AP Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ Nasıl Durdurulacak? – Tarık Hasan
Grup | 2024 Sonuçları | 2019 Sonuçları | Değişim |
Merkez-sağ (EPP) | 189 | 178 | 11 |
Merkez-sol (S&D) | 139 | 140 | -1 |
Liberal | 82 | 102 | -20 |
Milliyetçi-muhafazakar (ECR) | 80 | 68 | 12 |
Grupsuz | 77 | 49 | 28 |
Aşırı-sağ (ID) | 62 | 59 | 3 |
Yeşiller | 52 | 72 | -20 |
Sol | 39 | 37 | 2 |
10 Haziran’da 27 ülkede Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri gerçekleşti. Her iki seçmenden yalnızca birinin sandığa gitti seçim sonuçları AB sisteminin sorgulanmasının yaygınlaşmasına, 2008 krizinden bu yana farklı katmanlarla süren siyasi krizin derinleşmesine ve Batı solunun tarihsel krizine işaret ediyor. Bu krizin bir sonucu olarak aşırı sağcı/faşist güçlerde oy artışı yaşanıyor.
Seçim sonuçları beklenildiği gibi sağ dalganın yükselişinin devamına işaret etti. Liberal kanat Yeşiller ile birlikte büyük hezimete uğradı: İki eğilim toplam 40 koltuk kaybetti. Merkez sağ partiler ile aşırı sağ partilerin toplamı, AP’nin ezici çoğunluğunu ele geçirdi. Ana öylemini aşırı sağın yükselişinin karşısında ehven-i şer olma söylemi etrafında kuran sosyal demokratlar, liberaller ve Yeşiller ise tarihsel gerilemesini sürdürüyor. Sonuçlar, bir süredir kendisi de sorgulama konusu olan AB için yeni bir dönemi haber veriyor.
Seçim sonuçlarının en çok tartışıldığı ülkelerin başında Almanya ve Fransa geliyor. Almanya’da SPD % 13.4 oy oranıyla üçüncü, aşırı-sağcı AfD %15.9’la ikinci, ana muhalefet olan merkez-sağ, Hristiyan Demokrat CDU/CSU ise % 30 oyla birinci oldu. Solun çatı partisi olan Die Linke ise oylarının yarıdan fazlasını kaybederek % 2.7 oy oranında kaldı. Sonuçlar iç açıcı olmasa da, AfD’nin beklenenden daha düşük oy aldığını söylemek mümkün. Son zamanlarda gündemden düşmek bilmeyen yolsuzluk haberleri, skandallar, ajanlık suçlamaları, nazizimle açık bağın sonucu olarak ortaya çıkan kitlesel anti-faşist eylemler neticesinde üyesi olduğu AB karşıtı aşırı sağcı AB Parlamentosu grubu Kimlik ve Demokrasi (ID) grubu, AfD’yi ihraç etmişti.
Almanya açısından diğer bir önemli veri ise, Doğu ve Batı Almanya arasından kutuplaşmanın derinleşmesinin göstergesi olarak oy tercihlerinin dağılımı oldu.
SSCB’nin çökmesinin ardından Doğu Almanya vatandaşlarının sahip oldukları kamusal barınma, eğitim, sağlık gibi sosyal hakları neoliberal politikalarla birlikte sahip ellerinden alınmıştı. 2008 kriziyle beraber bu yoksullaşma daha da ivme kazanmıştı. 2019’un sonundan itibaren ise işçilerin reel ücretleri erimeye başladı.
AB’nin amiral gemisi olma iddiasındaki Almanya’da enflasyon, ücretlerdeki gerileme, kira sorunu gibi meseleler sınıfsal tepkileri açığa çıkarmış; uzun on yılların ardından ilk kez sağlık ve ulaştırma sektörleri başta olmak üzere grevler ortaya çıkmıştı. Bu sistem kaynaklı sorunlar karşısında ise sistem partileri ( Hristiyan Demokratlarından SPD, Yeşiller ve Die Linke’ye kadar) yalnızca ton ve vurgu farklılıklarına sahip. Üstelik, bugünkü tablo bu burjuva siyasi yelpazenin ortak marifeti. Her biri kendi dönemleri boyunca emekçilerden tırtıkladıklarıyla daha piyasacı, dış politikada daha saldırgan modeli el birliği ile var ettiler. Hal böyle olunca sistemin ürettiği sorunlara yönelik öfkesi biriken ve geleceksizlik konusunda ciddi endişeleri olan -özellikle genç- kesimler aşırı sağın potasına giriyor.
