Aşırı Sağa Karşı Mücadele Öncüsünü Arıyor – Emre Güntekin
Biden başkanlık koltuğunu devralmak için gün sayarken, 6 Ocak’ta Trump taraftarlarının gerçekleştirdiği Kongre baskını ABD iç siyasetindeki çalkantıların durulmayacağının bir göstergesi oldu. Bu baskın özellikle liberal eğilimler tarafından dehşet ve şaşkınlıkla karşılandı; zira bugüne kadar ABD liberal demokrasinin kurumsallığının bir merkeziydi. Şimdi bu kesimlerin istediği şey başkanlık devir teslimi için 20 Ocak’ın beklenmesine gerek kalmadan Trump’ın görevden alınması, liberal demokrasinin ve anayasal işleyişin namusunun kurtarılması. Ayrıca bu yolla, ABD’de yaşananlar karşısında endişelerini ileterek bıyık altından gülen otoriter rejimlere ABD’nin hala sorunsuz işleyen bir liberal demokrasinin, insan haklarının merkezi olduğunu hatırlatmak.
ABD’de Kongre’nin yaptırımını beklemeden Twitter, Facebook gibi sosyal medya şirketleri Trump’ın hesaplarını kilitleyerek bu yönde adımlar attı. Dün gece saatlerinde ise ABD ordusu bir genelge yayınlayarak Biden’ı yeni başkan ve başkomutan olarak selamladı. Trump için kötü haber bunlardan da ibaret değil. Çocuk tacizinden, vergi kaçakçılığına uzanan geniş bir suçlama listesine Kongre baskınındaki sorumluluğu da eklenerek uzun bir yargılama süreciyle başbaşa kalacaktır.
Trump’ın günleri sayılı olsa da, harekete geçirdiği aşırı sağ eğilim Amerikan toplumunda bir anda sökülüp atılamayacak kadar geniş bir desteğe sahip. Yapılan kamuoyu araştırmalarında da bu gerçek göze çarpıyor. YouGov’un araştırmasına göre kayıtlı seçmenlerin % 21’i, Cumhuriyetçi Parti seçmenlerininse % 45’i 6 Ocak’ta yaşananları destekliyor. Yapılan bir başka araştırmaya göre ise Cumhuriyetçi seçmenlerin sadece % 25’inin seçim sonuçlarını kabul ediyor. Bu azımsanamayacak bir oran.
Aşırı Sağın Sosyal Zemini
Liberalizmin kimi saf-salak temsilcileri şimdi hem Cumhuriyetçi Parti’nin Trump gibi aşırı sağ figürleri, Demokrat Parti’nin de içerisindeki “aşırı sol”u temizlemesi durumunda sorunların çözüleceğini vurguluyor. Siyasal akımlar gökten zembille düşmüş olsaydı böyle bir önlem belki işe yarardı! Ancak hemen herşey gibi burjuva siyasetindeki eğilimleri de belirleyen yegane şey sınıflar mücadelesinin gelişim seyridir. Trump’ın böylesi popülariteye ve desteğe ulaşmasında bu iş için uygun bir kişisel malzemeye sahip olmasının yanında, toplumun neden geçmişi pedofiliden, vergi kaçakçılığına kadar türlü suçlu malul bir sağ popülistin arkasından sürüklenmeye başladığını sorgulamak gerekir.
2016’da 8 yıllık bir Obama dönemi hayal kırıklığının üzerine iktidara geldiğinde, toplumdaki fay hatlarını harekete geçirmek için elinde geniş bir malzeme listesi mevcuttu: 2008 krizinin ardından biriken ekonomik ve sosyal sorunlar, 8 yıl boyunca şirketleri kurtarmak dışında adım atmamış bir siyasal anlayış, çatışmalarla sarmalanmış coğrafyalardan yoğun göçmen akımı ve bunun toplumda yarattığı huzursuzluk, uluslararası alanda sarsılan hegemonya ve Amerikan rüyasının giderek sönümlenmesi…
Büyük beklentilerle başkan seçilen Obama, kucağında bulduğu ekonomik kriz bombasını asıl failler olan büyük sermaye yerine Amerikan emekçi sınıflarının kucağına fırlattı. Trilyonlarca dolarlık kurtarma paketleri, alt sınıfların sırtına yıkıldı. Bu durum Obama’nın ve Demokratların seçmen desteğindeki erozyonu da beraberinde getirdi. Obama başkan seçildiğinde Demokratlar Senato’da Cumhuriyetçilere karşı 27’ye 17 sandalye sayısıyla üstünde durumdaydı. 2014 bu tablo 32’ye karşı 7 sandalyeyle Cumhuriyetçiler lehine olacaktı. Milyonlarca insanın işini ve evini kaybettiği bir ortamda tersi bir sonuç mucize olurdu.
