AKP ve Suud Rejimi Arasında Soğuk Savaş – Emre Güntekin
Türkiye ile Suudi Arabistan arasında bir süredir uyuyan fay hatları yeniden harekete geçmiş görünüyor. Suudi Arabistan’ın yaklaşık bir yıldır adını koymadan sürdürdüğü Türk mallarına yönelik boykot, artık aleni bir şekilde sürdürülüyor.
Suudi Arabistan Ticaret Odası Başkanı Ajlan al-Ajlan Ekim ayı başında Türkiye’den gelen mallara yönelik boykot çağrısında bulunmuştu. Othaim Markets, Danube Supermarkets, Tamimi Markets ve Panda Retail Company gibi perakende zincirleri mevcut stokları satıldıktan sonra Türkiye’den ithalat yapmayacaklarını açıkladılar. Öte yandan sosyal medyada Suudi vatandaşların Türkiye’den giden malları almamaları konusunda yapılan uyarılar sıkça paylaşılıyor.
İktidarın canını sıkacak asıl mesele ise bu kampanyanın Suudlara yakın duran Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Ürdün gibi ülkelere ve hatta Kuzey Afrika’ya sıçrama ihtimali ki Ekim ayı içerisinde Fas’ın Türkiye’den giden tekstil ürünlerini gümrükte uzun süre beklettiğine yönelik şikayetler artarken, 1200 farklı kalemde Türkiye’den giden ürünlere yönelik gümrük vergisini % 90 oranında artırdığı basına yansımıştı.
Manzara Erdoğan’ın Mağrip’ten Maşruk’a kadar dostunun kalmadığını gösteriyor. Neo-Osmanlıcı hayallerle Ortadoğu’da ümmetin lideri olmak için çıkılan yolda gelinen nokta değeri kalmamış bir yalnızlık. Bir de ne zaman nerede patlayacağı belli olmayan cihatçı çetelerle kader ortaklığı…
Suudi Arabistan, 2015’te Kral Abdullah öldüğünde 3 gün ulusal yas ilan edecek kadar kendilerine yakın olan Türkiye ile neden köprüleri atma noktasına geldi?
Aradan geçen beş yılda elbette çok fazla değişken devreye girdi. Esasında Arap Baharı’ndan bu yana Suud cephesinde Türkiye’ye yönelik temkinli yaklaşım kendisini gösteriyordu. Erdoğan’ın Libya’dan Suriye’ye kadar geniş bir coğrafyada Neo-Osmanlıcı bir hegemonya peşinde koşması, Ortadoğu’da Sünni rejimlerin hamiliğini üstlenen Suudileri rahatsız ediyordu.
Erdoğan’ın, Suudilerin kendi iç politikalarında bir tehdit olarak kodladıkları Müslüman Kardeşlere verdiği destek meselenin bir başka boyutunu temsil ediyor. Zira 2017’de Suudi ve BAE işbirliğiyle, Müslüman Kardeşlere verdiği destek nedeniyle Katar’a karşı başlatılan ambargo da yine Türkiye tarafından delinip, üstüne Katar’a askeri destek verilmesi; Libya’da tıpkı Mısır’da olduğu gibi BAE ve Suud destekli güçlerle Türkiye’nin desteklediği aktörlerin karşı karşıya gelmesi gerilimi bir üst boyuta taşımıştı.
2017 yılında Prens Muhammed bin Selman’ın Kraliyet Kararnamesi ile veliaht ilan edilmesi ve dizginleri eline almasıyla birlikte Suudi Arabistan’ın bölgede daha saldırgan bir politika izleyeceği kısa sürede kendisini göstermişti. Özellikle Yemen’de Husilere yönelik yürütülen kanlı ve orantısız savaş Suud rejimi için başarısız bir hikaye olmasına rağmen adeta bir güç gösterisine dönüştü.
Ekim 2018’de rejime muhalif bir isim olan gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülmesi de Prens Muhammed bin Salman’ın nasıl bir karaktere ve Suudi Arabistan’daki yeni döneme dair nasıl bir perspektife sahip olduğunu gösteren bir operasyonlardan biri oldu.
Bu vahşi cinayetten bu yana iki ülke arasındaki karşılıklı suçlamalar sürüyordu. Yaklaşık bir yıl önce Erdoğan imzasıyla Washington Post’ta yayınlanan bir makalede Kaşıkçı cinayetinin 21. Yüzyılın en önemli olayı olduğu belirtiliyordu. Türkiye’nin Kaçıkçı cinayeti konusundaki çıkışları turizm ve ticaret boykotunun başlamasında önemli rol oynadı.
