Bartın: Bir Vahşi Kapitalizm Hikayesi – Gökçe Şentürk

Bartın: Bir Vahşi Kapitalizm Hikayesi – Gökçe Şentürk

Bir kez daha 41 maden işçisinin katledildiği bir facia ile ciğerimiz yandı. Maden sektörü dünyanın her yerinde korkunç işçi cinayetlerinin de tarihidir. Kapitalist sömürünün en kara yüzlerinden biri, sömürünün en somut halidir. Neden sermaye birikimine bağlı bu düzene karşı çıkmak gerektiğini zihninize çakar.

Türkiye’de de çoğumuzun bildiği gibi bu hikaye Zonguldak-Bartın havzasında başlar. 1840’larda yabancı sermayeye ait madenlere zorla indirilen köylüler için başka seçenek yoktur. Aradan geçen iki asıra yakın süre boyunca değişen çok şey yok. Yine aynı bölgede bu kez başka istihdam seçeneği olmadığı için madende çalışmak zorunda olan ve bir çırpıda hayatları kaybolan onlarca madenci var. (Aynısını Soma’da da görmüştük.) Belli ki dahası da olacak. Yani üstünde de altında da vahşi kapitalizm var bu toprakların.

Bartın’daki işçi cinayeti AKP ile sınırlı kalmayacak şekilde Türkiye’de nizamın nasıl emek cehennemi üzerine kurulu olduğunu gösteriyor. Sadece bu kadar değil; neoliberal dönüşümün emekçiler için ölümcül etkilerinin ve topyekün kapitalizmin doymak bilmeyen sermaye genişleme kuralının da altını kalınca çiziyor. Madenlerde dönüşüm 12 Eylül ile uygulamaya konan 24 Ocak kararları ile başlıyor ve Özal’la birlikte özelleştirme saldırılarından da nasipleniyor.

Ülkedeki emek süreçlerine ve işçi sınıfına ait hiçbir olay ve dönüşüm geçmişi olmadan çözümlenmemeli. Her zaman söylediğimiz bir şey var; AKP ve onun yarattığı ucuz emek cehennemi, cumhuriyet tarihi boyunca emekçiden- köylüden- yoksuldan çalarak yağmayla zenginleşen ve her türlü kuralsızlık ve çarpıklıkla tek derdi sermayesini garanti altına alarak katlamak olan patronlar düzeninin bir sonucudur.

Şimdilerde herkesin ‘lanet okuduğu’ neoliberal birikim modeli maden işçileri için zaten zor olan çalışma koşullarını korkunç düzeyde geriletti. AKP’li yıllarda da onun dağıttığı parsadan nasiplenmek isteyen patronlar bir bir enerji sektörüne yatırım yaptılar. Aradaki anlaşma netti; kamu tamamen özel sektörün ihtiyaçlarına göre kullanılacak, işçiler azgın sömürü altında gün görmeden çalışacak, muhafazakarlık ve milliyetçilikle bütün itiraz etme refleksleri yok edilirken örgütlenmek için maddi koşullar da ortadan kaldırılacak. Sendika yok, hak yok, itiraz yok. Ne var? Özelleştirmelerle kamusal kaynakların yağması var, ülke tarihi boyunca canları pahasına çalışan milyonlarca emekçinin yarattığı değerin sermayeye peşkes çekilmesi var.

Hikaye çok tanıdık. Çok canımızı kaybettik. Ama bitmedi.

