AKP'nin Talan Ekonomisi Kara Kışa Giriyor – Emre Güntekin

4 Mart, 2014

Son günlerde derin bir politik kriz içerisinde yuvarlandığımız artık her yandan hissediliyor. AKP’nin rüşvet ve yolsuzluklara dayanan iktidarı artık kabına sığmıyor, her yerden cerahat akıyor. Bugüne kadar partiyi bir arada tutan ittifaklar zinciri de dağılmış durumda. AKP’nin 11 yıllık iktidarında hem devlet aygıtı hem de iktidarı elde tutmanın sağladığı rantı bugün birbirlerine kamikaze dalışı yapmaktan kaçınmayan Gülen ve Erdoğan ikilisi paylaşarak işleri rayında tutuyordu. Ancak bugün beraber yürüttükleri bu tren devrilmek üzere. Gülen’in salvoları 17 Aralık’tan bu yana iktidarda ölümcül yaralar açmış durumda ve artık hem uluslararası arenada hem de Türkiye içerisinde AKP’nin ve Erdoğan’ın iktidarının sonsuza kadar sürebileceğine dair kör inanç onarılmayacak bir hasar gördü.

AKP’yi 17 Aralık’tan bu yana yıpratan asıl konu ise politik krizin artık daha görünür kıldığı ekonomik bunalım. AKP iktidarı geçtiğimiz yıl özellikle Gezi Direnişi’nden bu yana ne hedef koyduysa tam tersi gerçekleşiyor. Temmuz 2013’te Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı 2013 sonu enflasyon hedefini 0,9 puan artışla % 5,3’ten % 6,2’ye yükseltmişti. Başçı ayrıca Ağustos ayında  “MB’ye Ekim sonuna kadar süre verin, TL’yi aslanlar gibi koruyacağız” demiş ve doların belini kırarak yılsonunda 1,92 TL’ye indireceklerini açıklamıştı. Bugün dolar 2,20 TL civarına saplanmış durumda. Büyümenin 2014 yılında nasıl gerçekleşeceğine dair ise örnek olarak TOYOTA Ceo’su Ali Haydar Bozkurt 23 Ocak’ta yaptığı açıklamada “Pazar yüzde 30 azalacak. 600 bin civarında gerçekleşecek. Kurda bizim artık absorbe edebileceğimiz çizgiyi çoktan geçtik. Bıçak kemiğe dayanmadı, kemiği kesti.” sözleriyle özetliyordu. İthalatın belkemiğini oluşturan otomotiv ve elektronik gibi sektörlerde kriz kapıya dayanırken, özellikle faizlerde yaşanan artışın konut fiyatlarında yarattığı artış inşaat sektöründe de daralmaya neden olacaktır. Daha dolardaki hızlı artışa, borsadaki çakılmaya değinmedik bile… Kısaca işaretler AKP’ye ve Tayyip Erdoğan’ın siyasi geleceğine ölümcül darbelerden birinin ekonomiden geleceğine gösteriyor.

Aslında AKP’nin en başından beri üzerine oturduğu sıcak para girişine dayalı ve geleceği olmayan büyüme modelinin sonunun geleceği belliydi. Bu yönelim 11 yıl boyunca bir nebze olsa da iktidarın istikrar kelimesini daha sık telaffuz edebilmesine olanak sağladı. Erinç Yeldan’a göre Türkiye 2003-sonrasında (AKP iktidarında) yüksek reel faiz ile çalışan, elde ettiği döviz girişleri sayesinde de dövizin fiyatını ucuz tutarak ithalatını finanse eden dışborçlanmaya dayalı, bağımlı bir ekonomik model izlemiştir. Yüksek reel faiz sunarak, uluslararası spekülasyon oyunu içerisinde “ayrıcalıklı” bir konum kapma uğraşı aslında 2001 krizi sonrasında Türkiye’ye bizzat IMF tarafından telkin edilmiştir. AKP ekonomi idaresinin 2003 sonrasında Türkiye ekonomisi için harfiyen uyguladığıyüksek faiz aracılığıyla yurt dışından sıcak para girişlerine ve dövizin ucuztutulmasına dayalı sanal büyüme modeli sayesinde, Türkiye bir yandan ucuz ithalat aracılığıyla tüketim talebini karşılamış, bir yandan da enflasyonu yüzde 10’un altına düşürebilmiş idi.” (2 Ekim, Cumhuriyet).

