AKP’nin Suriye Israrı ve Suriye İç Savaşı’nda Son Durum – Çağın Erdinç
Suriye’de, 2011’in Nisan ayında başlayan iç savaş üçüncü yılına giriyor. Herkesin herkesle savaşmaya başladığı ülkede, toplamda otuz binden fazla insanın öldüğü tahmin ediliyor. Suriye’deki iç savaşın ne kadar daha süreceğini tahmin etmek zor; fakat Suriye’yi kendi çıkar sahası olarak gören emperyalist güçler, kendi çıkar gruplarının destekçisi olmaya devam ettikleri sürece, iç savaş uzamaya devam edecektir. Savaşın bitmesini isteyenlerin, savaşta ölenler için sürekli ağıt yakanların, aynı zamanda savaşı çıkaran taraflar olması tarihin ironisi olarak anılacaktır. Bu ironiyi sürekli yeniden üretenlerin başında, hiç kuşkusuz AKP geliyor. Tırlar dolusu savaş araçları, üç yıldır Suriye’ye taşınıyor. Zaman içerisinde Suriye’deki muhalefete yeni unsurların eklemlenmesi, var olan bazı unsurların erimesi söz konusu olsa da, AKP, Suriye’de değişen konjonktüre aldırmadan binlerce insanın canına mâl olan katliamcı politikasında ‘istikrarlı’ adımlar atmaya devam ediyor.
Malum, AKP’nin bakanları, milletvekilleri, Esad’ın ömrü konusunda bundan uzun zaman önce tahmin yarışına girmişlerdi. Kimisi bir yıl, kimisi ise aylarla ifade edilen kısa bir zaman diliminde Esad’ın düşeceğini açıkça söylemişlerdi; fakat dış politika alanında ‘stratejik derinliği’ sağlama iddiasında olan AKP, Suriye’nin sonunun kısa zamanda Libya gibi olacağını, muhalefetin rejimi yıpratmasına paralel olarak gelebilecek askeri müdahaleyle Esad’ın düşebileceğini düşünerek çok büyük bir hata yaptı.
AKP’nin Yanılgısı, BAAS’ın Avantajları
Her şeyden önce, Suriye’deki iç savaşın AKP’nin anladığı üzere “Sünni çoğunluğun Alevi azınlığı devirmesi” basitliğinden çok daha derinlikli ve karmaşık olması, Suriye İç Savaşı’nın uzayacağı anlamına geliyordu. İşler, Libya’da yaşananlardan oldukça farklı bir seyir izledi. Hatırlanacağı gibi, Libya’ya askeri dış müdahale, kararlı ve süratli bir şekilde alınmış, kısa bir süre içinde uygulanmıştı. Demokrasicilik yanılsamalarıyla uluslararası kamuoyundan Libya’nın bombalanmasına gelen cılız tepkiler, emperyalist koalisyonun beklentilerini boşa çıkarmamış, emperyalist koalisyon kararlı ve hızlı adımlar atıp Kaddafi’nin alanını sürekli daraltarak sonunda düşürecek son hamleyi yapmıştı. Açık bir emperyalist müdahaleye maruz kalan Libya konusunda, sürecin başında olduğu gibi devamında da tepkiler oldukça cılız kalmıştı. Ortadoğu’nun politik dokusunu tahlil edemeyen AKP, Amerika’dan daha hevesli bir taşeron olarak ve Suriye’nin de önünde sonunda Libya’dakine benzer süreçlerden geçeceğine inanarak Suriyeli muhalif gruplara, ABD’nin artık temkinli davrandığı bir dönemde bile inatla destek vermeye devam etti; fakat devam eden süreç, AKP’yi yanılttı. İran ve Rusya, Suriye’ye açık destek verirken iç savaşın devamında Lübnan Hizbullah’ı, Suriye’de savaşacağını açıkladı.
Ortadoğu’daki çıkarlarının sürdürülebilirliği bağlamında Suriye’ye büyük önem veren Rusya, Libya’daki savaşta izlediği edilgen politikayı, Suriye İç Savaşı’nda terk ederek aktif politika yürüttü. Hatta 12 Aralık 2013’te Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Gennadiy Gatilov, ülkesinin Libya krizinden ders çıkardığını ve bir daha asla güç kullanımı parametrelerini ve amaçlarını bilmeden çatışmaların çözümü için BM Güvenlik Konseyi’ne izin vermeyeceklerini söyledi.
