Asgari Ücret Tartışmalarına Bir Giriş – Av. Engin Kara

Asgari Ücret Tartışmalarına Bir Giriş – Av. Engin Kara

Yılsonuna yaklaşırken asgari ücret tartışmaları, bir kez daha gündemimize girdi. Tartışmaya asıl ilgiyi şu an için sermaye-iktidar cephesi gösteriyor. Avrupa’nın en düşük asgari ücretlerinden birine sahip olan Türkiye’de, mevcut enflasyon ve öteki ekonomik dengesizlikler dikkate alındığında bu yıl da asgari ücretli veya “bir tık üzerinde” ücret alan milyonlarca emekçi için kritik bir önem taşıyan asgari ücrete ilişkin bu ilk değerlendirmemizde, olası senaryoları ele alacağız.

İktidar Cephesinden Gelen Açıklamalar

İlk taşı yandaş Sabah gazetesi attı. 13 Ekim günü Faruk Erdem imzalı bir haberde, %22’lik bir artışla “2022 yılında net asgari ücretin 3.447,50 liraya çıkacağını hesaplayabiliriz. Burada küçük artış ve inişlerle baktığımızda net asgari ücretin 3.250 TL ile 3.500 TL arasında olacağını söyleyebiliriz” denildi.

Kasım ayına girilmesiyle birlikte Hükümet cephesinden rakam vermeden yapılan açıklamalara tanık olduk. Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan “Cumhurbaşkanımızın en hassas olduğu hususlardan biri vatandaşımızın enflasyona ezdirilmemesi. Asgari ücret başta olmak üzere bu konuda gerekli hassasiyeti göstereceğiz” dedi. Peşinden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin “Asgari ücretle ilgili Türkiye çapında anket yapıyoruz.

Enflasyon karşısında emeği koruyacak bir asgari ücret seviyesinin belirlenmesi gerektiği düşüncesiyle hareket ediyoruz.” diye konuştu.

Muhtemel Zam Oranı

Mevcut enflasyon oranına (%19,89) göre zam yapılsa bile yeni asgari ücretin 3.400 TL’ye çok yakın bir seviyeye çıkması gerekiyor. AKP’li yıllarda asgari ücrete yapılan zam oranının genellikle enflasyon rakamlarının birkaç puan üzerinde olduğunu dikkate aldığımızda, 2022 asgari ücretinin 3.500 TL’ye yaklaşması olması neredeyse kesin görünüyor. (Resmî enflasyon rakamlarının her daim gerçek düzeyin altında kaldığını dikkate alırsak, bu zamların en iyi ihtimalle alım gücünü ucu ucuna telafi etmekten başka bir anlama gelmediğini görebiliriz.) Bir de üstüne yaklaşan seçimlerle iktidarın eriyor oylarını eklediğimizde, Sabah gazetesindeki tahminin çok sıra dışı olmayacağını söyleyebiliriz.

Öte yandan bu senaryo, asgari ücrete 600 TL’den fazla bir zam yapılması anlamına geliyor: göreli (zam oranı) olarak önceki yıllarda daha yüksek oranlarda zam yapılmış olsa da mutlak (net miktar) olarak bugüne kadarki zam miktarlarını geride bırakacak bir zam. Özellikle sermayesi sınırlı olan kapitalistler açısından psikolojik olarak zorlayıcı bir düzey…

Emekçiler açısındansa bu rakamlar, hemen açlıktan öldürmeyecek ama diğer yandan en temel ihtiyaçları bile hasbelkader karşılamaya yetmeyecek bir düzey anlamına gelecek. Fakat ekonomik krizde en ufak bir sertleşme durumunda, zaten tat vermeyen bu gelir düzeyi, açlığın ve sefaletin kapılarını aralayacak. (Bu açıdan şimdilik burada detaylarına giremeyecek olsak da asgari ücretin miktarının yanı sıra enflasyondaki artışa endekslenen bir ücret artışı modelinin aklımızın bir köşesinde olması önemlidir.)

Çeşitli Öteki Senaryolar

Asgari ücretin 3.500 TL seviyesinin de yukarılarına çıkarılması ve 4.000’TL bandına yaklaşması, yani somut iyileştirme anlamına gelecek bir artış; olağanüstü gelişmeler yaşanmadıkça ve vergi düzenlemeleri ihtimali haricinde olanak dâhilinde görünmüyor. Oysa milyonlarca emekçi için iktidara kesin bir sempati yaratacak olan bu hamle her şeye (seçime, her türden popülizme vs.) rağmen, iktidarın ayaklarını bastığı asıl zeminde (kapitalizm) çatlaklara yol açacağından, gündem dışı. Bunun dışındaki senaryolara bakalım:

1 – İktidar, patronların arzularını kör göze parmak sokarcasına sırtlanacak ve asgari ücreti 3.000 TL’nin sadece biraz üzerinde tutacak. Bu seçenek, milyonlarca asgari ücretli için kelimenin sözlük anlamıyla açlığa kitlesel bir mahkûmiyet demek olur. Seçmen tabanının daraldığı ve seçimlerin ön yılı olacak bir dönemde, iktidarın bu seçeneği göğüsleme ihtimali pek fazla değil.