Ancak iktidar açısından geçmiş güzel günler artık çok gerilerde. Uluslararası dinamiklerde Türkiye gibi reel sektörden ziyade finansal sermayeye sırtını yaslayarak büyümeye çalışan ülkeleri tedirgin ediyor. Geçtiğimiz yıl Mayıs ayında piyasaya her ay verdiği 85 milyar dolardan azalmaya gideceğini açıklayan FED fitilin ucunu ateşlemişti. Tersi yöndeki beklentilere rağmen kademeli de olsa FED’in para politikasını sıkılaştırdığı süreç içerisinde gözlemlendi. 2003 yılından bu yana ABD’nin esnek para politikasının kaymağını yiyen ve bu kaynağı ithalatı ve iç tüketimi artırmakta kullanan Türkiye, daralmayla birlikte acı gerçekle yüz yüze kaldı. Türkiye’nin de aralarında yer aldığı ve “Kırılgan beşli” olarak adlandırılan Brezilya, Hindistan, Güney Afrika, Endonezya gibi ülkeleri de sürecin etkilemesi bekleniyor. Ancak karşılaştırmalı sonuçlar Türkiye’nin bu zincirin en zayıf halkası olduğunu gösteriyor. Aşağıda gösterilen tabloda yer alan veriler Türkiye’nin kırılganlığının sebeplerini ortaya koyuyor: Düşük büyüme hızı, yüksek enflasyon, bütçe açığı ve cari açık. Türkiye geçtiğimiz yıl yaklaşık 60 milyar dolarlık bir cari açıkla rekor kırdı. Buna ekstradan kamunun borç yükünü oluşturan 160 milyar doları da eklediğimizde ortaya Türkiye’nin gayrisafi milli hasılasının % 25’ini kemiren bir durum çıkıyor. Paranın kaçışını durdurmak şimdilik mümkün görünmüyor: Financial Times’a göre şimdiden gelişmekte olan ülkelerden aylık para çıkışı 12 trilyon dolar seviyesinde gerçekleşti.

Ülkeler

Büyüme (%)

Enflasyon (%)

Bütçe Açığı (%)

Cari Açık (%)

Brezilya

2,5

6,2

3,0

3,5

Hindistan

5,0

9,6

5,2

3,9

Endonezya

5,6

7,1

3,3

3,5

Güney Afrika

1,9

5,8

4,8

7,0

Türkiye

3,2

7,6

2,2

7,2

(Economist, Kasım 2013)

Lale Devri Geride Kalıyor

Türkiye geçtiğimiz 10 yılı tabiri caizse bir lale devriyle geçirdi. Esasında tepede zenginin daha da zenginleştiği  ve yoksulla arasındaki gelir uçurumunun derinleştiği bir 10 yıl yaşadık. İşsizlik arttı, yoksulluk ve açlık sınırı roket hızıyla artarken ücretler enflasyon karşısında eridi, kamusal haklar tırpanlanırken, yoksulluk dört bir köşede daha fazla hissedilir hale geldi.

Yaratılan balonun bir gün patlayacağı açık bir gerçek olduğu halde herhangi bir önlem alındı mı? Koca bir hayır.