İran ise, kuzeybatısı Sünni eksenli sert politikalar izleyen Türkiye, doğusu El Kaide’nin çok sayıda militanının olduğu Afganistan, güneydoğusu El Kaide’nin başka bir örgütlenme alanı olan Pakistan’la çevrili olduğu için, Baas rejiminin ayakta kalmasının kendisi açısından hayati öneme haiz olduğunu bilerek Suriye’ye maddi, lojistik, stratejik destek verdi ve en önemlisi kendi uydusu durumundaki Şii Hizbullah’ı bölgeye yönlendirdi. Hizbullah’ın bölgeye nüfuz etmesi, dengelerin Esad lehine değişmesine katkı sağladı. Savaş tecrübesi oldukça iyi olan Hizbullah’ın Suriye’ye girmesiyle birlikte, stratejik öneme haiz olan El Kusayr bölgesi Hizbullah’ın yoğun çabaları sayesinde Suriye ordusunun eline geçti.
Emperyalizmin Suriye Korkusu
AKP, Libya’dakinden çok farklı seyrettiğini görmeye başladığında, ‘umudunu’ devam ettirerek olası bir dış müdahaleyi beklemeye başladı. 2013’ün Eylül ayı başında, AKP’nin ‘umutlarını’ bu doğrultuda arttıran bazı gelişmeler de oldu. 21 Ağustos’ta Şam’ın doğusunda düzenlenen kimyasal saldırıda 2000’e yakın kişinin ölmesinden sonra ABD’li yetkililer, 27 Ağustos’ta yaptıkları açıklamada, Suriye’ye müdahalenin dört gün içerisinde gerçekleşebileceğini söylediler. AKP’nin ‘kalemşörleri’ başta olmak üzere tüm yandaşlar, bu gelişmeyi, Suriye Baası’nın Libya’daki gibi dış müdahale ile düşeceği yönünde okudular; ancak AKP’nin beklediği gelişme olmadı. Libya’ya müdahale sürecinde emin adımlar atan ABD, Suriye konusunda aynı kararlı adımları atamadı. Emperyalist koalisyonun eşanlı adımlar atamaması, İngiltere başta olmak üzere ABD’nin diğer Batılı müttefiklerinin Suriye’ye müdahale konusunda temkinli davranması sonucunda Rusya önemli bir stratejik hamle yaptı ve Suriye’nin kimyasal denetime açılabileceği önerisinde bulundu. Obama, bu öneriye olumlu karşılık verdi ve kongrede müdahale konusunda yapılacak oylamayı iptal etti. Emperyalist koalisyonun Libya’daki müdahale sürecine benzer şekilde Suriye’ye karşı hareket edememesinin çeşitli nedenleri bulunuyor. Her şeyden önce, Dünya halklarının müdahalenin meşruiyetini sorgulamaları, ABD’nin başını çektiği koalisyonun atacağı adımları sınırlandırdı. Öyle ki, ABD halkları dahi, olası bir müdahaleyi ciddi şekilde sorguladı. Askeri müdahale seçeneğinin gündeme geldiği süreçte yapılan anketlerde Washington Post ile ABC News’in ülke genelinde yaptığı ortak çalışmaya göre her 10 Amerikalıdan 6’sının Suriye’ye sınırlı askeri müdahaleye karşı olduğu belirlendi. Diğer yandan NBC News’in anketine göre ise her 10 Amerikalıdan 5’i, Suriye’ye müdahaleye karşı olduğu yönünde fikir beyan etti. Aynı anket, Suriyeli muhaliflere Amerikan halkının sempati ile bakmadığını gösterdi buna ek olarak ABD halkının 10’da 7’sinin Suriyeli muhaliflere silah verilmesine karşı olduğunu ortaya çıkardı. Askeri müdahalenin yapılamamasındaki diğer başlıca neden ise, tarihsel korkular. ABD’nin Vietnam, Afganistan, Irak… hezimetleri yakın tarihte asla unutamayacağı deneyimleri oluşturuyor. ABD’nin, müdahale etmesi durumunda, başarısızlıklar zincirine yeni bir halka olarak eklenmesi kuvvetle muhtemel gözüken Suriye’ye karşı daha temkinli davranmak zorunda kaldığını ifade etmek gerekir.
