanya’da olduğu gibi kapitalist gelişmeye ayak uyduran bir güç değildi, hepsi tutucuydu ve eski düzenin geri gelmesini istiyordu.
Aristokrasiyi arkasına alan Fransa kralının kafası da aynıydı. Burjuvazinin ara formülleri onlara hiç de cazip gelmiyordu. İçeride halka karşı isyan çıkaracak ve buna paralel dışarıdan askeri destek alacaklardı. Hem kral hem de soylular, Habsburg hanedanından imparator II. Leopold’e güveniyorlardı. II. Leopold, 1791 yılında, diğer Avrupa devletlerince de desteklenecek olursa, Fransız Devrimi’ne karşı askeri güç kullanılabileceğini duyurdu. II. Leopold, aynı zamanda Fransa kraliçesi Mari Antoniette’nin kardeşiydi. Dolayısıyla burjuvazi yalnızdı, meşruti monarşiye dayalı yeni düzen planlarının monarşi ve aristokrasi nezdinde bir değeri yoktu. Neticede devrim sürecekti.
Nitekim kralın yasama meclisinden geçirilmeye çalışan radikal reformları sürekli veto etmesi ve üstüne üstlük birleşik Avusturya-Prusya ordu komutanlarının Brunswick Manifestosu’nu yayınlayarak, Fransız kraliyet ailesinin zarar görmesi durumunda Fransız sivillerinin de zarar göreceği tehdidinde bulunması Paris’i ayaklandırmaya yetti. 10 Ağustos 1792 Ayaklanması, Paris’teki silahlı devrimcilerin, Fransız monarşisiyle çatışmaya girerek Tuileries Sarayı’nı bastığı Fransız Devrimi’nin belirleyici bir olayıdır. Ayaklanma sonrası Fransa’da bin yıllık monarşi tamamen kaldırılarak, cumhuriyet rejimine geçildi.
Yeni kurulan cumhuriyet rejimi bir yandan Avusturya-Prusya ordularının Fransa içlerinde ilerleyişini durdurmaya çalışıyor bir yandan ekonomik buhranın yarattığı açlıkla boğuşuyordu. Seçimler sonucunda oluşan cumhuriyet parlamentosunda daha önce cumhuriyetçi ve demokrat kampta birlikte olan Jirondenler ve Jakobenler ılımlılar ve radikaller olarak öne çıktılar. Yoksul halkın içeriden ve dışarıdan ağır saldırı altında olduğu bir sırada ılımlı Jirondenler hızla destek kaybedecek, halkın öfkesini yansıtan Jakobenlerse hızla yükselecektir.
Dış düşmanla iş birliği yapan, onlarla yazışmaları ortaya çıkan kral XVI.Louis’in sonu giyotin oldu. Bundan sonra başlayan terör döneminde devrim eski soyluların yanısıra ılımlı Jirondenleri de giyotine gönderecekti. Devrimin derinleşmesi dalga dalga oluyor ve gericilik öğeleri son noktasına kadar tasfiye ediliyordu. Bir noktada toplumsal destek tabanı daralan Jakobenler de tarihsel rollerini oynadıktan sonra tasfiye edileceklerdi. Ama gericilik bir daha asla devrimin kazanımlarını geri alamayacaktı.
Fransız Devrimi’nin Mirası
Fransız Devrimi, 19. yüzyılın sosyalist tahayyülünde önemli bir yer işgal etti: Yalnızca Fransız tarihinde değil, daha genel olarak insanlık tarihinde de büyük bir kırılmaydı. Bunun nasıl karakterize edileceği elbette önemlidir. Her şeyden önce, Fransız Devrimi kapitalizmin gelişmesine giden yolu açan bu “burjuva devrimi”dir. Diğer taraftan Devrim’deki isyan geleneği ve halk seferberliğinin kilit rolü (örneğin ünlü sans-culottes) Fransız Devrimi’ni özel kılar.
Jacques Roux’nun 1793’teki Enragés’i (Öfkeliler) ve Gracchus Babeuf’un 1796-97’deki Eşitler Komplosu, devrimi ezilen sınıflar için daha da ileri götürme çabası olduğu kadar 19. yüzyılın sosyalist akımlarının habercisi olan, özel mülkiyetin radikal bir eleştirisidir. Fransız Devrimi’nin vaatlerinin boşa çıktığı artık görülmektedir. Ortada ne eşitlik ne de kardeşlik ve özgürlük vardı. Bastille’deki ateş yanmaya devam edecek; 1830’da, 1848’de ve 1871’deki Paris Komünü’nde yeniden dirilen ve devam eden Fransız Devrimi 1968’den günümüze gücünü gösterecekti.
Marx’ın “on dokuzuncu yüzyıl devrimi, kendi hedeflerini gerçekleştirmek için ölüleri gömmeye izin vermelidir” şeklindeki müthiş formülasyonu Fransız Devrimi’nin sınırlarını ifade eder. Marx için, Fransız Devrimi geleneği ne kadar şanlı olursa olsun, artık onun ötesine geçmek gerekiyordu. Burada söz konusu olan Fransız Devrimi geleneğini sahiplenerek yeni bir sosyalist devrim yolu ileri sürmekti. Fransız Devrimi geleneğini sahiplenerek aşamacı, reformist bir yaklaşım da savunulabilir. Aydınlanma’nın sınırlarını görmemek, yurtseverlik parçalamak ve sol cumhuriyetçilik oynamak bugün de modadır ve Fransız Devrimi üzerinden meşrulaştırılır. Oysa tüm dünyada bugün geçmiş devrimin başlıca hamisi olan burjuvazinin torunları işçi sınıfını bölüyor, eziyor, cehalete mahkum ediyor ve savaşlara sürüyor… Ve bir yandan da 1789-93’ün hayaletleri kıpırdanmasını Fransa’da, İran’da, Sri Lanka ya da Arjantin’de sürdürüyor.