AKP’nin o büyük anlamlar atfettiği ekonomik istikrarın nasıl gerçekleştiğine bir göz atmak gerek. Öncelikle nelerin yapılmadığıyla başlamak yerinde olacaktır. İşler bir ekonomide istikrarı uzun vadeye yayacak temel araç endüstriyel üretimdir. Finansal araçlarla ülkeye giren kaynağı bu şekilde uzun vadede tutabilmek zordur. Bugün yaşanan politik krizlerde olduğu gibi gözü her zaman kapının dışında olacaktır. AKP Türkiye’sinde yaşananlar ekonomik krizi tetikleyici etki yapmaya devam ediyor. Siyasi çalkantılar ekonomik bunalım emarelerini daha da görünür kılmaktadır.

AKP iktidarının bugüne kadar seçim başarılarının temelinde istikrar sayesinde gerçekçi olabileceğine kitleleri inandırabildiği gelecek tahayyülleri yatıyordu. Önce cumhuriyetin 100. yılında hedef olarak en büyük 10 ekonomi arasına girmek aşılandı. Yetmedi Erdoğan’ın gücünün doruğunda yaşadığı özgüven patlaması yeni hedefin Malazgirt Savaşı’nın 1000. yılı, yani 2071 olarak revize edilmesine neden oldu.

Ancak sıcak paraya dayalı, sanal istikrar ortamında bile bu hedeflerin gerçekliğinin bulunmadığı belliydi. AKP’nin gücünün henüz sarsılmaya başlamadığı 2011 yılında ülkelerin yabancı sermaye yatırım stoklarına bakmak yeterlidir. Hong Kong, Çin, Brezilya, Singapur, Brezilya, Rusya ve Meksika gibi ülkeler yabancı sermaye yatırımlarından aslan payını kaparken, Türkiye ancak 31. Sırada kendisine yer bulabilmişti. Bu haliyle bile, Türkiye’nin 2023’te en büyük 10 ekonomi arasına girmesi imkânsızken; artık AKP’nin bir sonraki seçimleri görüp göremeyeceği üzerine tahminler yürütülebiliyor.

AKP bu duruma kendisini bilerek ve isteyerek getirdi. Sermaye kaçışı sadece Türkiye’ye özgü olmamakla birlikte; birçok ülke ekonomide esnek politikalar izleyerek olası bir krize karşı önlemleri artırmaya devam ederken, Türkiye AKP iktidarı sayesinde gölgesiyle kavga ediyor.

Örneğin krizin vurma olasılığının bulunduğu ülkelerden biri olan Brezilya, yaz aylarında Türkiye’ye benzer şekilde toplumsal hareketlerle karşı karşıya kaldı. Ancak Brezilya Devlet Başkanı Dilma Roussef protestocularla gurur duyduğunu açıklamış ve toplumsal gerilimi yumuşatmaya çabalamıştı. Türkiye’de ise Gezi Direnişi ile neye uğradığını şaşıran Tayyip Erdoğan ve şürekâsı olayların başlangıcının üzerinden iki gün geçmeden yıllardır kaymağını yedikleri “faiz lobisi”ne basınç yapmaya başladılar. Erdoğan’ın emriyle BDDK bütün bankalarda incelemeler başlatacaktı. Erdoğan çok geçmeden kafayı bu kez Gezi Direnişi’nde yoğun polis teröründen kaçan eylemcilere kapılarını açan Divan Oteli’nin sahibi Koç grubuna taktı ve Koç’un OPET, Tüpraş ve Aygaz gibi şirketlerinde vergi denetimi ve kaçak akaryakıt denetimi başlattı.

Bir hükümet partisi olarak görevi bugüne kadar yaptığı gibi sermaye için engelsiz bir sömürü alanı yaratmak olan AKP giderek sermaye açısından en önemli engellerden biri haline dönüşüyor. Tartışmasız bir şekilde 11 yıllık iktidarı boyunca kapitalistlere önemli bir talan ekonomisi yarattı. Satılmadık kamu kuruluşu kalmazken, emek maliyetlerini budayarak kuşa çevirdi. Sermaye açısından bundan daha iyi bir alternatif bulunamazdı.