Askeri müdahalenin emperyalistlerin gündeminden çıkmasını sağlayan bir diğer nedenin ise, Suriye muhalefetinin giderek artan heterojenliği olduğunu söyleyebiliriz. İç savaşın başlarında kısmen daha derli toplu gözüken Suriye muhalefeti, süreç ilerledikçe parçalandı, Selefi gruplar gücü ellerinde toplamaya başladı. Özellikle El Kaide ile ilintili Selefi cihadcıların bölgede aktif duruma gelmesi, ABD açısından ciddi bir risk yarattı.
Baas’ın düşmesi durumunda, El Kaide ve muadillerinin iktidarı alması, ABD’nin çıkarları ile uyumlu olmayacaktır. Hatta, Baas rejiminin elinde olduğu düşünülen kimyasal silahların bu grupların eline geçmesi, ABD için felaket senaryolarının en kötüsü olur. ABD’nin emperyal çıkarları bağlamında değerlendirdiğimizde, Selefi terör örgütlerinin Suriye’de iktidarı alıp radikal ideallerini uygulamaya başladıklarında, ABD’nin bu grupları kontrol altına almak için harcayacağı enerjinin ciddi maliyet yaratacağı öngörülebilir. Böyle bir ihtimale karşı, Selefi gruplara kıyasla üzerinde Rusya ve ABD’nin belli anlaşmalara vardığı ve tavizler temelinde artık yıkılmayacağı anlaşılan Baas’ın iktidarda kalması, ABD’nin emperyal çıkarları açısından daha az risk doğuracaktır.
Suriye Ekseninde AKP-ABD Ayrışması
16 Mayıs 2013’te, Beyaz Saray’da Tayyip Erdoğan ile görüşen Obama, Suriye’ye askeri müdahale konusunda yukarıda belirttiğimiz risklerin göze alınamayacağını ima etmiş, AKP’nin Suriye’ye askeri müdahale beklentilerine cevaben şunları söylemişti: “Asıl soru bunun ne şekilde olacağı. Zaten bunları konuştuk. Suriye’deki şiddet ve sıra dışı durum için sihirli bir formül yok. Olsaydı, Sayın Başbakan (Erdoğan) ve ben bununla ilgili harekete geçerdik ve çoktan bitirmiş olurduk. Bunun yerine yaptığımız şey, uluslararası baskıyı artırmak, muhalefeti güçlendirmek. Cenevre’deki görüşmelerin, Rusya’nın ve Suriye’de her kesimi içerecek siyasi geçişin temsilcilerinin de katılımıyla, sonuç verebileceğini düşünüyorum; Ancak bu sırada, muhalefete yardım ve insani durumla ilgilenmeye devam edeceğiz. Türkiye ile de yakın istişare içinde olmayı sürdüreceğiz çünkü Türkiye’nin de bu durumdan derinden etkilendiğini biliyoruz.”
Obama’nın, konuşmanın devamında, ABD’nin tek taraflı askeri müdahalesinin hiçbir sonuç getirmeyeceğini özellikle ifade etmesi de Suriye’de girişecekleri bir askeri müdahale durumunda düşecekleri zor duruma ve Suriye muhalefetinin muğlaklığına işaret etmişti.
Söz konusu görüşmede Obama’nın kullandığı diplomatik dilin mealini şöyle açıklayabiliriz: “AKP, bölgede bağımsız politikalar izleyip ABD’yi askeri müdahaleye çekecek kışkırtmalarda bulunmaya devam ederse, zor duruma düşecektir.” Fakat AKP, geri dönüşü olmayan bir yola girdi. Suriye konusunda büyük konuşup büyük oynadı. Alevi Esad rejiminin yıkılmasını bir cihat faaliyeeti gibi gördü ve soykırım yapmak için kolları sıvamış en fanatik İslamcı örgütlerle yoldaşlık duygusu ile hareket etti. Uluslararası ilişkiler öğretilerinde bir söz vardır: ”iç politika ile dış politika arasındaki ayrım, suya çekilen çizgi gibidir.” AKP’nin Suriye bataklığında iflas eden politikası, içeride birçok yansıma buldu. Gezi Süreci’nin oluşmasına katkı sağlayan zincir halkalarından birinin AKP’nin Suriye’de izlediği inatçı politikalar olduğunu ifade edebiliriz: Reyhanlı’da patlayan bomba, Selefi terör örgütlerine aktarılan kaynaklar…
Keza, 17 Aralık Operasyonu’nu da bu bağlamda değerlendirebiliriz. AKP’nin Suriye konusundaki maceracı ve inatçı tutumu, Selefi örgütleri bölgede sürekli cesaretlendirip onlara stratejik, maddi, lojistik destek sağlaması, kısacası AKP’nin bölgede ABD çıkarlarına aykırı yönde bağımsız hareketleri ABD’nin AKP’yi gözden çıkarmasındaki nedenlerden biriydi. Fethullah Gülen Cemaati’nin güçlü örgütlenme ağını kullanarak yaptığı operasyonun arka planındaki hareket ettirici de gücü de böyle okumak gerekir. AKP, tüm bu gelişmelere rağmen, büyük zarar gördüğü ve hızla çamura battığı Suriye politikasından geri adım atamıyor, Ortadoğu’da tutunduğu son dal olan ve ‘kazanması’ halinde içeride de nefes almasını sağlayacak olan Suriye’yi bırakmayarak, deyim yerindeyse, kaybeden ata oynamakta ısrar edip savaşın daha fazla uzamasına ve her geçen gün daha fazla insanın ölümüne çanak tutuyor. Oysa zaten AKP’yi içinde bulunduğu uçuruma iten şey de Suriye’de ve Mısır’daki başarısız politikadır. Öyle görünüyor ki AKP’nin tutunduğu son dal çoktan kırılmıştır.