Yoksullaşmanın, krizin, AB emperyalizminin sebep olduğu savaşların faturasını yoksul mültecilere kesen ancak bunu AB emperyalist birliğinin farklı uluslara dayattığı politikanın bir neticesi olduğunu söyleyen AB karşıtı pozisyonu savunan ancak ekonomik anlamda da korumacılığa kapı açan aşırı sağ sorunların kaynağını manipüle ediyor olsa da kitlelerin gözünde en azından sorunları konuşan tek taraf oluyor. Çünkü Batı solu, sınıfçılığı terk ederek kimlik politikalarına giriş yaptı. Kimlikçiliğin sağcı versiyonunun AfD gibi faşist yapıların ana ana söylemi olduğu bugüne geldiğimizde ise sol artık bir karşı hegemonya geliştirecek araçlara sahip olamazdı. Anti kapitalist, anti emperyalist bir sınıfçı solun yokluğu sisteme karşı biriken öfkeyi yönetme becerisi ortaya koyamıyor.
Fransa’da ise Le Pen’in liderliğindeki aşırı sağcı Ulusal Birlik Partisi, tek başına girdiği seçimlerde % 31 oy alarak kendi rekorunu kırdı. Zenginlerin büyük dostu cumhurbaşkanı Macron’un partisi Rönesans’ın liderliğindeki ittifak %14.63 oy oranı ile ikinci, sosyal-demokrat Sosyalist Parti liderliğindeki ittifak ise % 13.83 ile üçüncü oldu. Seçim sonuçlarının açıklanmasının hemen ardından Macron, aşırı-sağcı Ulusal Birlik Partisi’nin rekor oy oranı ile birinci parti olması nedeniyle Ulusal Meclisi feshetti ve erken seçim yapılacağını duyurdu. Ultra zenginlerin açık savunucusu Macron, aşırı sağın yükselişinin karşısında AB değerleri ve özgürlük gibi alanları öne çıkararak kendisini sistemin tek kurtarıcısı ilan etmiş ve Le Pen karşısında 2022 yılında %58 ile cumhurbaşkanı seçilmişti. Sarı yelekliler hareketi, pahalılık, polis şiddeti, sendikal haklar, emeklilik hakları gibi pek çok konudaki saldırıların sınıfsal itilimi ile seçim atmosferine girilmesine rağmen sol ehven-i şer olarak Macron’a destek olmuştu. Bu taktiği yeniden devreye sokmak isteyen Macron, AP seçimlerinin yarattığı şok etkisi ile derhal seçim kararı alarak 30 Haziran’daki ilk tur seçimlerde “tek alternatif” olma konumunu sürdürmeyi planlıyor. Zenginlerin, AB egemenlerinin, Fransız emperyalizminin, patronların ökçesi altındaki Fransız emekçilerinin öfkesi ise bir alternatif devrimci sol potansiyelleri taşıyor. Nitekim, AP seçim sonuçlarının hemen ertesinde Paris’te kendiliğinden anti-faşist eylemler meydana geldi. Sabah saatlerinde de bazı üniversite öğrencileri dersleri boykot ederek kampüste eylemler düzenledi. Devrimci sol, egemen sınıfın bu iki berbat kanadından bağımsız bir alternatif ile sürece girmediği takdirde aşırı sağcıların bugünlerin kazananı olacağını görmek için kahin olmaya gerek yok.
İtalya’da sonuçlar aşağı yukarı beklenildiği gibi gerçekleşti. Bir süredir kendisini açık olarak faşist adlandırmaktan sakınan, siyah gömleklilerle Mussolini anması yapan gruplardan kendisini ayrıştırarak daha merkez-sağ bir pozisyon almaya soyunan başbakan Meloni liderliğindeki İtalyan Kardeşleri Partisi, %28.77 oyla birinci oldu. AB Parlamentosunda aşırı-sağcı ID grubunda yer alan Le Pen, AfD’nin gruptan atılmasının ardından milliyetçi-muhafazakâr ECR grubunda yer alan Meloni’ye parlamentoda ortak sağcı bir ittifak kurmayı teklif etmişti. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in de, Meloni’ye merkez-sağcı EPP grubuyla ortaklık teklif ettiği biliniyor. Meloni ve partisi ise henüz net bir cevap vermedi.
Avusturya‘nın aşırı sağcı Özgürlük Partisi, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oyların %25,7’sini alarak ilk kez ülke çapında yapılan bir seçimde birinci oldu. Onu % 24,7 ile muhafazakar Avusturya Halk Partisi ve %23,2 ile merkez sol muhalefet Sosyal Demokratlar izliyor. Avusturya aynı zamanda Eylül ayında seçimlere gidecek ve orada da aşırı-sağın zaferi bekleniyor.