Ancak Gezi Direnişi ile freni boşalan AKP’nin sermayenin huzurunu kaçıracak adımlarının ardı arkası kesilmiyor: İnternet yasasıyla beraber düşünce ve ifade özgürlüğüne önemli bir kısıtlama getirilirken, yolsuzlukların ortaya saçılmasının ardından çıkarılan HSYK ve MİT yasası ülkede burjuva hukukunun bile uygulanıp uygulanmadığı konusunda özellikle yabancı sermayenin aklında kuşku doğuracaktır. Nitekim uluslararası medyada AKP’nin attığı bu adımları sorgulayan sayısız haber ve yoruma rastlayabiliriz.

Şimdiye kadar göze çarpmayan birçok sıkıntının 17 Aralık’ta ortaya saçılan devasa yolsuzlukların ardından daha fazla göze batacağı aşikâr. Yabancı bir yatırımcı olarak düşünün: Siz yapacağınız bir yatırım için başbakanına onlarca milyon dolar vermek zorunda kalacağınız, aynı başbakanın kafası kızınca Wall Street Journal, Financial Times, CNN gibi uluslararası medyaya azar çektiği bir ülkeye gönül rahatlığıyla gider miydiniz? Veya yatırım yapacağınız ülkenin tepeden tırnağa bütün bürokrasisinin yolsuzluk ve rüşvete batmış, keyfince hareket eden kişilerden oluşması sizi tedirgin etmez miydi? Türkiye gibi yabancı yatırımın sürekliliğine ölesiye muhtaç bir ülkede izlenen böylesi bir politikanın kendi topuğuna sıkmaktan başka anlamı bulunmamaktadır.

Yolsuzluk operasyonunun ardından kırılgan ekonomiler üzerine bir dosya hazırlayan Foreign Affairs’de Türkiye üzerine makaleyi yazan Financial Times İstanbul Muhabiri Daniel Dombey tehlikeyi şöyle özetliyor: “Erdoğan’ın başıbozuk politika yapıcılığının ekonomiye zarar vermesi riski, özellikle doğal kaynakları az ve kendi sermayesi küçük olan bir ülkede daha da büyük. Hükümet medyayı kötü haberler yayımlıyor diye cezalandırmaya devam ederse, büyük kararlar bir adamın halet-i ruhiyesine bağlı olarak verilirse, şirketlerin gözü yağma boyutunda cezalarla korkutulursa, Türkiye’nin alışık hale geldiği oranlarda büyümeyi sürdürmesi ihtimali kalmaz.’’

Daha Kötü Bir Gelecek İstenmiyorsa Müdahil Olunmalı!

AKP iktidarının gelinen noktada böylesine devasa sorunları çözebilme yeteneğinin bulunmadığı gözlemlenmektedir. Neredeyse bütün siyasal konularda kendisini tek belirleyici olarak gören Tayyip Erdoğan iktidardan düşerse en çok hayıflanacağı konulardan birisi yarattığı ekonomik tahribat olacaktır. Milyonlarca işsiz, yoksul insanın yaşadığı; bebeklerin açlıktan, doktorsuzluktan öldüğü bir ülke yaratmış; milyarlarca liralık devasa bir serveti mafyavari yöntemlerle edinmiş bir siyasetçi olarak tarihin yapraklarında yerini alacaktır. Bu sayfada elbette yalnız olmayacaktır: Franco’dan Pehlevi’ye, Saddam’dan Hüsnü Mübarek’e pek çok diktatörle birlikte aynı sıfatla anılacaktır.

AKP sonrasında nasıl bir alternatifin kurulacağı ise bizim elimizde olmalıdır. Sokakta, fabrikada her alanda mücadele büyütülmediği, hayat olağan akışına bırakıldığı takdirde sermaye AKP’nin yerine yeni bir kukla dikmekte zorlanmayacak ve onlarca yıldır sürdürdükleri bu sömürü düzenini aynı şekilde devam ettirecektir.

Biz, milyonlar istersek onların arzuladığı dikensiz gül bahçesini cehenneme çevirebiliriz.

KATEGORİLER
ETİKETLER