2018 yılında Suudi Arabistan’ın Suriye’de YPG’nin ABD ile ortaklaşa kontrol ettiği bölgeleri verdiği askeri ve maddi destek de iktidar medyasında Suudi karşıtlığını artırmıştı. Her iki ülkede karşılıklı olarak hassas noktaları kaşımakta oldukça mahirler.
Mısır’da Mursi’yi deviren Sisi darbesine verilen destek gibi, geçtiğimiz yıl Sudan’da da Erdoğan’ın dostu Ömer el Beşir’in devrilmesinde Suudi Arabistan yine ordunun arkasında yer almıştı.
Kısacası gelinen nokta iniş ve çıkışlarıyla yaklaşık on yıllık bir sürecin bakiyesi… Karşılıklı restleşmeler kadar ortaklıkların kurulduğu durumlar da olmadı değil. Örneğin her iki ülke 2015’te Esad rejimine karşı Fetih Ordusu’nun kurulmasında ABD liderliğinde işbirliği yapmışlardı. Ancak, Ortadoğu’da denklemler çok çabuk değişebiliyor. Bir gün dost olunanla ertesi gün kanlı bıçaklı hale gelmek hiç de zor değil.
Boykota Karşı İktidarın Tepkisi
İşin ilginç yanı boykotun çok uzun süreden beri devam etmesine ve son bir ayda Türkiye düşmanlığının açık bir şekilde resmi kanallarca da forse edilmesine rağmen Erdoğan’dan ve iktidar sözcülerinden ciddi bir çıkış gelmedi. Dikkate değer tek yanıt Numan Kurtulmuş’tan “Bazı ülkelerin Türkiye’yi boykot etmesine gülüp geçiyoruz. Önce onlar bağımsız bir ülke olarak durmasını öğrensinler. Öyle bir sihirli kürenin etrafında gelip el tutarak ağabeylerinden alacakları desturla ayakta durmaktan vazgeçsinler. Kendi halklarının asaleti üzerinde ayakta dursunlar.” sözleriyle geldi.
Ancak Batılı ülkelerle her fırsatta dalaşmayı ve bunu iç politika malzemesine dönüştürmeyi seven Erdoğan sessiz! Suudilerle gerilimin büyümesinin, zaten batışa doğru sürüklenen ekonomi için çok hayırlı olmayacağı açık. Türkiye’nin 3. büyük petrol tedarikçisi olması, bölge ülkeleri üzerindeki nüfuzu iktidarı ve özellikle Körfez ülkelerinin inşaat sektöründe en önemli yatırımcılar arasında olması Suud rejimine karşı sessizliğe zorluyor.
Dahası Suudi Arabistan bugüne kadar Hac organizasyonu için ülkelere verilen kotalarda siyasi ilişkileri göz önünde tuttu. İhvan’ın Tunus kolu olan Nahda Partisi’nin lideri Raşid Gannuşi’ye verilen 9 yıllık hac yasağı, Katar vatandaşlarına 3 yıl yasak getirilmesi bunun örnekleri. AKP’nin Sünni muhafazakar tabanının gözünde, Ortadoğu’daki yalnızlaşmanın bundan daha bariz bir göstergesi olmayabilirdi.
Suudi rejimi için Ortadoğu’da bugüne kadar ki esas rakip ideolojik ve politik olarak İslam dünyasında zıt kutupları temsil ettikleri Molla rejimiydi. Gelinen noktada Sünni İslam’ın iki agresif temsilcisinin yeni hesaplaşmalara girişmesi kaçınılmaz görünüyor.
Ortadoğu’da Suudi Arabistan, BAE, Türkiye ve İran gibi hemen her bölgesel gücün kendine ait hegemonya projeleri var. ABD ve Rusya gibi büyük emperyalist güçlerin açtığı her boşlukta bu rekabet etkisini fazlasıyla hissettiriyor. Bu çatışmaların Ortadoğu coğrafyasındaki istikrarsızlıkları, kanlı iç savaşları nasıl tetiklediği ortada. Bölge halkları için bu kirli rejimlerle hesaplaşılmadıkça emperyalist rekabet ve savaşların son bulması mümkün görünmüyor.