2023 seçimlerinde hükümet kurma yetkisi alan Polonya Başbakanı Donald Tusk’ın merkezci partisi, en çok oyu alarak on yıl sonra sağ popülist bir partiye karşı ilk seçim zaferini kazandı. Tusk’ın liderliğindeki Sivil Koalisyon AB seçimlerinde oyların % 37,1’ini aldı. Jarosław Kaczyński liderliğindeki ve 2015’ten geçen yıla kadar iktidarı elinde tutan otoriter popülist Hukuk ve Adalet Partisi ise % 36,2 oy aldı. İsrail’e sınırsız desteği ve müslüman mültecilere karşı nefretiyle bilinen aşırı sağcı Konfederasyon Partisi, % 12,1 ile üçüncü olarak şimdiye kadarki en çok oyunu almış oldu.
Diğer bir ilginç sonuç ise Macaristan’dan geldi. 14 yıldır iktidarda olan Viktor Orban liderliğindeki sağcı, otoriter FIDESZ Partisi seçimlerde birinci olsa da büyük bir oy kaybı yaşadı. 2022 seçimlerinde, Orban’ın Türkiye’deki altılı masa ittifakına benzer seçim ittifakına karşı zaferinin ardından Macaristan muhalefetinde umutsuzluk kendini göstermişti. Fakat 2021’de kurulan TISZE (Saygı ve Özgürlük Partisi) % 30 oy alarak muhalif kesimler arasında yeniden umut yaratmış gibi gözüküyor.
İspanya‘nın ana muhalefet partisi olan muhafazakar Halk Partisi, Avrupa Birliği parlamento seçimlerinde iktidardaki solcuların önüne geçti. Halk Partisi (PP) oyların % 34’ünü alarak Başbakan Pedro Sánchez’in merkez sol ittifakından dört puan daha fazla oy aldı. Bu da muhafazakârlar için bir önceki Avrupa seçiminden dokuz fazla olmak üzere 22, Sosyalistler için ise 20 sandalye anlamına geliyor.
Avrupa’da Aşırı Sağ Tehlike
Aşırı sağcı güçler şimdilik seçim yoluyla; seçimde oy alan bir aşırı sağ eğilim olarak ortaya çıkıyor. Sınıf hareketinin çok geride olduğu günümüzde siyasetin emek ve sokak merkezli olmaması şimdilik bu unsurları birer oy veren/takipçi noktasında bırakıyor. Ancak, sistemin krizinin uzaması, 2008 krizi sonrası toparlanma bekleyen sistemin beklenen toparlanmaya kavuşması bir yana; emperyalist merkezler arasındaki gerilimlerin artması, AB’nin Brexit’ten bu yana açık bir sorgulanmaya tabi tutulması, Ukrayna savaşı, göçmenler gibi temel konular politik alanda etkilerini daha keskin şekilde hissettiriyor. AB’nin merkez güçleri olan Almanya, Fransa ile diğer ülkeler arasındaki makasın giderek açılması ve AB içindeki eşitsizliklerin ve emperyalist tahakküm ilişkisinin etkileri tepkinin merkezinde yer alıyor. Ukrayna savaşındaki tavır konusunda AB içinde yaşanan çatlaklar; Almanya’nın çevre AB ülkelerine para vererek sorundan kurtulma taktikleri, “yeşil” siyaset adı altında başka türden bağımlılık ilişkilerinin geliştiriliyor olması, üye devletlerin birkaç merkez devletin çıkarı etrafında alınan kararla yönetiliyor olması; tutarlı bir anti-emperyalist anti-ab karşıtlığı etrafında örgütlenmeyen bir solun yokluğunda milliyetçi,muhafazakar, tutucu etkileri güçlendiriyor. Bu nedenle, kendisini göçmen sorunu ile görünür hale getiren AB karşıtlığında ortaklaşan bir aşırı sağın güçlenme kaynaklarından biri bu krizin kendisi. Çünkü AB’nin eski iktisadi genişleme günleri sona erdi ve artık birliğin kendisi faydadan çok çatışma getiriyor.
1980’lerde Avrupa ekonomisi, dünya GSYİH’nın %25’ni oluşturuyordu ve yıllık ortalama %2 büyüme oranına sahipti. 2020’lerde ise Avrupa, dünya GSYHİH’nın sadece %15’ni oluşturuyor ve yıllık ortalama büyüme oranı %1’in altında seyrediyor.
Son on yılda Avrupa’da doğurganlık oranı azaldığından, işgücü nüfusu da hızla azalıyor. Almanya nüfusu yaklaşık %30’luk; Portekiz, İtalya ve Yunanistan %20’lik; Bulgaristan, Letonya, Ukrayna, Hırvatistan, Romanya, Sırbistan, Polonya ve Macaristan %15’lik bir daralmayla karşı karşıya. Avrupa’nın bu nüfus açığını işgücü verimliliğini artırarak, yani göreli artı-değer oranını yükselterek dengelemesi ise yakın zamanda olası gözükmüyor. Avrupa’da verimlilik oranları son on yıldır düşüyor.
