Asgari Ücretin Politik Anlamı – Engin Kara
Hükümet, Türk-İş ve TİSK’in dâhil olduğu Asgari Ücret Tespit Komisyonu bugün ilk toplantısını gerçekleştirdi. 2018 boyunca yaşanan ekonomik kriz, enflasyonun uçuşa geçmesi ve bir de bu durumun 2019’da devam edeceği dikkate alınacak olursa, milyonlarca emekçi açısında asgari ücret sorunu büyük önem taşımaktadır.
Sosyalist Emekçiler Partisi olarak haftalardır maaşlardaki erimelerin telafisi ve asgari ücretin acil yükseltilmesi talebiyle bir kampanya sürdürüyoruz. Faaliyetlerimiz süresince çok sayıda kişiyle asgari ücret üzerine sohbet etme fırsatı bulduk. Net olarak söyleyebiliriz ki farklı siyasi partilere oy verseler de emekçiler, söz konusu asgari ücret ve geçim koşulları olunca sosyalistlerin perspektifiyle rahatlıkla aynı noktada buluşabiliyor.
Asgari ücret alelade bir mesele değil. Türkiye’de çalışan sayısının % 40’ı asgari ücrete talim ediyor. Bu Avrupa’daki en yüksek oran. Tablo incelendiğinde neredeyse bir o kadar emekçi de asgari ücretin 1-2 katı aralığında maaş alıyor. Yani toplamda emekçi nüfusun % 83’ü bırakın yoksulluk sınırını açlık sınırı kadar maaş bile alamıyor. Hal böyleyken asgari ücrete yapılan zam doğal olarak emekçi sınıfların alacağı ücret üzerinde bir baskı yaratacaktır. Asgari ücret ne kadar yüksek olursa genel çalışan nüfusun maaşı da o derece etkilenecektir. Bunu hem iktidar hem de sermaye sınıfları bildiği için asgari ücreti emekçileri ne öldürecek ne de güldürecek düzeyde tutmak isterler.
Pazarlıkların başladığı bugün, bir kez daha milyonlarca emekçiyi ilgilendiren asgari ücret üzerine temel meseleleri ele almak gerekiyor.
Ücret Nedir?
Karl Marks’ın kapitalizm analizinde ilk defa gerçek niteliği ortaya konulan ücret, işçinin harcadığı emeğin karşılığı değildir.
İşçinin yaşamını ve çalışmayı, emek harcamayı sürdürebilmesi için gerekli olan ihtiyaçlarının karşılığı olan bedel, işçiye ücret olarak ödenir. Ücret, emek-gücünün, yani çalışma becerisinin yenilenmesi için gerekli olan ihtiyaçların karşılığı olarak ödenir.
Oysa işçinin emek-gücü, kendisinin yaratılması-yenilenmesi için gerekli olan ihtiyaçların toplam değerinden daha fazlasını üretebilir.
Patron, işçinin emek-gücünü satın alır ve karşılığında işçiye ücret öder. Bu saatten sonra işçinin emek-gücü patronun kullanımındadır. İşçi, patron için üretir. Ve sonuçta işçinin kendi emeğiyle ürettiği zenginlik patrona kalır. Patron, işçinin emeğine el koymuş olur. Bu sayede patronun karşılığını ödemediği emeğin değeriyle, işçiye ücret olarak ödediği emek-gücünün değeri arasındaki fark da artı-değer olarak gerçekleşir. Artı-değer sömürünün kaynağıdır ve patronların elde ettiği her türlü kâr bu sömürü payından kaynaklanır.
Asgari Ücret Nasıl Belirlenir? Ne Anlama Gelir?
Kapitalizm güçlenirken kurduğu toplumsal düzen, yani bugün içerisinde yaşadığımız burjuva dünya, kural olarak “her şeyin özgürlüğü”ne dayanır. Dikkat edelim, herkesin özgürlüğü değil her şeyin özgürlüğüdür söz konusu olan. Bu da demektir ki işçi ile işveren arasındaki iş sözleşmesi tamamen “özgür”dür!
Sözleşme özgürlüğü ne demektir? Hiç kimsenin dışarıdan müdahale etmesine izin verilmeyen, tarafların kendi iradeleriyle istedikleri gibi belirleyebilecekleri bir işleyişi kurgular. Bu açıdan kapitalist devletlerin hukuk düzenlerinin temelinde, ücretin istenildiği kadar düşük belirlenmesine müsaade eden bir anlayış yatar.