2 – Gelelim muhtemel senaryoya (3.500 TL bandında asgari ücret). Normal bir dönemde “ne şiş yansın ne kebap” anlayışının gideri olabilir. Ancak içinden geçtiğimiz ekonomik koşullarda dinamikler keskinleşiyor.

Patronların bir kesimi düşen kârlarını telafi etmek için, diğer kesimi ise pastadaki paylarını büyütmek için kâr oranlarını yükseltebilmek ya da koruyabilmek için daha da atılganlaşıyor. Bu koşullarda, özellikle örgütsüzlüğün ve güvencesizliğin yoğun olduğu iş kollarında, 3.500 TL bandına çıkartılacak asgari ücret, asgari ücretin bir miktar yukarısındaki ücretlerin yerinde saymasına ve fiilen birkaç milyon emekçinin daha asgari ücretlilerin arasına katılmasına yol açacaktır.

Birinci seçenekte asgari ücret alan milyonlarca emekçinin öfkesi, ikinci seçenekte ise asgari ücretin “bir tık” üzerinde ücret alan milyonlarca emekçinin öfkesi, daha 2022’nin ilk aylarında kabaracak. Yani iktidar neyi tercih ederse etsin, emekçilerin öfkesiyle karşılaşmaya mahkûm görünüyor.

“Vergide Adalet” Ama Kimin İçin?

DİSK-AR’ın “Asgari Ücret Gerçeği Araştırması 2021” raporuna göre AKP, 2002’deki iktidara gelişinden bu yana en alt gelir grubuna dâhil olanların üzerindeki gelir vergisi yükünü oransal olarak 2 katına çıkardı. Gelir vergisi dilimleri rakamları, asgari ücretten daha yavaş artırıldı, böylece 2002-3’te ilk vergi diliminin sınırı 15-16 asgari ücrete denk gelirken (böylece asgari ücretli yıl boyunca aynı vergi dilimindeyken) bu oran 2016 itibariyle 7 bandına düştü. Sonuçta asgari ücretliler Ağustos ayı itibariyle daha yüksek tarifeden gelir vergisi ödemek zorunda kaldı.

Uzun yıllardır emek hareketinin taleplerinden birisi, asgari ücretten vergi alınmaması. Ama gelinen noktada çeşitli sermaye ya da iktidar çevrelerinde de benzer söylemler duyuluyor. İzmir Ticaret Odası yönetimi, asgari ücretin vergiden muaf olması taleplerini TOBB ve ÇSGB’na ileteceklerini açıklarken, Dünya gazetesi başyazarı Osman Arolat “ilk yapılması gerekenin asgari ücretlinin, enflasyona daha fazla ezdirilmemesi için asgari ücretin vergi dışı bırakılması” olduğunu ifade ediyor. İktidar ortağı MHP’nin de benzer bir teklifinin olduğu iddia ediliyor. AKP kanadının ise daha yumuşak bir alternatif arayışında olduğu söyleniyor.

Bu çıkışlar, aklımıza “işçinin patronla anlaşarak sigortasız çalışmasını” getirmeli: İşçi ile işveren anlaşır, işçi sigortasız çalıştırılır. Patron, örneğin 2021 yılında toplamda 1.000 TL’nin üzerinde olan SGK primi maliyetinden kurtulur, işçinin ücretinde ise 400-500 TL aralığında bir artış olur. Oransal olarak da mutlak olarak da patron bu ilişkiden daha kârlı çıkmış olur, onun için kaybedilen herhangi bir şey söz konusu değildir, safi kazançtadır. İşçi ise patron göre daha az olan kısmi ek kazancına rağmen sigorta hakkını ve hatta gelecekteki emeklilik hakkını kaybeder. Asgari ücretin vergiden muaf tutulmasını isteyen sermaye çevreleri, benzer bir tezgâh planlıyor olmasın?

Evet, asgari ücretin vergiden muaf tutulması gerekiyor. Ancak bu düzenlemenin işçilere verilecek kısmi bir paya karşılık esas olarak patronların cebinden çıkacak maliyeti azaltacak şekilde kurgulanması, yine “işçilerden çalınanla patronlara teşvik verme”ye dönüşmesi kesinlikle kabul edilmemeli. Asgari ücretteki artışın, verginin kaldırılması ya da azaltılması yoluyla, örneğin brüt asgari ücretin çok az artması ama net ücretin daha fazla artması, yani daha önce AGİ’nin asgari ücrete dâhil edilmesinde olduğu gibi Ali Cengiz oyunuyla sağlanması demek, işçilerin yine kandırılması anlamına gelecektir.

İkinci mesele, sadece asgari ücretliden vergi alınmamasıyla yetinilmemeli, kamusal ve toplumsal giderlerin sağlanması amacıyla kapitalist servetin de vergilendirilmesi gerekir. Yoksa kapıdan kovulan adaletsizlikler, işçi evlerinin bacalarından girmeye devam eder.

Üçüncü mesele ise, kamusal kaynakların, yani toplanan vergilerin, primlerin vb. nasıl kullanıldığıyla ilişkili. Eğer toplanan toplumsal kaynaklar, sermayeye peşkeş çekilmeye devam edilir ve işçiler ekonomik kriz karşısında kendi kaderine terk edilirse, “vergi adaleti”ne bütünsel bir yaklaşım ortaya konulmamış ve yine işçi sınıfı aldatılmış olur.

KATEGORİLER