AB’nin merkez ülkelerinde de kar oranları düşme eğilimini gösteriyor. 2008 krizi ve pandemi sürecinden sonra Fransa ve Almanya’da net sermaye getiri oranının %30 puan düştüğünü görüyoruz.
Bu tabloya bakarak 70’lerden itibaren neoliberal hegemonyanın ve küreselleşme tahayyülünün gittikçe yön değiştirdiğini görmek mümkün. 2008 kriziyle beraber neoliberalizmin aldatıcı refah anlatısı yerle bir olmuştu. 2020-21 pandemi süreci ise küresel değer zincirinde kırılma yarattı. Ticaret rotalarının kesintiye uğraması birçok ülkede temel tüketim maddelerinin bile bulunamamasına yol açtı. Üstelik 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna savaşıyla beraber enerji akışı rotaları zarar görmüş, Avrupa’da enerji fiyat enflasyonu patlak vermişti. Çin’in teknoloji ihracatında liderliği ele geçirmesi, BRICS gibi alternatif ekonomik organizasyonların daha fazla gündeme gelmesi gibi konular da meselenin diğer tarafı.
Neoliberalizmin buhranına karşılık kemer sıkma programını uygulamaya koyulan merkez-sol ve merkez-sağ hükümetlerin halk tarafından meşruiyeti gittikçe azalıyor. Halkın ekonomik sıkıntılarına kulak tıkayıp “demokrasi, hukukun egemenliği” taleplerini öncelikli talep olarak dillendiren liberal siyaset aslında demokrasinin altını kazdı ve kazmaya devam ediyor. Kendini düzen karşıtı olarak sunan aşırı-sağ örgütlenmeler ise geleneksel, kültürel değerleri ön plana çıkarıyor ve iktisadi sorunların kaynağını farklı kesimlere (göçmenler, Müslümanlar, LGBTİQ+ bireyleri vs.) kanalize ederek popülist bir siyaset yürütüyorlar.
Bu sağcı partilerin Avrupa Birliği üzerine düşüncesi ise genellikle olumsuz yönde. AB’nin ulus-devlet üzerindeki tahakkümüne karşı çıkıyor, küreselleşme karşısında korumacılık politikaları öneriyor. Fakat bu AB projesinin iflası veya çöküşü anlamına gelmez. AB ülkelerinin vatandaşlarının çoğunluğu hala AB yanlısı bir konumda.
Eylül’de yapılacak olan ABD seçimleri aşırı sağın yükselişi açısından önemli olacaktır. Trump’ın seçilmesiyle beraber Çin ve Rusya blokunun alternatif olduğu çok-kutuplu dünya düzeninde hegemonya mücadeleleri devam edecektir.
Sosyalistlerin omuzlarına bu konuda ağır görevler düşmektedir. Sadece geleneksel muhafazakar partilerin dışladığı toplumsal kimliklerin sözcülüğü üstlenen sol partilerin bu süreçte yararsız, hatta olumsuz etkisi olacaktır.
Sistem içi eleştiren birer aparata dönüşmüş olan sosyal demokratlar, yeşiller, liberaller hem ikiyüzlü hem inandırıcı olmaktan çok uzak. Aşırı sağ tehlikenin bertaraf edilmesi için bu unsurlara verilen destek, aşırı sağın daha da büyümesinden başka sonuç doğurmayacaktır. Sistem karşıtı öfkenin birikip akacağı kanal sınıf mücadelesinin kanalı olmazsa faşistlerin manipülatif gücü kitlelerin üzerinde daha etkili olacaktır.
Sistem karşıtlığında tereddüt eden, hiçbir programı, heyecanı, hikayesi olmayan bir sol anlayış iklimin sağa çekmesini durduramaz. İşçi hareketinin Avrupa çapında yeniden yükselişe geçerek temel karşıtlığı zenginler ve emekçiler arasında kurması; NATO saldırganlığının ve kızışan emperyalist denklemlerin Avrupa sokaklarında asıl düşman içerde sloganına dönüşmesi milliyetçi/faşist ikiyüzlü manipülatörlerin de maskesini düşürecektir. Faşist saldırganlıklar karşısında gençliğin enerjisi birleşik antifaşist eylemlerle ileriye taşınmalıdır. Bu politik eksende yaşanan tereddütler, bağımsız sınıf tavrından ve sınıfsal radikalizmden kaçış; sınıf düşmanlığında, emekçi düşmanlığında, göçmen düşmanlığında, kadın ve LGBTİ düşmanlığında hiçbir tereddüt göstermeyen aşırı sağın geriletilmesinde yardımcı olmayacaktır.