Daha 2016 yılındaki seçim öncesinde verdiği mesajlar Trump’ın iktidarı boyunca daha önce siyasal alanın dışına itilmiş ve kriz döneminde unutulan kitleleri yeni bir sağ-popülist proje etrafında birleştirmeye çalışacağının işaretlerini veriyordu. Örneğin krizle birlikte derin bir yoksullaşma sürecine giren orta sınıflara şu şekilde sesleniyordu: “46,5 milyon civarında Amerikalının yoksulluk altında yaşamasından büyük kaygı duyuyorum. Orta sınıfın büyük çoğunluğunun evlerini kaybetmesi olasılığından büyük kaygı duyuyorum. Çocuklarının eğitim masraflarını ödeyemeyen Amerikalıların ıstırabından kaygı duyuyorum. Kısacası, ülkemizin finansal programları zenginler yararına işlediği için halkın Amerikan Rüyası’nı satın alamamasından kaygı duyuyorum.”[1]
Bu sözleri Barnie Sanders veya bir başka sol-sosyal demokrat değil, ABD’nin en zengin, aşırı sağcı iş adamlarından birisi dile getiriyor. Nitekim, 4 yıllık görev süresi boyunca Trump öyle ya da böyle krizin bedelini ödemeyi başarmış kitlelere seslenmeyi ve toplumun orta sınıf, küçük burjuva, beyaz katmanlarını periferisine çekmeyi başardı. 6 Ocak baskınının bir anlık bir öfke patlamasının ürünü olmadığını, yılların öfke birikiminin bir sonucu olduğunu görmek gerek ve bu öfke Trump gitse bile yerli yerinde duracak.
Kongre Baskınının Öne Çıkardıkları
Öte yandan, Kongre binasını basan sayıca az kitleden daha çok göze çarpan nokta bu güruhların önüne tek bir engelin dahi çıkmamasıdır. Meselenin bir yanında böylesine bir provokasyonun gerçekleşme ihtimalinin günler öncesinden ayyuka çıkmasına rağmen engellemeye yönelik en ufak bir çabanın gösterilmemiş olması yatmaktadır. Özellikle Demokratların, Trump’a ve aşırı sağa yönelik bir korku iklimiyle Amerikan kamuoyunu kendi arkasına yedekleme çabası düşünüldüğünde sınırlı bir baskının önünü açmanın ne denli işe yarar olduğu ortadadır. Şimdi aşırı sağın kötülüklerini hatırlatarak, liberal demokrasiye sahip çıkmanın faziletlerini anlatma zamanı!
Bir diğer nokta ise ABD’de polis teşkilatı içerisinde aşırı sağın gücüdür. 6 Ocak’taki eylemin bir siyah veya sol bir protesto hareketi olması durumunda yaşanabilecekleri hepimiz biliyoruz. Böyle bir durumda, kongreyi basan faşist güruhlarla selfi çektirecek kadar sempatik yaklaşan polisin oldukça vahşileşebileceği tarihsel örnekleriyle mevcut. Eski bir FBI Ajanı olan Michael German’ın hazırladığı rapor polis teşkilatı ile faşist çeteler arasındaki güçlü bağı ortaya koyuyor.
Aşırı Sağa Karşı Mücadele ve ABD Solunda Kriz
Troçki’nin 1933’te dile getirdiği “İnsanlık tarihinde, bir politik kurmay hiçbir zaman bu çağda olduğu kadar önemli bir role ya da sorumluluğa sahip olmamıştır.”[2] önermesi bugün de aynı geçerliliğini koruyor. Zira, aşırı sağın ve Trump’ın yükselişi giderek artan kapitalist eşitsizliğe duyulan sınıfsal bir öfkenin sonucuydu. Sosyalist solun, 2008’in ardından emekçi sınıfların ve ezilen kimliklerin derinden etkilendiği krize yanıt veremediği ölçüde kitlelerin Trump’ın sağ popülist söyleminin tesiri altına girmesi kaçınılmazdı.
Trump, başkanlık koltuğunda geçirdiği 4 yılda, Troçki’nin faşizmin bir beslenme kaynağı olarak nitelediği “karşı devrimci umutsuzluğu”n Proud Boys (Gururlu Çocuklar), QAnon gibi faşist çeteler etrafında kurumsallaşmasına hız verdi ve bu çeteler siyahlara, göçmenlere, LGBT’lere, muhalif hemen herkese karşı saldırgan bir güç olarak sokaklarda var olmaya ve silahlanmaya devam edecek. Biden döneminde temel meselenin krizi savuşturmak adına emekçi sınıflara kesilmesi muhtemel yüklü faturaya ve özellikle aşırı sağa karşı radikal bir mücadele hattının örgütlenip örgütlenemeyeceği olacağı şimdiden kendisini göstermektedir.