İkinci Cenevre Konferansı Suriye’ye Barış Getirir Mi?
22 Ocak’ta toplanan İkinci Cenevre Konferansı’nın amacı, Suriye muhalefetiyle Baas rejiminin üzerinde uzlaştığı geçici hükümetin kurulması ve çatışan tarafların arasında ateşkesin sağlanması yönünde olsa da, Suriye’deki son durumun ortaya çıkarttığı tabloya bakarak, bu amacın gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Her şeyden önce, “Suriye’de çatışan gruplar” ifadesi, artık eskisi kadar net değil. El Kaide’nin “Irak’a dönün” talimatına uymayan IŞİD ile El Kaide’ye bağlılığını bildiren Nusra Cephesi dahi birbirleriyle çatışıyor. İslami Cephe, IŞİD’e karşı savaşıyor. PYD, Nusra ile çatışma halinde… Yani, gelinen noktada Suriye’de muhalif grupların çoğu birbiriyle çatışıyor; fakat Cenevre 2’de yapılan konuşmalar, önerilen çözümler, çatışmalar yalnızca muhalifler ve rejim arasındaymış izlenimini verdi.
İkincisi, şu anda rüzgar net bir şekilde Baas rejiminden yana. Esad yönetimi, açıkça üstün durumda olduğu bir zamanda, Cenevre 2’de amaçlanan geçici hükümetin kurulması gibi bir seçeneği aklının ucundan dahi geçirmedi. Zaten, Baas rejiminin konferansa sunduğu beş maddelik çözüm planın içeriği, uzlaşmak gibi bir niyetlerinin olmadığını gösterdi. Cenevre Konferansı’na muhalefeti temsilen davet edilen Suriye Muhalif ve Ulusal Devrimci Güçler Koalisyonu’nun (SMDK) Cenevre 2’deki genel tavrına baktığımızda, onların da uzlaşmak gibi bir amaçları olmadığını görüyoruz. SMDK Genel Sekreteri Bedir Camus’un konferansın başladığı gün konferanstan beklentilerini sıraladığı konuşmasında, çok sert üslubuyla Suriye rejimini temsilen gelen heyetin eli kanlı olduğu için onlarla el sıkışmayacağını söyledi. Camus, Humus’taki ablukayı kaldırmak, Doğu ve Batı Guta’dakileri kurtarmak için konferansa geldiklerini, eğer talepleri Baas rejimi tarafından kabul edilmezse, konferansı terk edeceklerini açıkladı.
SMDK’nın taleplerinin karşılık bulmayacağı aşikar. Çünkü SMDK’nın söz konusu taleplerini kabul ettirebilecek ne enerjisi, ne de gücü var. Zaten Cenevre 2’ye Suriye muhalefetini temsilen çağırılmalarını Suriye’deki ağırlıkları değil, diğer muhalif unsurlara göre daha yumuşak söylemlerde bulunmaları ve Batı’nın piyonları olmaları sağladı.
Cenevre 2’de, imkansızın gerçekleştiğini, SMDK’nın taleplerinin kabul edildiğini, Esad yönetiminin de geçici hükümet konusunda yumuşadığını düşünsek bile, Nusra ve IŞİD gibi fanatik grupların sürekli güçlendiği, AKP gibi iktidarlarca cesaretlendirildiği, desteklendiği bir ortamda, Suriye’de akan kanın durmayacağı gün gibi ortada.