Ne var ki kapitalistlerin sömürü oranlarını yarınlar yokmuşçasına artırmaya çalışması sonucunda kelimenin gerçek anlamıyla sefalete sürüklenen milyonlarca işçi için bu durum katlanılmaz sonuçlar doğurur. Sonuçta da kapitalizmin gelişme döneminde ücretlerin yükseltilmesi ve bir taban ücret belirlenmesi için mücadele eden işçi sınıfı, uzun soluklu kavgaların sonucunda asgari ücret hakkını elde eder.
Bugün mevcut düzenlemelere göre asgari ücret “İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret” olarak tanımlanmaktadır. Yani asgari ücret belirlenirken işçilerin sadece hayatta kalmalarını garanti edecek şekilde bir değerlendirme yapılır.
Anlayacağınız, asgari ücret üzerinden işçilerin refaha kavuşması tartışması yürüten aklı evvellerin kafalarında kurguladıkları dünyanın tersine, asgari ücretin kendisi sefalet koşullarının, milyonları tamamen yıkıma uğratmasını engelleyen sınır noktasını gösterir.
Asgari ücret, daha yüksek olan ücretler üzerinde de bir baskı kapasitesine sahip olduğu için asgari ücretin tepsi sadece -hayli geniş olan- asgari ücretlileri ilgilendirmiyor. Ücret karşılığında çalışan bütün emekçileri ilgilendiriyor.
Ücretlerdeki Artışın Sonuçları Nelerdir?
Ücretlerin artması kaçınılmaz bir enflasyon doğurmak zorunda mıdır? Ücretlerin çok da değişemeyeceği iddiası neredeyse kapitalizm kadar eskidir. Burjuva ekonomistler, işçi hareketinin devrimci olmayan temsilcileri, işverenler, burjuva devletler… Hepsi, ücretlerde ciddi bir artışın “maliyetleri artıracağı gerekçesiyle enflasyona yol açacağı ve sonuçta hiçbir şeyin değişmemiş olacağını ve hatta piyasadaki dengesizlikler nedeniyle eninde sonunda emekçilerin de bütün toplumun da zarar edeceği” iddiasını ileri sürerler.
Bu tarz söylemlerin hepsi, sömürü sisteminin güçlü bir şekilde devam ettirilmesini sağlamaya dönük yalanlar olmaktan fazla anlam taşımaz. Gördük ki ücret, işçinin çalışma yeteneğinin, yani emek-gücünün, bir diğer açıdan da patrona çalışmak üzere verdiği sözün karşılığında ödenir. İşçinin, çalışması boyunca ödenen bu miktardan fazla olarak ürettiği her zenginlik, patronların kârını oluşturur.
Bir ürünün fiyatını belirleyen ise onun ortaya çıkması için harcanan ortalama emek miktarı ile ölçülür. Bu miktarın içine sırf o üretimde katılmış olan canlı emek, işçinin harcadığı emek girdiği gibi, hammadde ve üretim araçlarında daha önceden somutlanmış olan emek, ölü emek de girer. Sonuçta ortaya ürünün, toplumda üretilmiş diğer ürünler karşısındaki değer oranını ifade eden bir fiyat ortaya çıkar.
Aslında değişmez olan fiyatlardır. Fiyatlarda küçük dalgalanmalar her zaman mümkün ve hatta pratikte zorunlu olsa da, bir ürünün fiyatı durduk yerde birkaç kat artamaz. Fiyatlar hep bir oran dengesine sahip olur. Eğer bir şeylerin fiyatı artarken (enflasyon) başka şeylerin fiyatı sabit kalıyorsa, burada denge bozulur.
Bu bozulma durumu en çok ücretlerde yaşanır. Ücret, çalışma gücünün fiyatı olduğu için, toplumdaki her şeyde ciddi bir enflasyon varken ücretler yerinde sayıyorsa, çalışma gücünün, emek gücünün değersizleşmesi söz konusu olur.
Ücret mücadelesi bir yandan bu değersizleşmeye karşı koymak için verilir. İşçiler ücretlere yapılacak artışlar için masaya oturduklarında enflasyonun hep dikkate alınmasını isterler. Çünkü enflasyonun altında bir ücret artışı, emekçilerin mutlak yoksullaşması anlamına gelecektir.