Kendisi de Bartın’daki yağma sürecine karşı mücadele eden Bartın Platformu’nu kurarak Hattat AŞ’nin yörede kurmak istediği termik santrale karşı halkı örgütleyen Bartın Üniversitesi’nden akademisyen Prof Dr. Erdoğan Atmış’ın aktardığına göre; “ Havzada (Zonguldak ve Bartın) 1978 yılında 4,3 milyon ton olan yıllık taşkömürü üretimi, 1995’te 2,2 milyon tona düşmüş. Bu azalış günümüze kadar hızla devam etmiş ve Türkiye Taşkömürü Kurumu tarafından açıklanana göre satış için üretilen taşkömürü miktarı 2020 yılında 712 bin 688 tona kadar düşmüştür.” Üstelik bu azalış çalışan işçi sayısı için de geçerli. Yine aynı dönemlerde çalışan 80 bin işçiden sayı bugünlerde 8-9 binlere geriliyor. Sayıştay raporunda da açıkça yazdığı gibi işletmelerde yeterli işçi yok bir kişi 3-4 kişilik iş yapıyor. Tablonun daha çarpık kısımları da var. Devletin istihdam olanağı olmayınca bölgede hiçbir iş güvenliğinin alınmadığı onlarca kaçak ocak olduğundan bahsediliyor. Yöre gençleri istihdam için başka olanak olmadığından çaresiz her gün evden helalleşerek işe çıkıyor. Emekçilerin ertesi günü çıkarıp çıkaramayacağı bir olasılık ama patronlar hiçbir işi şansa bırakmıyor. Erdoğan Atmış’ın aktarımına göre TTK Bartın’da 2005 yılında Hattat AŞ ile rödovans sözleşmesi yapmış ama o gün bu gün üretim falan yok ortada. Asıl dert halkın mücadelesiyle yapılmasını engellediği termik santral için bir fırsat kollarken sahayı boş bırakmamak. Hikayenin benzer başka örnekleri de var. Karadeniz’deki HES’lerde olduğu gibi halk istihdam getireceği gerekçesiyle nasıl bir yıkıma neden olacağını bilmeksizin projelere ikna ediliyor. Sonrası malum. Yörenin bütün çevresel ve ekolojik yapısı tahrip edilirken halka çaresizce izlemek düşüyor. Üstelik de özellikle kömür üretimine bağlı termik santrellerde pek çok yerde kömür ihtiyacı da ithal kömürle karşılanıyor. Planlama, istihdam, birikim hiçbir şey yok. Sadece ilgili sermaye grubunun voliyi vurması amaçlanıyor.
İşte bu yağmadan pay kapmak için neredeyse enerji sektörüne yatırım yapmayan patron kalmadı. Termik santraller, HES ve JES’ler Türkiye’deki vahşi kapitalistlerin köylüden, yoksul emekçilerden kanlı dişleriyle varını yoğunu alma ve kolsuz kanatsız bırakma hikayesine dönüştü. Madenler tablonun bir yanında diğer yanında ise HES ve JES’ler yüzünden topraklarından edilen köylüler, akarsu yataklarına yapılan dolgular yüzünden sel baskınlarında canlarını kaybeden onlarca insan var.

Ekolojik yıkımı, yoksulluğu ve sömürüyü birlikte ele almadıkça bu sürece karşı doğru mücadele araçları da kuramayız. En başta her şeyin sebebi olan bu korkunç sermaye düzenine karşı çıkmak zorundayız. Bunun için sadece neoliberalizme karşı çıkıp düzene laf etmemek olmaz. Türkiye’deki düzen her yönüyle zenginlerin düzeni. Zenginlerin düzenine karşı emekçilerin mücadelesini örgütlemek zorundayız.

Maden işçilerinin bu karanlık tarihte umut veren örnekleri vardı; 1976-80 yıllarında Amasya Yeni Çeltek direnişinde yerin altından üstüne yaşanabilir bir dünyanın örgütlenmesi yaratıldı. 1991 Zonguldak Madenci Yürüyüşü hala bu topraklarda yeni nesillerin dahi bildiği önemli bir deneyimdi. Bu örnekler vahşi sömürüye karşı çaresiz olmadığımızı gösteriyor. Yeniden ve hatta daha ileri örnekler yaratabiliriz; karşımıza bu vahşi düzeni alarak, sırtımızı sadece emekçilere ve yoksullara yaslayarak ve örgütlenerek.

KATEGORİLER