Marks tarihsel olayların yinelenmesiyle ilgili olarak şunu belirtiyordu: “Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: tarihsel bütün büyük olaylar ve kişiler, sanki iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi olarak, ikincisinde kaba güldürü olarak.”[3] ABD’de Chomsky ve Angela Davis gibi Amerikan solunun popüler entellektüel figürlerinin, DP içerisinde Sanders ve Ocasio-Cortez gibi reformist-sol figürlerin ve geniş bir sol kamuoyunun, Obama döneminin kötü bir kopyasını vaat etmekten öteye gidemeyen Biden güldürüsünün peşine takılması şu aşamada ABD egemenlerinin elini en çok rahatlatan konuların başında geliyor.
Öte yandan bu tutum, aşırı sağa karşı Biden gibi düzen adamları aracılığıyla mücadele edilebileceğine dair neredeyse yüzyıllık bir yanılsamaya hizmet etmekten başka bir işe yaramıyor. Bu yanlış eninde sonunda tıpkı Alman proletaryasının 1930’larda başına geldiği gibi, küçümsenmemesi gereken bir tehlike haline gelen aşırı sağa karşı Amerikan emekçi sınıflarının silahsızlandırılması anlamına geliyor.
Yukarıda saydığımız unsurların solunda kalan radikal sol için de kriz oldukça derin. Zira ABD’de postmodernizmin sosyalist hareket üzerindeki tesiri dünyanın başka herhangi bir ülkesinden çok daha güçlü. Trump’ın, Amerikan toplumunda yol açtığı kimlik kutuplaşmasını aşmaya muktedir tek seçenek olan sınıf mücadelesi uzun yıllar boyunca sosyalist solun lügatından çıkarıldı. Kimlikçi eğilim ise toplumsal mücadelelerin tam da Demokrat Parti elitlerinin istediği şekilde düzen içi kanallarda boğulup tükenmesine yol açıyor. Buradan asıl kazançlı çıkan ise tam da bu kutuplaşma eğiliminden beslenen aşırı sağ[4].
Trump’ın seçimler de daha çok kimlerin oylarını aldığı incelendiğinde aşırı sağın bu ikilemden nasıl beslendiği ortaya çıkacaktır. Aşağıdaki tablo incelendiğinde 2016 seçimlerinde Trump’ın oylarının toplumun düşük gelirli katmanlarına doğru ilerledikçe nasıl artış gösterdiği çarpıcıdır:
Öte yandan 2020 seçim sonuçlarına dair yapılan bir araştırma, pandemi sürecinde işsizliğin en çok artış gösterdiği bölgelerde Trump’ın oylarını artırmayı başardığını gösteriyor. Trump’ın kutuplaşma senaryosu, ekonomik krizin sorumluluğunu Çin’e, Demokrat Parti’ye yıkma çabası, göçmenleri, siyahları hedef haline getiren politikaları toplumda bir karşılık bulmuş görünmektedir. Bu tablo radikal sol için bir işaret fişeği olarak okunmalıdır. Kimlik politikalarında ısrar solun asıl hedeflemesi gereken toplumsal katmanları giderek sağın hegemonyasına doğru sürüklemektedir.
Sanders’ın 2016 ve 2020 seçimlerinde cılız bir reformist söylemle bile yoksul emekçi sınıflarda yarattığı heyecan göz önüne alındığında, sosyalist bir program etrafında yaratılacak enerjik bir örgütlenmenin toplumda nasıl bir karşılık bulacağı tahmin edilebilir. Bu görev ulu orta duruyor. Ekonomik kriz ve pandemiden büyük yara alan emekçi sınıflarla sokakta, fabrikada, işyerlerinde buluşmak ve somut bağlar kurmak… Buralardan başlayarak sınıf mücadelesi etrafında yeni bir öncü inşa edebilmek… Bu tarihsel olarak sadece devrimci Marksistlerin üstlenebileceği bir görev ve önemli sosyal patlamalara gebe bir gelecek bu konuda fazla vakit tanımayacaktır.
[1] Akt. Cenk Ağcabay, “Düzeni Bozulmuş Dünya” ve Amerika, Dünya Yeniden Şekillenirken, Notabene Yayınları, s.22
[2] Lev Troçki, Faşizme Karşı Mücadele, Yazın Yayıncılık, s.433
[3] Karl Marks, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, Sol Yayınları, s.13
[4] Aşırı sağın kimlik politikalarından nasıl beslendiğine dair bir okuma için: “Kimlik Politikaları Sağa Yarıyor”, Güneş Gümüş