Öte yandan ücretin enflasyonun (gerçek enflasyonun) üzerinde bir artış göstermesi de mümkündür. Bu durumun sonucu iddia edildiği gibi enflasyonu daha fazla tetiklemek olmamalı, tersine patronların kâr oranlarının düşmesi anlamına gelmelidir.
Ancak kabul, ücretlerde ciddi bir artış, patronlar tarafından fiyatlara yansıtılarak telafi edilmek istenecektir. Yani enflasyonda yeni bir artışın önü açılmaya çalışılacaktır. Ekonomideki krize karşı sürekli provokatör ya da fırsatçı arayanlar, işte buyurun: en büyük fırsatçılık bu olur. Madem öyle, ücretlerdeki artışın fiyatlara yansıtılmasının önünü kesebilirsiniz. Bu durumda ücret artışları hiç de enflasyonu yukarı doğru itmeyecektir.
Devlet buna karşı önlem almadığında ve patronlar da ücret artışını fiyatlara yansıttığında, verilen ücret mücadelesi boşa mı gitmiş olacaktır? Hayır. Adı üstünde bir mücadele bu. Sınıf mücadelesi tek tek hamlelere indirgenemez. Uzun solukludur. İşçi sınıfının sürekli olarak patronların kurduğu dengeyi bozmak için mücadele etmesi gerekir.
Burada aklınıza bir şey geldi mi? Aynen öyle! Bu mücadelenin sonucu kapitalist düzenin yıkılmasıyla belirlenecektir. Ücret mücadelelerinde patronlarla karşı karşıya gelen emekçiler, en son onların düzeniyle de karşı karşıya gelmek zorunda kalacaktır.
Aynı Gemide Miyiz?
Son zamanlarda popüler olan bir söylem oldu: “Aynı gemideyiz.”.
Bugün Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı, asgari ücret komisyonundaki açılış konuşmasında bu “sihirli” sözcükleri tekrarladı. Hoş, bakan hanım önüne sürülen kâğıtları okumaktan başka bir şey yapmadı. Konuşmayı kendisi yapsa bu sihre başvuracak kadar kurnaz mıdır bilemiyoruz ama önüne ezber kâğıtlarını sürenler yine aynı hamleye başvurmuş.
Her türlü yatırım ilişkisinde elde edilen zenginliğin bölüşülmesi, ücret ve kâr arasındaki mücadelenin temel konusudur. Bu yüzden patronlar son sürat bir yöne doğru koşarken, emekçiler en azından o yöne gidişi engellemeye çalışır, mümkünse tam tersi yöne doğru çekmeye çalışır. Bu nasıl bir ortak gemidir ki üzerindekiler tam tersi yönlere sürmeye çalışıyor?
Çünkü aynı gemide falan değiliz.
Kim bu “aynı gemideyiz” diyor, emekçiler hemen o kişiden şüphelenmelidir. Çünkü bu sözleri sarf edenin amacı mutlaka emekçileri kandırmaktır.
Asgari Ücret Ne Kadar Olmalı?
SEP olarak başlattığımız kampanyada Kasım başında “asgari ücretin acilen 2,600 TL’ye çıkartılması” talebini ortaya koymuştuk. Bu talebi ileri sürerken, mevcut maaş erimelerinin telafisini hedefleyip, yakıcı bir ihtiyacın derhal karşılanmasını kurgulamıştık.
DİSK, Aralık ayı başında 2,800 TL asgari ücret talebi belirledi. Doğrudur, bizim talebimizi belirlediğimiz tarih ile DİSK’in belirlediği tarih arasında geçen sürede fiyat artışları devam etti. Bir ay sonra asgari ücreti yeniden kurguladığımızda daha yüksek rakamlar belirlemek zorunda kalacağız.
Öncelikle 2,500 TL’yi aşmayan bir asgari ücret, 2019 için emekçilerin şimdiye kadarki kayıplarını bile telafi etmeyecektir.
Öte yandan yıllık bir asgari ücret belirlemek, ekonominin kırılganlaştığı ve öngörülebilirliğinin azaldığı koşullarda sürekli olarak aşınmaya mahkûm olacaktır. Bu nedenle, asgari ücretin rakamsal talebinin yanı sıra asgari ücretin aylık ya da birkaç aylık enflasyona endekslenmesini talep etmek yararlı ve gereklidir.